29 Ocak 2009 Perşembe

BeşikTAŞ


Ligin ilk yarısında da benzerlerini yaşamıştık. Maça giremeyenler çevre evlerin attıklarına maruz kalmıştı. Maç sonunda yine taşlanma yaşanmıştı. Buna memleketine sahip çıkma diyordu Antalyalılar. Nasıl bir memleket savunması ise, balkonlardan reçel tabakları, su bardakları atılıyordu. Memleketine bu kadar düşkün olanlar stadda değil, balkonda idiler. Sonra kahpe olan yine Bizans oluyordu.

Otobüs taşlamak da mantıksız hareketlerin başında gelir heralde. Kim yaparsa yapsın savunulacak yanı yok.

Antalyaspor'lu taraftarların 2 sene önce Şeref Bey'de söylenen tezahuratlara itiraz etmelerine ses etmiyorum. Biz o gün kendi takımımızı, kendimizi sorgulamak yerine işin kolayına kaçtık ve Antalyaspor'u suçladık. Bu konuda kendi öz eleştirimizi yapalım. Ama sonrası? Antalyalılar bunun arkasına fena sığınmış durumda. Her yaptıkları hareketten sonra ama siz bize bıdı bıdı. Ee kardeşim İnegöl dolaylarında geçen araçları taşlarken de sebep biz miydik?

Neyse hafta sonu yine karşılaşıyoruz, saçma bir statü yüzünden ligi neredeyse sadece Antalyaspor ile maç yaparak kapayacağız. Keşke öyle olsa Bobo gol kralı olur, bizde kesin şampiyon.

yazdıkça


- Antalya ile 3'lü periyodun ilk maçında yeterli bir futbol oynadık diye düşünüyorum. yeterlilik seviyesine erişmesinde bobo'nun payı yüksek. nobre'nin her maç orta sahaya kadar gelip top alma çabalarına gözümüz o kadar alışmış ve aldanmış ki bu mücadelesini çılgınlar gibi alkışlayıp, tribünde gaza gelenler var. ama es geçtiğimiz birşey var ki, nobre asli görevini yerine getirmiyor. bobo ise olması gereken yerde, olması gereken zamanda, geride top aldığı zaman top ile birlikte ilerleyebiliyor. nobre'den top sürmesini beklemek ise hayal gibi.

ilk yarıyı izleyemedim ama sol kanatta iki sağ kanat oyuncusu görev almış. geride ekrem, ileride serdar özkan. ibrahim üzülmez'i kesmek için ekrem gibi bir adamı oraya hapsetmek futbolun adaletsizliği gibi geliyor. çok hızlı hücuma çıkabilen, ters ayakla ortalar açabilen, çalım yeteneği olan, her haliyle ofansif bir orta saha oyuncusu olduğu belli olan bir oyuncuyu sezonun 2. yarısı defansta izlemeyiz umarım. yine aynı şekilde tello oyuna girdiğinde sağ kanatta oyuna başladı. hoca baktı ki orada olmuyor erkan'ı sağ kanat geçirip, tello'yu sola aldı. beşiktaş'ın uzun yıllar sonra belki de ilk defa kanat oyuncularının alternatifi bolca mevcut.

-Antalyaspor taraftarı bile beşiktaş taraftarını kendisine düşman ilan ettiyse, beşiktaş'ta sadece yönetim nezdinde değil taraftarında değiştiğinin göstergesidir. birçok kişinin 2. takımı olan Beşiktaş'tan herkesin 1. düşmanı olacak hale gelmiş bir takım. neden diye sormak lazım.

deplasman otobüsünün camları taşlanmış. istanbula kadar kırık camlarla yolculuk yapmışlar. haliyle soğuk vücuda yüksek miktarda işlemiş. haftasonı kendileri gelecek istanbul'a. ya da şöyle diyelim, takımları gelecek ama kendileri gelecek mi ? olası olayların sorumlusu antalya taraftarıdır. medya öyle göstermese bile ...

- futbol'dan sinemaya geçiş yapalım. the band's visit. mısır polis orkestrası israil'e bir açılışta çalmak için giderler. nazım usta'nın şiiri gibi bir durum ortaya çıkar.'' ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında''. orkestrayı ne karşılayan olur, ne de ilgilenen. kısıtlı imkanlarıyla kendi yollarını kendileri bulmaya çalışırlar. ıssız bir kasabaya kadar varırlar. farklı bir kültürle ve kendileriyle tanışırlar orada. ülkeler arası siyasetten uzak, insan ilişkilerine yoğunlaşmış bir film. iyi de çalıyorlar.

- divx film kültürüne pek fazla bulaşmadım. filmi indir, altyazısını bul felan. zor işler bana göre. tedarikçim ege sağolsun, arada bir kargolar bana.
bazı altyazılarda komik durumlar ortaya çıkar. yanlış çeviri, çevirmen yorumu, eksik çeviri gibi. şu an itibariylede divxplanet ile ekşisözlük arasında bir altyazı tartışması devam ediyor.
lost'un terbiye edilmiş çevirilerinden bunalan sözlük ve sıkıysa siz yapın kuzum diyen divxplanet.
anlamam , anlamadığım için girmem tartışmaya.

altyazı konusuna girişimin gerçek sebebi ise. cyrano de bergerac. edmond rostand'ın oyunu, türkiye'de bir çok kez tiyatrolarda oynandı. hala da oynayan tiyatrolar varmış.
90 yapımı filmi mevcut dediler. gerard depardieu oynuyor cyrano'yu dediler. fransızca bile yeter dediler. bir gazla filmi edindim internet aleminden. altyazısıda içinde bonus. 2 saatlik film. şiir gibi akıyor ki bolca serenat ve şiir mevcut. son sahne için elde sigara hazır bekleniyor. ışıklar söndürülmüş. gerard başlıyor serenatına. akıyor fransızca ama ben anlamıyorum. altyazı demo sürüm oyunlar gibi orada bitiyor. filmin etkisi balon hızıyla sönüyor. dvd'sini bulup almak farz oldu artık.

- seçim karmaşası bizim buralarda kısmen başladı. parti minibüsleri hoparlörlerini son ses açarak yollardan geçiyor. duvarlarda afişler, yollarda pankartlar. yakında tv'leri de işgal edecekler. hipnoza uğramış millet sandıkta oy kullanana kadar arkadaş ortamlarında, sokakta,tribünde politik konuşmalar yapmaya çalışacak. bitmek bilmeyen 90 dakikar gibi, şu seçim telaşıda bitse de kurtulsak karmaşasından. yoksa memleketin kurtulacağına kimsenin inancı yok.
can dündar'ın 90'larda yaptığı bir gençlik oylamasında çıkan sonuçlar ;
ülkenin geleceğinden umutlu musunuz ? % 85 hayır.
kendi geleceğinden umutlu musun ? % 85 evet.

- kesinleşmemiş olsada, ntvspor'un bloglarla ilgili bir projesi var.
umarım gerçekleşir. tv'de yorum ve bilgi kirliliğinden bir nebze olsun kurtuluruz.

25 Ocak 2009 Pazar

Vebalini Ödeyemezsiniz



Kimi, nasıl, niye rahatsız eder bir pankart?

Üstelik kendi evinde oynadığın bir maçta, üstelik her zamankinden daha önce asmamıza rağmen.

Beşiktaş'ın temelinde özkaynak yok muydu ve bizlerin gururla dinlediği, başucu hikayelerimizin tümünde özkaynak değil miydi başrol oyuncusu? Şeref Bey ne için hayatını verdi, ortaya koydu? Şenol-Birol Fenerbahçe'ye gidince, aşağıdan gelen gencecik iki oyuncuya olan güvenini göstermek için Baba Hakkı dememiş miydi "Şenollar, Birollar gider; Sanlılar, Yusuflar gelir" diye. Ve bu her iki oyuncu da haklı çıkarmamış mıydı Baba Hakkı'yı?

