4 Temmuz 2012 Çarşamba

Çelişki



Yeni yönetimimiz, göreve geldikten kısa bir süre sonra, bir gazetede çıkan haberin ardından kamuoyuna duyuru başlığı ile bir basın bildirisi yayınladı. 11 Nisan 2012 tarihli açıklamada şu satırlar öne çıkıyordu:

" Futbol profesyonel bir oyundur; sözleşmeli futbolcuları da Beşiktaş'ın kölesi değil sözleşmeli futbolcusudur. Beşiktaş, her biri saygın bireyler ve iyi ahlaklı sporcular olan futbolcularının 'sahibi' değil, sadece işverenidir. 'Sahibinden satılık' gibi ifadeler, son derece çirkin, geri bir anlayışı yansıtan ifadelerdir. Beşiktaş Jimnastik Kulübü olarak bu ifadeleri kınıyoruz.


Berbat şekilde biten bir dönem ardından duyulan bu sözler, fazlasıyla umut vericiydi. Defalarca ve defalarca okuduk bu paragrafı. YD yönetimi süresince o kadar  çok şahit olmuştuk ki bunun tam tersi olan çirkinliğe. Şimdi bu sözler "işte bizim Beşiktaş'ımız" dedirtmişti. Sadece birkaç cümle bile bizi mutlu etmeye yetmişti.

Yine aynı başlık adıyla 23 Nisan 2012'de bir bildiri daha yayınladı yönetimimiz. Bu açıklamada da:

" Sportif başarı ile iyi yönetim birbirinin alternatifi değildir. Beşiktaş'ı hem hesabını kitabını bilerek iyi yönetmek hem de sportif başarı elde etmek mümkündür. Hatta aslında tek yol da budur."

" Beşiktaşlıların sabrının taşmak üzere olduğunun farkındayız. Ancak, kulübümüz ve futbol takımımızın içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için zamana ve çok çabaya ihtiyaç var. Kimsenin elinde sihirli değnek yok, hele yılların hasarının ve yıllar boyunca oluşmuş bir kötü kültürün bir günde ortadan kaldırılması söz konusu değil."

Bu sözler de fazlasıyla tatmin ediciydi. Çünkü yönetim, içinde bulunulan durumu inkar etmiyor, boş yere de vaat de bulunmuyordu. Durumu net şekilde tanımlayıp, kısaca çözümden söz ediyordu. Hele kötü kültür ifadesi en can alıcı noktaydı. Beşiktaş, geride bıraktığı yıllarda sportif başarısızlıktan daha büyük bir şey kaybetmişti. Ona has kültürünü.


25 Nisan 2012'de de başkanımız Fikret Orman bir açıklama yaptı. O açıklamada da şöyle bir alıntı mühim:

" Misyonumuz Beşiktaş'ı bu karanlık günlerden aydınlığa çıkarmak; vizyonumuz Beşiktaş'ı bir kurum olarak kişilere muhtaç kalmayacağı, sistemin hakim olduğu bir noktaya taşımak."

Orman'ın bu açıklaması en mühim olanı aslında. Kişilere muhtaç kalmayacağı... İlerleyen satırlarda bolca göreceğiz bunu.


Bu açıklamayı o dönem göreve gelen İbrahim Altınsay'ın açıklaması takip etti. 28 Nisan 2012 tarihli açıklamada söylediklerinden bazıları şunlardı Altınsay'ın:

" Biz taraftarlarımıza ancak sevinç gözyaşı vaat edebiliriz. Bu süreçte Beşiktaş elbette başarıyı da kovalayacaktır, ama bundan önce Beşiktaşlıların sahada gönüllerinden geçen takımı görmekten mutlu olacağını biliyoruz. "

" Ülke futbolunun itibarının içeride ve dışarıda tahribata uğradığı, futbola olan güvenin ciddi biçimde zedelendiği bir dönemden geçiyoruz. Beşiktaş bu ortamda eskisi gibi bir güven ve sempati odağı olmak zorunda. Eskisi gibi Beşiktaşlı olmayanların ikinci takımı olmak zorundayız. Futbolla ilgilenmeyenlerin de sevgiyle baktığı bir “örnek takım” olmak zorundayız."


Özellikle 2. paragraf vurucuydu. Bizlerin "neden Beşiktaşlı olduk"  hikayesinin mühim satırlarını barındırıyordu. Ne kupalar, ne şampiyonluklar... 15 sene boyunca şampiyon olamadığı dönemlerdeki gibi günden güne kalabalıklaşan bir kitleye sahip olan ve saygı gören bir Beşiktaş hayali.