Hani o Maf dönemi diye dilimizden düşmeyen, hala tribünde tezahuratlarda isimlerini andığımız Metinler, Aliler, Rızalar, özkaynak başarısı değil miydi?

İspanya'da gollerini attıkça işte bizim evladımız diye haykırdığımız, jübilesini kolunda kaptanlık pazubandıyla Beşiktaş'ta yapmasını dilediğimiz Nihat bu özkaynağın kıymetlisi değil miydi?

Ne değişti? Beşiktaş'ı yönetenler değişti. Beşiktaş'ı yönetenler sadece beceriksiz insanlar değil. Sadece beceriksiz olduklarını söylersek çözüme ulaşamayız. Beşiktaş'ı şu an yönetenler kötü insanlar. Kalplerinde, beyinlerinde sadece para hırsı olan, duygularını çok önceleri bir kenara atmış olan kötü insanlar. Beşiktaş umurlarında olmayan, Beşiktaş üzerinden sadece ceplerini doldurmaya çalışan insanlar.

30 küsur yaşındaki oyuncuyu marifetmiş gibi alırken, gencecik üstelik her fırsatta hakkında olumlu şeyler söylenen Aydın'ını karanlığa tercih eden insanlar.

Beşiktaş'ın temelindeki gerçeği yoketmeye çalışan, bunu görmezden gelen, diğerlerine benzemeye çalışan insanlar.

O pankart yine yapılıp, yine asılacak. Siz kaldırdıkça her seferinde daha büyük bir aşkla yapılacak.

Bizler hala o bildiğimiz basit bir gerçeğe inanıyoruz. Kötüler kaybedecek, iyiler kazanacak.

Bir Maçın Ardından ...


Çok değişen birşey yok, değişen onca şeyin ardından.
Takım yine umut verici bir futbol oynamıyor.
Rakip takımın kendi kalesine attığı golle galip geliyorsun, sorun gol yollarında etkisiz olman.
Hali hazırda yeterli sayıda hücum oyuncunda var. Ama görülüyor ki yeterli değil. Son transfer hamleside ön liberoya yapılacak. Stalker maçta uyardı da , farkettim. Beşiktaş'ın ilk yarı ısınan 3 yedek oyuncusuda önliberoydu. Serdar Kurtuluş, Uğur İnceman, Cisse.

Özkaynak ile ilgili yaptığımız bir pankartı perşembe günü stada asmıştık.
Aydın Karabulut'la ilgili tek pankartın olmadığı maçta, o pankart biraz anlamlı olacaktı.
Olacaktı diyorum, çünkü stad yönetimi tarafından staddan kaldırılmıştı.
Özkaynak mı ? Hadi canım diyordu yönetim. Ve bunu zaten apaçık tranfer politikalarında gösteriyordu.
Pankartın stadda olmadığını gördüğüm dakikalarda taraftar Yusuf Şimşek'i tribüne çağırıyordu.
Özkaynak mı, hadi canım dercesine ...

Rakip takımın fosforlu forma numaraları ve yine aynı derece göz kamaştıran kararlarıyla Selçuk Dereli gecenin diğer dikkat çekici unsurlarıydı. Sayın selçuk Dereli sizi kim hakem etti manalı bir tezahurat söyledi kapalı tribün. Kimin hakem yapması bir kenara hala nasıl hakemlik yaptırtıyorlar onu anlamakta zorluk çekiyorum. Bonus olarak bu adama U.E.F.A maçı vermişler galiba. ÇÜŞ.

Vakit geçirme uğruna, ses çıksın amaçlı tezahuratlar.
Bitse de Gitsek türünden bir maç daha.


Foto eski açık tribünden.

24 Ocak 2009 Cumartesi

Özlemişiz Her Şeye Rağmen


Kötü oynamak ve sıkıcı bir oyun sergilemek farklı şeyler. 100. yıl şampiyonluğundan beri Beşiktaş hiçbir zaman uzun soluklu iyi bir oyun anlayışı tutturamadı çeşitli sebepler yüzünden. Çok çok kötü olduğumuz maçlar yaşadık. Ancak sıkıcılık konusunda bu akşam ki maç ilk 3'e kafadan girer.

Beklentileri yüksek tutmamak lazım, bu Beşiktaş çıkar haftaya daha tempolu, daha bol pozisyonlu, daha diri bir futbol oynar; ancak akabindeki ilk maçta bir önceki haftayı aratır. İstikrarımız yok, iyi bir hocamız yok, iyi oyuncularımızın sayısı çok az (onlardan da yararlanılamıyor.) Beşiktaşlı'nın derdi yine büyük.

Lig başlasın özledik dedik. İnsan "ulan bunu mu özledik biz şimdi" diye hayıflanıyor. He valla bunu özlemişiz, her şeye rağmen. Ohh mis gibi çarptı beni temiz hava misali:)

*Anadolu ajansının fotoların üstüne koydukları logoya uyuz oluyorum.

Bir Zamanlar ...


Tarihi sit alani oldugu icin bina, yenileme calismasini felan birakin, yol yapiminin bile imkansiz oldugu soylenen Dolmabahce vadisi olarak gecen alanda, yani mabedimizide icinde burunduran bolgede metro icin yol yapim calismalari butun hiziyla devam ediyor. Şu haliyle stadin etrafinda 1 tur atmak yarim saat surmekte. hafta başında basına da yansidigi uzere bir baskan
bir bakana gel beraber bir is yapalim sen imzayi bas ben parayi diyerek gecmise perde cekelim, modernleselim guzelleselim operasyonu icin yardim istedi. fotografta gorunen yer hala mevcut ismiyle belestepe ve yine belirttigim uzere stad etrafinda her yer kazilmis durumda. bu kazilardan gelecek tahlili yapmak gerekirse, ongorum sudur ki, bu stadi yikacaklar.

aman sizde ne geri kafali taraftarsiniz yahu, eski staddan kurtulacaksiniz iste diyenlere es vermeden cevap veriyorum. evet tanim olarak karsiligi buysa geri kafaliyim.
persembe gunu pankart asmak icin stada gitmistim. stadin ici, disi, calisanlari, calisip calismadigi belli olmayanlari ve stad etrafindaki copler ... bakin sikayet ettigim kisimlara, eski oldugu icin wc ler yetersiz, giris ve cikislarda kapilar az oldugu icin cok bekliyoruz, usuyoruz alttan isitma olsun. terliyoruz ustten pufur pufur essin demiyorum. stadin bedeninde degil, o beden uzerinde ki hakimiyeti olan anlayista sorun ve sorumsuzluk vardir. yikilmasi gereken bu basibosluk, vurdumduymazliktir.

mimarlar odasininda belirttigi uzere bu stadin yikilip, yeni bir stad yapilmasina gerek yoktur. yorgun beton olarak tabir edilen kisimlarda restarasyon calismalari yapilmasi yeterli goruluyor.

bu stadi yikarlarsa ....
bitiremezler !!!
bitirirlerse ...
bakamazlar !!!
hem bitirir hem bakimli bir stad yaparlarsa ...
-sa kisminda yine mimarlar odasina ceviriyoruz mikrofanlarimizi.
komsu para babalari stadin yikilmasini bekliyor. stadin yikilmasi bir yasagin ortadan kalkmasi demektir. o bolgede yeni yatirimlarin - yatirimdan kastimiz eglence ve turizm sektoru - onunu acacaktir. besiktas orada stad yikabiliyorsa bizde buraya bina dikebilecegiz diyecekler, diger komsu alisveris merkezi yapma telasina dusecek. semtin icinden baslayan milanolasma ya da diger adiyla modernlesme calismalari boylelikle stada kadar varacak. ver elini oradan eminonu. neyse eminonu simdilik konumuz degil.

bir ustte ki iddaalasmaya geri donelim.
hem bitirir hem bakimli bir stad yaparlarsa ,
artik ongoruler de bulunamakta marmara insani.
bizi o stada alirlar mi ?
belestepeyi o yuzden mi simdiden yok ediyorlar ?
7 arkadas birlesip bir kapali kombine girmek caiz midir ?


bundan yillar sonra, bir sahilde ellerde biralarla Beşiktaş'ı konusurken
Bir Zamanlar diye cumleye baslamamak dilegiyle

22 Ocak 2009 Perşembe

Milli Marş


Özellikle cuma günleri iş yerine " Allah Rızası " ile söze başlayanlar çok geliyor. İçeri girerken ağır hareketlerde bulunurken, sanki her an düşecekmiş gibi yürürken, çıktıktan sonra bir ceylan çevikliğinde oluyorlar. Bugün yine bir tanesi geldi. Dialog birebirdir:

-Merhaba.

-Merhaba, buyrun?

(Üstü başı düzgün, sağlığı yerinde görünen 50 yaşlarında bir adam)

-Allah rızası için bir yardım, sadaka...

-Allah versin

-Bu ne ya mill marş gibi! Ya allah versin ya da patron yok!!!

Böyle sinirlendi kendi kendine gitti, trip yaptı resmen adam bize. Yanıt bile veremedi, öyle güldüm saf saf.

21 Ocak 2009 Çarşamba

Yapma Bunu, Yapma Bunu

Ana maddesi et olan yemeğin içinden etin çıkarılıp, etsiz bıdı bıdı diye sunulmasına ayar oluyorum. 3 dükkanda bir çiğ köfteci açılıyor. Bir de seçenek sunuyorlar pankartlar asıp " Etsiz Çiğ köfte " . Yahu ne alaka, açıklasın birisi. Kuru fasulye yapmıyorsun ki, etsiz de olur denilsin. Adı çigköfte, etsiz olunca artık çiğ köfte olmaz. Mercimek köftesi kendine başka isimler uyduruyor mu?




Bir de bunun mantı versiyonu var. Etsiz mantı, neymiş efendim içine mercimek atıyorlarmış, et yerine. İşte vejeteryanlar da yiyebilsin diye. Yemesinler arkadaş, vejeteryan adam et yemiyorsa, etli yemeklere salça olmasınlar. Ama canları istiyormuş, hem et yeme, hem canın mantı, çiğ köfte istesin. Git bi doktora görün ya...

Çok kızdım.

Taraftar Sosyal Anketi

Daha ayrıntılı bilgi için:

http://taraftarsosyalanketi.blogspot.com/

Ucundan biz de tutalım. Cevaplarınızı yollamayı unutmayın.

Sous Les Bombes


İngilizce adı ; Under the Bombs
Türkiye de ; Bombaların Altında


2006 yılında İsrail ile Lübnan arasında ki 33 gün savaşlarının hemen sonrasını anlatan bir film.
Dubai'de yaşayan Zeina, kocası ile arasındaki sorunlar nedeniyle oğlunu Lübnan'da ki kız kardeşinin yanına gönderir. Akabinde savaş patlak verir ve Zeina apar topar Lübnan'a gelir.
Kardeşinin bulunduğu bölge en çok tahrip olan ve çatışmaların kısmen devam ettiği söylentilerinin dolaştığı ülkenin güneyinde yer alır. Hiçbir taksici Zeina'yı bu bölgeye götürmek istemez. Tony isimli taksici yüksek bir fiyat talep edene kadar. Zeina mecburen kabul eder ve savaş sonrası Lübnan'a taksiyle yolculuk başlar. Tony Hristiyandır ve tek amacı umutsuz da olsa Almanya'ya yerleşmektir. Tony ve Zeina'nın hikayeleri ile Lübnan'ın gerçeği paralal ilerler.

Ve yolculuk gerçekten hemen savaş sonrasını izlediği için yer yer gerçek acılarla baş başa kalırsınız. Toplu mezarlar, kayıp insanlar, radyoda ölüm haberleri. Yıkık binalardan daha çok sağlam bir yapı gördüğünüz zaman farklı gelir.
Abartısız müzikler ve kameranın savaşın tahrip ettiği yeryüzünden daha çok insanlara dönük olması. Savaşın içinde olunsada, ölü kokuları bütün şehri kaplasada, umutsuzluk kol gezsede her daim aşkın var olabilmesi.


Filmin Künyesi

Yönetmen : Philippe Aractingi
Senaryo : Philippe Aractingi, Michel Leviant
Oyuncular : Nada Abou Farhat ( Zeina) , Gheorgez Khabbaz ( Tony )
Süre : 98 dakika
Tür : Belgesel Sinema, Drama, Savaş, Aşk


20 Ocak 2009 Salı

aldım-verdim


- Sponsorluk anlaşması yapıyorsun ama karşılığında elindeki futbolcunun bonservisini ve bütün haklarını alıyorsun. Beşiktaş'a hediye edildiği söylenen futbolcu. Futbolcudan hediye olur mu ? orası apayrı bir konu. Delgado geldiğinde sponsor firmaya teşekkürlerini sunuyordun.
nasıl bir bağ içindeyiz kolaturca ile anlamış değilim.
Stad reklamlarında onlar,forma reklamlarında onlar,basketbol takımımızın isminin önünde, arena olarak salonda.

- erkan zengin transferi, alışık olmadığımız ama belkide olması gereken tarzda bir tranfer şeklidir. lakin aydın karabulut örneği var önümüzde. 6 aylık kiraladığın oyuncuyu eğer oynatacaksan ne olduğunu görebilirsin. yedek kulübesinde duran futbolcunun meziyetlerini bilmek zor olsa gerek. aha ona da örnek seric.

-semavi özgür isimleri dolaşıyor. takip etmedim, denizli izlemiş, tamamdır iyi adam diyormuş !
ilk geldiğinde kadro çok geniş, bir kaç futbolcu ile yollarımızı ayıracağız diyip, bu operasyon sinyali ile takımda ki bütün genç oyuncuları tek tek gönderen denizli ile ara tranferde 3. futbolcuyla anlaşacağız ve bir yabancı gelmek üzereymiş.

-sponsor anlaşmalarından tranfer görüşmelerine kadar anlattıklarımız sadece 1 haftalık süreci barındırmaktadır.

- zapo ve sivok'un tranfer ücretlerinde ortaya çıkan fark
-onlarca futbolcu ve hoca
-ödenen tazminatlar
10 saniye içinde aklımıza gelecek olan ilk çarçurlar bunlar.
ama ibra gelenektir yahu, tabi tabi. evet.

19 Ocak 2009 Pazartesi

müzik


Blog'a ilk yazılarımdan biri Pilli Bebek hakkındaydı. ara ara takip ettiğim amatör grupları ya da popülerleşmemiş sanatçıları yazmayı düşünüyordum. sevdiğim sanatçılardan bukleler okuyacaktım felan.