Yönetim kanadı son derece doğru ve düzgün açıklamalar yaparken ne oldu peki?

Futbol şubesi ve hoca ile ilgili konularda, arzu ettiği olmadığı takdirde istifa ederim tehdidini sunan Levent Erdoğan sıkıntısı baş gösterdi öncelikle. Hukuk işleri ve eğitim kurumları komitesinden sorumlu olan Levent Erdoğan, kendisiyle alakalı olmayan bir sorumluluk alanı için "kapris" yaptı. İşin daha da üzücüsü, bu kaprisi kabul gördü. Bu kaprisin kabul göründüğü andan itibaren yukarıda alıntı yapılan birçok satır anlamını yitirdi. Beşiktaş'ın içinde bulunduğu sıkıntıların ana kaynağında "kişilerin" bu takındıkları tavır etkili olmuştu zaten. Yukarıda da alıntıladığımız, Fikret Orman'ın kişilere muhtaç kalınmayacağı sözünün de ilk göz ardı edilişiydi. Taviz bir kere verilirse, gerisi gelir.

Erdoğan, bu kaprisiyle - ki YD yönetiminde de benzer tavrı sergilemişti- kazanan oldu. İstediğini yaptırdı. Fikret Orman, buyurun istifa edin diyemedi. Ona diyemedi, bunun üzerine işine karışıldığı gerekçesiyle Altınsay istifa etti. Görüntüde Erdoğan kazanmış, Altınsay kaybetmişti. Asıl kaybeden yine Beşiktaş'tı. Aynı bir önceki yönetimdeki gibi şahıslar, Beşiktaş'ın önüne geçti.

Sonra Haziran ayının başlarında, Fikret Orman katıldığı bir tv programında Rüştü Rençber için: 
" Ben, 39 yaşında bir oyuncuyu takımda görmek istemiyorum. Yeni gelecek olan teknik adam ne der bilmiyorum ancak Rüştü'nün Beşiktaş'ta devam etmesi doğru değil." dedi. Başkanın kişisel fikrini paylaşmasında elbette bir sakınca yok. Ama bunu ifade şeklinde ciddi bir sıkıntı var. Fikret Orman, bu kulübün başkanı. Teknik direktörü değil. Bir oyuncudan nasıl verim alınıp, alınmayacağı hakkında uzman bilgiye sahip değil. Bu kararı verecek olan kişi de takımın hocasıdır. Yeni gelecek olan hoca ne der bilmiyorum diyip, peşine de Beşiktaş'ta devam etmesi doğru değil derseniz kimse ilk söylediğiniz cümleyi dikkate almaz. Rüştü'nün Beşiktaş'a gelişinden rahatsız olan bir Beşiktaşlı olarak, Rüştü'nün bu şekilde bir "hoşçakal"ı da hak etmediğini düşünüyorum.

Yönetimimiz, bu süre zarfında sık sık oyuncu maaşlarına ilişkin sıkıntılarını dile getirdiler, haklı olarak. Çünkü bir önceki yönetim " ayranımız yok içmeye..." modelini benimsemişti. Oyuncuların bonservislerine ve kendilerine verilen yüksek meblağlar maddi anlamda bizim elimizi, kolumuzu bağlayan baş sebeplerden biriydi. Buna çeki düzen verilmek istenmesi de çok normal. Normal olmayan bunu yaparken izlenen tavır.

Yüksek ücretli oyuncularımızdan biri olan Egemen Korkmaz'ın geçen sene başında geldiğinde imzaladığı sözleşme şöyleydi: Senelik 1.1 milyon Euro garanti para ve maç başına 25 bin Euro. Beşiktaş adına o kadar kötü bir sözleşme ki bu. Koca koca iş adamlarının, şirket yönetenlerin nasıl böyle bir sözleşme hazırladıklarını ya da nasıl kabul ettiklerini anlamak güç. Yılda 1.1 milyon Euro garanti para vermeyi taahhüt ettiğin bir adama, bir de maç başına para vermenin mantığı nedir? Maç başı para vereceksen, garanti ücreti neden bu kadar yüksek tutuyorsun? Üstelik daha sözleşmeyi imzaladığı an 11'de düzenli oynayacağı belli olan bir adama. Bu ve diğer oyunculardaki benzer sıkıntıların hepsi eski yönetimin eseri. Ne yazık ki düzeltmek de yeni yönetimin ana görevlerinden biri.