öyle sık sık dinleyipte, tüketmek istemediğim sanatçı ya da gruplar vardır. misal Cat Stevens dinleyeceksem mutlaka yanında şarap olmalıdır. açık söylemek gerekirse cat stevens'i geç tanıdım, sevdiğimde ise hep şarap içerken dinledim. evet öğrencilik yıllarıma tekabül eder. 2milyon türk lirasına yerel bir şarap olan Gacal eşliğinde, bozuk cd çalara monte edilmiş pc hoparlörü ve mum ışığı.

bob dylan ve hurricane şarkısı ise öğrencilik zamanlarımda yarı mesai çalıştığım internet cafeyi açar açmaz ilk dinlediğim parça olurdu. yanında 2 peynirli poğaça ve bir vişne suyu. şimdi dinlediğimde hala o peynirli poğaçanın tadı gelir aklıma.

yeni türkü'yü hep yalnızken dinlemişimdir tam tersi şekilde guns'n roses'i ayık ve yalnız kafa dinlediğim çok nadirdir. mamak türküsü ve november rain bu bağlamda yan yana oynayamazdı.

kesme şeker'in kum albümünün ise yeri apayrıdır. gecenin sonuna doğru cd çalardaki yerini alırdı. son şarkı olan zaten'de sızmaya doğru yol alırdık, ya da uyumaya. evde 12 kişi de olsa 2 kişide olsa bu şarkı bittikten sonra kesin bir sessizlik olurdu. ama şarkı bitmezdi aslında. 4 ya da 5 dakika sonra toplamda 12 dakikayı bulan son şarkı john lennon'ın love is real şarkısı gibi fade in ile bir giriş yapardı. ve ben hep kendime gelirdim o şarkı ile, ilk cümleyi tam hatırlayamamakla birlikte. şimdi dinlerken o cd çaların ve bozuk hoparlörün tadını hiç bir şekilde vermiyor.

uzundur ömür meraklanma
mühimdir yalnız telaşlanma
saatler geri yavaşlama
sayfalar sarı
bir zamanlar aşk olsanda


cem karaca her daim hayatımda olan nadir sanatçılardandır. kaset, cd, mp3 evresinde hep mevcuttu yani. tamirci çırağı ile başlayan şimdilerde sevda kuşun kanadında'ya varan.
bunun yanında haluk levent vardı bir zamanlar. peşinden konserlere koştuğum,albümlerini çıktığı gün aldığım, tüm şarkılarını ezberlediğim adam. kendim yetmezmiş gibi arkadaşlarıma aşıladığım ve şimdilerde beni gördüğünde sen bulaştırdın bizi bu illete diyen yani hala dinleyecek kadar müptela ettiğim insanlar.

goran bregoviç vardır mesela. tam bir duygu karmaşasında olduğum zamanlarda. keyiflendirip, hüzünlendiren. beni asla bir modda daimi tutmadığı için tercih edilesi.

hayatın ritimi ağır geldiğinde düşüncelerimle aynı ritimde olan portishead.
yanına ara sıcak olarak placebo. baktık ki saplanıyoruz audioslave ya da soundgardenle acil müdahele.

yanlış zamanda gelmişiz olm dünyaya tadında zamanlarıma beatles ve pink floyd ellerinde tuz koşardı. ve diğer saz arkadaşları.

ayda yılda bir denk gelmişsem akşam haberlerine. memleketten güzel haberleri aldıktan sonra ahmed arif. geri ikilide selda bağcan, ilkay akkaya.

serdar keskin .
evet bu yazının amacı sadece ve sadece serdar keskindi. neden bu kadar uzadı bilmiyorum.
biyografisini yazacaktım, hayatımdaki yerine değinecektim, şarkı sözleriyle bitirecektim.
denklem tiryakilerini anlatacaktım hatta.
bu yazıdaki amaç-sonuç ilişkisi ile bir denkleme daha sebebiyet verdim.

Anlatamadıysam kendimi sana
Bil ki kendimede anlatamamamdandır
Seni kendime, kendimi bana
Kendimi kendime anlatamamamdandır

Ölçüsüz iyiniyetler, iyimserlikler
Bazan büyük, çoğu kez küçük hesaplara yenildiler
Çoğaldılar belki ama eridiler

Yolculuğun son metreleri sanki
Dünya zaten sürgün yeri
Buluşsun artık şu kopası bellekleriniz
Yeni yollarda zaten bunu gözler
Terbiye gümrükleri, sürgün yerleri
Birde bütün bunlar yetmezmiş gibi
Sohbetlerde popa sardı
Denklem tiryakileriyiz artık hayattan

18 Ocak 2009 Pazar

Stay

Ryan Gosling'in döktürdüğü film. Tamam filmde Ewan McGregor da var ve o da iyi performans sergiliyor ama; Gosling abimizin eline kimseler su dökemez. Son zamanlarda en çok beğendiğim oyuncu. Geçtiğimiz hafta birkaç filmini peşpeşe ve tekrar şeklinde izledim.

Stay değişik bir film. Ailesinin ölümünden kendini sorumlu tutan bir genç, doğum gününde intiharını planlamaktadır. Psikiyatristi de bunu engellemeye çalışır. Engellemeye çalıştıkça da senaryo derinleşir. Muhteşem sahne geçişlerine bolca tanıklık edip, ne oluyoruz yav nidaları atıp, kurgu karşısında saygıyla eğildikten sonra oturup bir daha izliyorsunuz filmi.

Film boyunca gerilip, mevcut bir ton sahneyi çözmeyi çalışırken; son kare ile her şey öyle güzel ortaya çıkıyor ki. Ulen nerden geldi aklınıza, nasıl bir kurgudur bu?! Ama ille de elemanımızın barda ağladığı sahne...


Filmin müzikleri de çok güzeldir, meraklısına...

1. Mahlus Gardens
2. Opening Bridge
3. Dance Class
4. You're Real
5. Is That Your Voice?
6. Fortune Cookie
7. Leaving The City
8. Chasing Henry
9. Leon Sees
10. The World Is An Illusion
11. Stay With Me
12. A Walk in the Rain
13. Sam and Lila
14. From Another Life
15. Forgive Me
16. It's Too Late
17. Fountai
18. Troubles Will Cease
19. I'm Never Gonna Sleep Tonight
20. Museum (Extra Track)
21 Henry Dies (Extra Track)

http://rapidshare.com/files/185178024/Stay_OST.rar

17 Ocak 2009 Cumartesi

Mutlu Seneler


Doğum günün kutlu olsun canım kardeşim...

Şairler'de olup, kutlamak vardı.

16 Ocak 2009 Cuma

Olmaz Olsun




45'lik mp3 lerimin arasından ara ara dinlediğim bir Sezen Aksu parçası.

olmaz olsun cüzdanımda milyonlar
kalbimde sevgin oldukça
zenginlik mal mülk para neye yarar
yanımda sen olmayınca
bazen neşe bazen keder
hayat böyle geçip gider


tribünde bestelenmiş hali

neyleyim cebimdeki milyon doları
sen şampiyon olmayınca
bazen sevinç bazen keder ( paso keder )
beşiktaşlı olmak yeter

sanırım şu günlerde şarkının orjinal bestesi daha bir anlamlı. şampiyonluk için her yol mübahtır felsefesini hiçbirzaman benimsememiş bu taraftar için beşiktaş sevgisinin zedelenmemesi çok daha önemlidir.

15 Ocak 2009 Perşembe

Beşiktaş - Werder Bremen


yeni oyuncularımız Yusuf Şimşek ve Serdar Özcan tarz olarak birbirine benziyor.
koşmadan da oyuna katkıda bulunabiliyorum diye veryansın eden sergen yalçın , yusuf'u izledikçe ben de atardım lan bu pası diyordur.
cisse 90 dakika oynadığına göre antalya'da fransız takımlarından menajerler var olsa gerek.
ibrahim üzülmez ise otele gitsekte deliksiz bir uyku çeksem derdinde.

şampiyonluğun en büyük adayıyız diyen mustafa denizli, şu maçla bile bize inandırıcı gelmiyor.
sebep ise ; kadro, sistem. evet bu adamın hala kafasında belli bir 11 ve sistem yok ve 2. yarıya girmek üzereyiz. ekrem dağ sağ açık, sol açık ve son olarak sağ bekte deneniyor.toraman ve zan kadroya zorla monte edilmeye çalışıyor ama zan çok eğrelti duruyor.

serdar özkan'ın sağdan sağdan bindirmelerini bu sezon başında çok beğeniyordum. arkasında serdar kurtuluşla çok iyi bir sağ kanat oluşturmuşlardı. ancak ligin başında bu 2 oyuncu orta açıyordu. amaca yönelik olarak sıfıra kadar iniyordu serdar özkan, şimdi ise tek hedef oraya ulaşabilme derdi, zorlama adamım, müsait bir yerde aç şu ortanı.

orta diyince aklıma seriç geliyor. izlediğimiz maçlarda yani oynayabildiği dakikalarda hep isabetli ortalar atıyor. bugün de güzel bir orta açtı. ama sol kanat bu adama emanet edilebir mi onu tam olarak kestiremiyoruz, 90 dakika zorlu bir maçta izlemek lazım.

tello'ya antalya yaramış sanki. futbolu yine her zaman ki gibi iyi ama genelde 60-70. dakikalar arasında oyundan kopardı. kondisyon sorunu geldiğinden beri mevcut,90 dakika oynasa biz bu takıma 10 numara oyuncu aramayız.

Die Fetten Jahre Sind Vorbei - The Edukators


2004, Alman yapımı film. İzlediğim ana kadar duymamıştım daha önce. Arkadaş tavsiyesi ile haberim oldu.

Mevcut sistemi eleştiren ve buna dair kendi çaplarında eylemler yapan 3 gencin hikayesi. Değişik bir eylem yolu izliyorlar. Zenginlerin evine gizlice girip, eşyaların yerini değiştirip not bırakıyorlar.

" Çok fazla paranız var. "
" Varlıklı günleriniz sona erdi. "

Tek yaptıkları bu, hırsızlık ya da başka bir şey yapmıyorlar. Yaptıkları bu ilginç eylem ile evin sahiplerine saf korkuyu en derinden yaşatmayı başaran kahramanlarımız, yine bir eve girmişken bu sefer ev sahibine yakalanıyorlar. Ve bu yakalanış kendi hikayelerinin karışık bir hal almasını sağlıyor.

Kapital sistemi ve günümüzde olan bitene karşı duyarsız olan toplumu eleştiren film kesinlikle seyre değer.

Her yürek devrimci bir hücredir

13 Ocak 2009 Salı

Yol


Beşiktaşlı bloggerlar güzergahı sonunda tamamlamışlar.
İlk bildiğimiz beşiktaşlı blog ferdinand'ın beleştepesiydi.

ardından ege ile birlikte beşiktaşımızın maçları öncesinde toplandığımız, kulüp binasının karşısındaki, şimdilerde şairlerin yanısıra Süleyman Seba'nında heykelini içinde bulunduran şairler parkından esinlenerek bu blogu kurduk.

daha sonra ismi bizim için hep şeref bey olarak kalan stadımızın ismi olan şeref stadı blogunu keşfettik.

beşiktaş merkez kafasına göre herkes ise 2008 yılının mayıs ayından beri mevcuttu.

stad ve beleştepe ile beşiktaş merkez ve şairler parkı arasında kalan dolmabahçe yolu ise uzun süredir boştu.
bugün şerefbeystadı blogunda ki yorumda farkettim ki artık o da mevcut. dolmabahçe caddesi...
buradan kendisine bir hoşgeldin diyorum.

Beşiktaş'lı blog okuyucularına tavsiyedir. Semt havası kıvamında blog ziyaretleri için izleyeceğiniz yol .

BEŞİKTAŞ MERKEZ

ŞAİRLER PARKI

DOLMABAHÇE CADDESİ


ŞEREF STADI

BELEŞTEPE


anadolu yakasına geçecek olan taraftarlar için beşiktaş-üsküdar motor iskelesi isimli bir blog olsa fena mı olur .

11 Ocak 2009 Pazar

Vicky Cristiana Barcelona

2 genc kız yaz tatilinde okullları ile ilgili olarak Barcelona'ya giderler. Ve olaylar gelisir. korku, gerilim, intikam, kan. yok yok boyle degil. eger klasik bir holywood filmi olsaydi boyle olurdu muhtemelen.
bir ask filmi var karsimizda. ask'in ne olduguna bize gosteren, sonunda da salya sumuk aglatan.
ayrildiktan yillar sonra bir araya gelen 2 aşık sahnesiyle, romantik ispanyol muzikleri ve barcelona sokaklari. yok yahu boyle de degildi. yerli yapim olsaydi boyle olurdu buyuk ihtimal.

filmin yonetmeni ve senaristi woody allen olunca, isler degisiyor. buyuk usta, buyuk yonetmen kelimesi adamin kalibiyla alakali degil. filmin sonuna dair, ya da klasik bir sona dair tahmin yurutmek bile cesaret ister. sinemayi sevdiren adamlardan zat-i muhterem.
cast secimine dikkat, javier bardem, scarlett johansson, penelope cruz ve tanimadigim bir oyuncu rebecca hall. su oyunculari biraraya getirme fikri bile ayri bir meziyet ister.

ustalara saygi satirlarindan sonra filmimize deginebiliriz.
vicky ve cristiana isimli iki kiz arkadas yaz tatilinde okullari ile ilgili bir calisma icin barcelonaya giderler. vicky kizimiz nisanli ve tutucu, cristiana ise - kendisi scarlett johansson olur - ben ozgur ruhluyum modunda gezinen bir kardesimizdir. (yazinin devami spoiler icerme tehlikesi barindirmaktadir, ) bunlar barcelonada gezer tozarlar. vicky katalanca ile ilgili yuksek lisans gibi birsey yaptigi icin olayi abartip lokantalara, sokak pazarlarina kadar gezer guzelim sehri. gel zaman git zaman bir sergiye giderler. kendini ozgur ruhlu hisseden cristiana sergide cat diye birini gozune kestirir, juan antanio ( javier bardem ) .
juan antonio dediginiz adam da arizanin onde gideni. bohem tanimlamasinin belki de tam karsiligi yasayan bir abimiz. karizma desen kendisinden 100 metre onde gidiyor.
simdi siz bekliyorsunuz ki bu kizlar bu adama asik olacak. birbirleriyle yarisacaklar.
antonio bunlari sergiden sonra bir restaurantta gorupte yanlarina gidene kadar boyle saniyorsunuz en azindan. antonio kizlarla ilk konusmasinda acik sozluluk denilen kavrami abartiyor, ikinizden de hoslandim, gelin bu gece suraya ucalim , gece de beraber yatariz. oha lan ne curet. tamam karizma felan ama. kizlar da tersliyor tabi ki, ya da vicky tersliyor diyelim. tutucu ya ablamiz nisanli oldugundan mutevellit. ama bir sonraki sahnede ablalar ucakta, kaptan koskunde pilot antonio esliginde o kucuk kasabaya dogru yol aliyorlar.
antonio kizlari kendine asik ediyor ! kisaca kestim ama oyle iste. tabi ki kupayi kaldiran ekip cristiana oluyor, dedik ya vicky nisanli diye. ama yine de antonio'ya abayi yaktigi gercegi yadsinamaz.