Bu rakamlar doğrultusunda Egemen'e indirim teklif edildi. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Yönetim, açıkça bu rakamları karşılayamayacağını dile getirmişti. Egemen de bu indirim teklifini kabul etmedi. Oyuncu, teklifi kabul etmedi diye yargılamak oldukça gereksiz ve çirkin bir durum. Oyuncudan sana "yardımcı" olmasını istiyorsun; ancak bunu yaparken kullandığın üslup o kadar kötü ki, karşındakinin evet demesi neredeyse imkansıza yakın.

İkinci başkan Ahmet Nur Çebi, Egemen'in sözleşmesindeki rakamları ödemekte zorlandıklarını belirterek, Egemen'in de indirime yanaşmamasına istinaden şu sözler ile geleceğini yorumladı: "Fenerbahçe, Egemen'i almak istiyorsa gelsin, Egemen de oraya gitmek istiyorsa, onlar da bize gelsin. Kız, bizim kızımız. Gelin, evden istenir. Babasından istenir. Ama duyuyorum, duyum tabi bunlar. Herkes, Beşiktaş nasıl olsa ödemez, kontratlar iptal olur, herkes bonservisini bedava alır, gider. Yok, biz kızlarımızı öyle kimseye yok pahasına falan vermeyi düşünmüyoruz. Çok gerekiyorsa, Egemen, bu paralarda 50xX (aldığı maç başına istinaden) dediğimizi almaz, biz onun kalbini kırarız, o da oturur kulübede bekler bizi."

Kulübün ikinci başkanı bunları söyledikten sonra Egemen'in Beşiktaş'ta forma giymeye devam edeceğini düşünen bir Beşiktaşlı var mıydı? Ben, bir taraftar olarak bu sözlerden rahatsızlık duymuş ve utanmışken, bu sözlerin muhattapı olan oyuncunun ne yapması bekleniyordu? Egemen, Beşiktaş'a gelmiş olmasından rahatsızlık duyduğum isimlerden biridir. Sebebi de geçmişte Bursaspor forması ile Şeref Bey koridorlarında yaptıklarıdır. Bunu asla unutmam, Beşiktaş formasını giyerken de unutmadım. 50 maç boyunca Beşiktaş formasını terletirken, sergilediği performansı da unutmam. Ve onunla bu şekilde yollarımızın ayrılışını da. Benim için fazlasıyla utanç vericidir. Beşiktaş, yollarını ayıracağı oyuncuyla bu çirkin dialoglar sonrasında değil, karşılıklı güzel temenniler ile ayrılmalıdır. Kaç senedir her hangi bir oyuncumuz ile iyi ayrıldığımızı, alacaklarına karşılık bonservisini vermediğimizi anımsamıyorum. YD yönetiminde de böyleydi, şu kısa süreçte de böyle. "Ama eski yönetimin maddi yanlışları yüzünden elimiz, kolumuz bağlı" denildiğinde hak veriyorum; fakat bunu çözmeye yönelik izlenen politikayı da eleştiriyorum.

İlk göreve gelinen zamanda yapılan açıklamalar ile yapılanları görünce tezat bir tavır sergiliyor yönetim. Şubelerde maddi küçülmeler, kaybedilecek, hatta uzun süre alınamayacak kupalar korkutmaz bizi. 15 sene şampiyonluğun gelmediği dönemde Baba Hakkı ne de güzel söylemiş: "Hasretlik, bizim nüfusumuzu arttırdı"  Hasret, korkutmaz bizi. Bizi, biz yapandır. Zihniyet küçülürse, kötü kültüre esir düşerse kaybeder Beşiktaş. Korkumuz da bu yöndedir. O yüzdendir bu çelişkiye itirazımız.

1 yorum:

Yakup Sabri İNANKUR dedi ki...

Son 10 yılda birçok slogan türedi. Çoğunun içi boştu. Hafif kafiyeli, bol atarlı olmaktan başka bir numarası da yoktu bu kelimelerin. Boş sözlerin türeticileri de tüketicileri de boştu elbet. Beşiktaş'taki kocaman boşlukları kapatmak için ilüzyondan ibaret laf curcunasıyla geçirdik 100. yılın sonrasını.

Tek bir slogan, tek bir cümle vardı. Dolu dolu, farklı, gerçek, bizi, Beşiktaş'ı ve aramızdakini anlatan:
"ÇOCUKLUĞUMUZUN BEŞİKTAŞ'INI İSTİYORUZ"

Hepsi bu.