su hikayeden film cikmis. filmede bu kizlarin ismini vermissin iste. ama yetmemis. maria elena var bir de. kendisi penolepe ablamiz. antonio'nun en cok sevdigi kadin, en cok etkilendigi, en uzun yasadigi felan. ariza kelimesini antonio icin yazida kullandiktan sonra simdi maria elenaya ne sifat bulacagim diye dusunuyorum ve psikopat tanimlamasini yetersiz kalsa bile aciklayici olacaktir diye umuyorum.
simdi ne yapti, elde 2 vardi vicky ve cristiana bir de marla elena eklendi 3. esasli oglan olarak ise hala antonio tek.
buradan 3 kadini idare edebilmenin ayrintilarini ogrenecegini sananlara yanlis bilgi vermeyelim. filmin sonunu da yazalim tam olsun. koskoca ressam,bohem,ozgur ruh antonio tek basina kaliyor hayatta. ama ben sahidim ki hicbir cakalligi yok. issiz adam kendisi :D
kocaman alkisi once woody allen hakediyorsa akabinde javier bardeme de bir helal olsun esliginde alkis patlatmak sarttir.

simdi filmin tamamini anlattigimi sananlarin yuregine su serpecek aciklama geliyor. hicbirsey anlatmadim. film aska psikolojik bir yaklasimla yaklasarak, sosyolojik bir tespit yapacakken, felsefik bir soru olarak elimizde kaliyor.
ask nedir sorusuna cevap bulamazsiniz.
kim hakli kim haksiz, onunla evlenmeliydi gibi bir elestiride bulunamazsiniz.
her karakteri seversiniz, ama hicbir karakteri kendinize tam olarak benzetemezsiniz.
gozunuz barcelonaya doyar, hatta ben kendime bir bank bile kestirdim, eger birgun barcelonaya gidersem o bankta yatarim yani.
erkek izleyicilerin vickyden etkilenmeleri yuksek ihtimal.
bayan izleyiciler sinema cikisi bosuna javier bardem posteri aramasinlar, bulamazlar.

bu filmi bu kadar anlatmaya gerek varmiydi bilmiyorum ama parcalari yazinin sonunda tekrar yan yana koyma geregi duydum.

woody allen, javier bardem, penolepe cruz, scarlett johansson, barcelona, ask, gitar ...

9 Ocak 2009 Cuma

Biz Neye İnanıyorduk?


Halkların kardeşliğine inanırım ama renklerin asla. Kardeş takım tamlamasından hoşlanmam, hoşlanan da beni ilgilendirmez. Gerekçesi ne olursa olsun. Biraz da bundan kaynaklı olsa gerek mideme kramplar girmesi.

Tümer Metin bizden olaylı şekilde ayrıldığında kahrolmuştum. Evet sinirliydi, artistti, çoklarına göre gülmeyen adamdı (ki memlekette oto boka güldün mü senden iyisi yok), çok bilmişti, vs vs...Ancak biz Beşiktaşlılar biliyorduk ki Tümer istedi mi tek başına maçı alırdı. Defalarca şahit de olmuştuk buna. Samsun deplasmanında mağlupken oyuna girmiş, tüm stadın koro şeklinde kendisine ettiği küfürlere karşılık maçı alıp, İstanbul'a dönmüştür. Ayrıldığı sene Türkiye Kupası finalinde Fenerbahçe'yi yıkan adam olmuştu. Üstelik maç bitiminde tribünün önüne gelip, taraftar ile beraber " Burası Beşiktaş alayına gider " diye bağırmıştı bizle beraber. Aynı Tümer hafta sonu Gs ile oynayacağımız maç öncesinde Kapalı önüne gelip, aynı besteyi haykırıyordu yine. Haliyle deliriyorduk, kendimizden geçiyorduk. Televizyonlara demeç veriyordu: " İsmimin önündeki sıfattan memnunum ve her daim öyle anılmak istiyorum. Asla başka bir takımda oynamam." Kendisine bu lafları diyen çok topçu olduğu hatırlatılınca " Ben onlardan değilim. " diyordu. Biz de diyorduk, onlardan değil diye, öyle düşünüyorduk. Öyle inanmıştık. Bunların üstünden 1 ay geçmeden Tümer, karşı yakaya geçmişti. İşin aslını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz, ne oldu da geçti, ne oldu da o lafları yedi. Salt para mıydı?......

Bolca nokta. O zaman bulamadığımız yanıtı şimdi aramak yersiz. Canımız çok yandı, hakikat bu. Peki biz ne yaptık, dün gece itibariyle Yusuf'u aldık. Nereden? Bursaspor'dan. Bursaspor'un kaptanı Yusuf Şimşek. Bursa'da ne kadar süre oynadığı, kaptanlığı hakedip, etmediği beni ilgilendirmiyor. Onlar, Bursa'nın sorunu. Fakat biz bu Yusuf'u Beşiktaş maçı öncesinde tribünlerine amigoluk yaparken gördük, Bursa taraftarı bize söverken maestroluk ederken ve gittik O adamı aldık. Kim aldı? Otobüsünün önündeki Beşiktaş ibaresi sökülmeden Bursa şehrine girilmesine izin verilmeyen Beşiktaş'ın yine o dönem başında bulunan başkanı Yıldırım Demirören aldı. Dostlukmuş, profesyonellekmiş geçiniz bunları. Her sene Bursa'ya gidişimizde tonla şey yaşanacak; bir de gidip oradan futbolcu alıp, üstüne de genç oyuncu ikramı yapacağız. Ya bu Yıldırım Demirören balık, hafızası 3 saniye. Ya da Beşiktaş falan adamın zerre umrunda değil.

Türk futbolunda sol kanat oyuncusu sıkıntısı çekilirken, biz o bölge için en iyi aday olarak gösterilen Aydın'ı muhteşem transfer Yusuf için Bursaspor'a veriyoruz. Para verip, almak kaydıyla. Sonra özkaynak, gelenek diye dilimizde tüy bitiyor. Birileri bizi fena yoluyor.

Yapılan yanlışlar biri, ikiyi geçeli çok oldu. Her geçen gün, daha beter ne yaşarız derken, oo daha neler var tadında günler yaşatıyor bize Demirören.

Ne bitmez çilen varmış Beşiktaşım...




8 Ocak 2009 Perşembe

Karman Çorman



Okul bittiğinden beri işsizim. Boş durmamak için de abimin yanında çalışıyorum bir süredir. (Bir süre dediğime bakmayın, bana göre epey süredir) İş, kırtasiye-kitap...Mevzuya hakimim aslında yıllardır. Çünkü senelerden beri babanın ve abilerin yaptığı iş bu. Yıllarca kitap dağıtım işi ile uğraştılar. Sonra kriz hadisesi işin rengini biraz değiştirdi. Ben de şu an belli bir yaş grubu ile muhattapım çoğu zaman. Ortaokul öğrencileri sıklıkta..Ve gitgide bu yaş kesimine dair olumlu düşüncelerim azalmakta. Tamam ergenlik dönemi, hassas dönem vs. Ama çok pis dalasım var alayına. Bir de yetmezmiş gibi bunların anaları, babaları var. Yaşları büyük ama onlar da hala ergenlik dönemindeymiş gibi davranıyorlar.

Başıma gelen hadiseleri anlattığımda genelde gülüyor insanlar. Hem de öyle tebessümle değil, direk kahkaha. Başlarda bende gülüyordum. Ancak artık gülmemeye, gülememeye başladım. İş yerinde yaşananlar beni derin bir mutsuzluğa sürüklüyor. Tabiki de hadise sadece bu ortaokullu veletler değil. Hala işsizim bana göre. Geleceğimi göremiyorum, aylar sonrasını düşündüğümde şu ankinden bir farkı yok. Etrafımda benim gibi nice arkadaşım var. Ve onların nice arkadaşları. Mevcut ruh halim tüm yaşamıma yansımış durumda. Genellikle yalnız kalmak istiyorum, insanlarla vakit geçirme isteği ilk sırada yer almamaya başladı. Sürekli bir yorgunluk, mutsuzluk, karamsarlık. Tahlilimi yapıyorum ama reçeteyi uygulayamıyorum. En basitinden buraya giriyorum, yazmak için oturuyorum, sonra kalkıyorum tekrar. Bu yaşadıklarıma dair yalnız olmadığımı da biliyorum. Dedim ya etrafımda tonla benden var.

Bugün iş yerine bir bey geldi, fotokopi çekiyorum. Saat 11 buçuk falan. Dedi ki tapu müdürlüğüne gittim, öğleden sonra iş yapmıyoruz dediler. Ee niyeymiş dedim. Öyle diye yanıt vermişler. Ardından eklemişler, öğle yemeği saatine 10 yumurta, bir paket yağ getir diye. Rüşvete bak ne hale gelmiş. Ee dedim şikayet etsene, ses yok tabi. İşim olsun da nasıl olursa olsun derdinde insanlar. O zaman gelip, sızlanmayacaksın bana böyle dediler diye. Gider paşa paşa alırsın yumurtaları, hatta menemen bile yaparsın. Şu sinirli günlerimde keşke böyle densizin biri bana denk gelse!

Bu aralar sık film izliyorum, toparlayabilirsem paylaşırım. Epey güzel şeylere denk geldim. Marmara hazretleri gibi betimleyemiyoruz tabi ama:)

Metin Tekin şimdilerde top oynuyor olsaydı, Kanoute'nin yaptığını kesin yapardı, kalıbımı koyarım ortaya.

Filistin'e dair söylenen her şey yetersiz geliyor. Nasıl bir coğrafya ki içinde bu kadar hüznü barındırır ve Filistinli olmak ne kadar da zordur. Kefiyeler, poşu adıyla bu sene ülkemiz gençliğinin gözdesi idi. Sokakta tonla genç yakışıyor ya da yeni moda bu anlayışı ile boynundan eksik etmiyordu. Anlamını bilmeden... Hala öğrendiklerinden şüpheliyim büyük bir çoğunluğun.

7 Ocak 2009 Çarşamba

yazdıkça



- dayan filistin adı altında gerçekleştirilen eyleme yeterli sayıda katılım sağladık.
arada tekbir getiren ve beşiktaşla ya da beşiktaşlılıkla ilişkisi olmadığı her halinden belli olan şalvarlı abiyi saymazsak. ve küfürle protesto etme girişiminde bulunan eylemin ciddiyetinin farkında olmayan arkadaşlara rağmen.
zeki demirkubuzla tanka karşı taş savaşa karşı beşiktaş pankartının arkasında fotoğraf çektirdik ama fotoğraf çeken ablaya nasıl ulaşacağımı bilmiyorum.
yağmur altında eylemi gerçekleştirdik, ardından maç saatini bekledik, maça git,çıkışı felan derken vücudu baya bir yorduk. güzel bir uykuyu haketmişti bünyem. ama annem öyle düşünmüyordu. sabahın köründe haberlerde beni görünce heyecanlanmış, o heyecanın etkisiyle uyandırdı tabi ki. seni haberlerde gördüm ama neden çıktığını anlamadım, sonunu izledim ne oldu sorusuna verilen cevabın kısa bile olması, uykumun kaçmasını engelleyemedi. uzun zamandır sabah 8'de uyuduğum oluyordu ama en son ne zaman o saatte uyandığımı hatırlamıyorum. üstteki foto ise alıntıdır ancak içinde emeğim vardır.



- bir maç yaptı beşiktaş. ismi antep belediye olmasa formasına aldanıp avrupa takımı ile maç yaptığımıza inanabilirdim. 10 numarasız takım uzun zamandır arkadaş ortamlarında ara ara tartıştığımız konulardan biri. ne seninle ne de sensiz gibi bir durum.
mustafa denizliyi çıkardığı kado bakımından eleştiriyordum ama maç sonucu iyice anladım ki beşiktaş'ın hala oturmuş bir kadrosu yok. peki bu maç elindeki kadroyu görmek için iyi bir sınav olabilir mi ? bana göre hayır. takımının gerçek gücünü görmek için dişli rakiplerle oynamalısın, futbolcu psikolojisidir küçük takıma karşı daha farklı oynar. kazanmak ya takım oyununun ötesinde kendini gösterme çabası ister istemez olacaktır.

- gerek ülkemizde gerekse dünya futbolunda artık ön libero gerçeği vardır. en önemli mevki olarak o bölgeyi görüyorum . geçen sezon cissenin sakatlanması sonucu elimizde önlibero kalmayınca o bölgede 3 maçta 3 farklı adam denedik. mehmet sedef, serdar özkan ve ricardinho. yanlış hatırlamıyorsam 2 yenilgi 1 beraberlik aldık. zor buradaki adamın görevi. en basit tanımıyla hem rakipten gelen topları kesecek hem de ileriye top taşıyacak ve dağıtacak. fahri vardı mesela ileriye çıkışları çok etkili olan ve iyi bir müdafa oyuncusu koray, ikisinden bir önlibero çıkartabiliyorsun işte. cisse'ye ise ısınamadı bu tribün bir türlü. hani daha ilk geldi haberinde ismi itibariyle çakma cisse olması. pascaldan haberleri alıp, asabiyim şöyleyim böyleyim açıklamaları, ilk antremanlarda donla görüntülenmesi. eğreti hareketler sergiledi. yürekten dediğimiz oyunu bir türlü gösteremedi. evet boy avantajıyla iyi toplar kesiyor. hele topu fafası ile indirip daha yere düşmeden tekrar müdahaleler etmesi. ancak net birşey var ki olmuyor cisse ile. klebersonla olmadığı gibi.


- endüstriyel futbolu konuşurken aklına gelemeyecek konuları, geçmişi irdelerken buluyorsun. bu taraftarın ilk futbolcu bonservisi öğrendiği zamanlar ertuğrul sağlam ve ayhan akman zamanlarına denk geliyor. seba sonrası başkan adaylarının vaatleri arasında ise teknik direktörler var. bu da beşiktaş'ta ilk defa o zaman yapılmış. 3 başkan adayının 3 teknik dörektör vaadi.




- goodbye bafana. ismi itibariyle goodbye lenin'i hatırlatabilir. türkçe'ye özgürlüğün rengi olarak çevrilmiş. filmin çağrışım yaptığı filmle ortak noktası yok değil. değişmeyen bir ülkede değişen bir adamı anlatıyor. nelson mandela'nın gardiyanının anılarından beyazperdeye uyarlanan filmimizde, gardiyanın mandelaya ve siyahlara bakış açısının, mandelayı tanıdıkça nasıl değiştiğini görüyoruz. produksiyon olarak zayıflıkları göze batsada, konu sayesinde iyi kotarılmış bir film. mandela'ya ve güney afrika'ya beyaz bir adamından gözünden 30 yıllık bir bakış diyerek ayrıntılara kaçmadan son verelim.
ve ayrıntı gerektiren bir konu. yemeksepeti.com'la oldukça haşır neşiriz. her daim elimizin altında açık olabilecek yerlerin telefon numaraları ve menülerini bulundurmaktansa, burası aracılığıyla herşeyi çözüyoruz. reklam gibi olan bu giriş cümlesinden sonra baltalamaya başlayabiliriz. 30 ytl'lik siparişlere bazı restaurantlar beleş dvd veriyor. biz de birkaç arkadaş ortak sipariş verdiğimizde bu fiyatı tutturmaya bazen özen gösteriyoruz. özelliklede şimdiye kadar gelmiş olan filmlerin yüzde 95'ine el koyan kişi olarak çok daha hassas davranıyorum. ancak defolu film gerçeğini burası sayesinde öğrenmiş bulunmaktayım. 3 filmden 2'sinde kesin bir sorun vardır. en sık rastlanılan ise seslerin cızırdaması. goodbye bafanada ise altyazıların yarısı gözükmüyordu ve filmde 2-3 sahnede yerel bir afrika dili var. o sahnelerde ne konuştuklarını hala bilmiyorum. hani olrda 25 ytl'lik sipariş vericek olursanız 30'u tutturmak için bütçeyi zorlamayın aynı fiyata filmi zaten bulabilirsiniz.

- vicdan ile ilgili bir önceki postta kısaca bir şeyler karaladık. sektörde fonocuların ( fono film) filmi olarak geçiyor. zaten arka jeneriklere dikkat eden birisiyseniz bütün isimler tanıdık gelir. lafın kısası bu işin erbabı tarafından post produksiyonu yapılmış bir film. kurgu'da mustafa preşeva ismi bile yeterlidir galiba ( ancak kendisi fonocu değildir ).
tekrar belirtmek gerekirse ses kurgusu mükemmel derecede. görüntülerde ise seyirciyi yormadan ( evet burada nuri bilgeye taş atıyorum ) gayet güzel resimlere yer vermişler.
eleştirilecek yönleride pek tabi ki mevcut.
bu kadar iyi bir ses kurgusu olan filmin , bu kadar bariz şekilde kendini belli eden dublajlarının olması. izmir'de geçen filmde izmir'i görememek. devamlılık hataları.

- film eleştirisi yaparken gayet kibar olmaya özen gösteririm. yerli yapımıda desteklediğimi alenen her ortamda söylerim. sonuç itibariyle sinemayı seviyorum ve bu sektörün içinde, kenarında, ortasında bir yerlerde duruyorum. yani buradan para kazanıyorum. sinemanın içinde olmadan önce bende acımasızca filmleri, yönetmenleri eleştiriyordum belki de. klişe ve bir o kadar da gerçek bir açıklama yapmak gerekirse her mesleğin zorlu yanları vardır. bazen istenilen şeyi çekemezsiniz, oyuncu istediğiniz gibi oynamaz. post produksiyonda istediğiniz sonuçları alamayabilirsiniz. çekimlerde gözünüzden kaçam,aklınıza gelmeyen bir sürü vaka yaşanabilir. binbir türlü aksilik karşınıza çıkabilir. film kuş oldu diye bir tabir vardır. ve büyük umutlarla başladığınız filmi bir kuşa döndürebilirsiniz. film artık senaryodaki ya da kafanızdaki film değildir. işte bu sebeplerin hepsinden ötürü bir filmi eleştirirken bu durumları göz önünde bulundururum.
nereden çıktı bu konu. sinama öğrencisi 2 genç ile 129T isimli efsane otobüsümde yan yana yolculuk yaptım. konuşmaya birkaç kez dahil olmak istedim. ama kendimi bitmeyecek bir tartışmanın içinde bulacağımı biliyordum. yerli yapımları, holywood filmlerini, avrupa sinemasını geçtim. artık kült olmuş filmlerin bile bu kadar saygısızca eleştiribileceğine kulaklarım tanık oldu. beynim kabul etmedi. gözlerim 5 sene sonra sektördeki hallerini gördü.


- fotoğraf makinam bozulduğundan dolayı fotoğraf çekemiyorum bu aralar. çektiklerinden ne hayır gördük diyebilirsiniz, ben de destekler biçimde, yanımda her zaman gezdiririm ama haftada bir kere çıkartıp foto çekerim derim. ama olmayınca ulan makina olsaydı şunu çekseydim diyorsunuz. örneğin ; yılbaşı günü kafasında çarşı beresi olan trafik polisi.

bir yazımıza daha burada son veriyoruz, bir daha ki yazımıza kadar esen ve sağlıcakla kalın.
(sabahlamalardan dolayı bu aralar çok fazla trt izliyorum)

6 Ocak 2009 Salı

kısa kısa

- filistinden alınan gun gun olum haberleri, caresiz ve yalniz bir ulkenin bebekleri var misket oynayamadan misket bombalariyla tanismis,
soyleyecek soz bulamiyorsun, isyan edecek birisi yok karsinda ve internette sagda solda okudugun
ama hamas da bidi bidi diye soze baslayabilen insanciklar.

- ankarada ki 7 genc. ve aileleri, yakinlari. hayata erken goz yuman 7 genc.
ve bazi adamciklar cumaya gec kalma telasinda. ama esrar icmisler diye soze baslayan gazete, ciplaktilar diyen yine ayni adamcagiz. ama biraz insan olsaniz, o cocuklarin ailesi yerine koysaniz kendinizi . ya da hic denemeyin sadece susun.

- nazim vatan haini degilmis. has s... in oradan. vatan ayni vatan, nazim yine vatan haini.
size kalmadi onun vatandaslik hakkini vermek.
o bizim sevdalimizdir.



- memleketten spor haberleri
asparagas transfer haberleri, hergun yeni bir istatistik veri, eski topculardan anilar,

-memleketten sinema haberleri
box office der ki, holivud gitsin kendi coplugunde otsun. artik holywood filmlerine pek ragbet gosterilmedigi izleyici sayisindan gayet net anlasiliyor.
ve bir film. vicdan.
ses kurgusu bakimindan turkiyenin ilk en iyi filmi derim, isteyen izler, isteyen sadece dinlesede filmi anlayabilir.

4 Ocak 2009 Pazar

Katliamlara Karşı Atkılarımız Kefiyemizdir



6 Ocak 2009
Salı
Saat: 15.30
Barboros Meydanındayız

Katliamlara karşı atkılarımız kefiyemizdir!

Dayan Filistin!



1 Ocak 2009 Perşembe

2009

varsın kendi dertlerimiz bu yılda devam etsin,
ama beşiktaş olsun yüzümüzü güldüren sadece hayatta,
beşiktaşın yılı olsun kısaca.
ümit ediyoruz, umudumuzu dillendiriyoruz.

yeni sene yeni umuttur söyleminin ötesinde temennilerim,
kaç sene oldu şampiyonluk görmeyeli bu taraftar.

yeniden anarşi A lı çarşı pankartları asılsın kapalıya,
beşiktaşım oley besteleri söylensin dakikalarca bütün tribünden,
her maç çıkış dolmabahçe yolları inlesin, asık suratlar rafa kalksın.

maç konuşalım biraz. teknik, taktik detayların içinde boğulalım.
güzel golleri dillendirelim, hakem hatalarını değil.
deplasmanda yapabilelim, üstelik topluca gidebilelim.

amatör maçlarda salonlara sığmayalım.
maç önceleri alkole boğulmayalım.
küfürü ve rakip takım üzerine yapılan besteleri bir kenara bırakalım.

alt yapılardan gençler girsin kadroya tek tek.
futbolcuları selamlayalım semtte gezinirken.


çok mu oldu ? evet ...
yayınımız kaldığımız yerden devam edecektir.
zaten yazının sonuna kadar inandırıcı gelmemişti hiçbir cümle.
Olsun.
Olsun demekte zor olsa da ...