30 Ekim 2009 Cuma

Zeki Demirkubuz Röportajı

“Tek inancım Beşiktaş” diye düşündüğünüz doğru mu?

İnançsızlık ahlaki olarak kendimi koyduğum yer. İnsan başta kendisi olmak üzere, önüne konan her şeyi sorgulama gücüne sahip olmalı. Böyle bir nokta insanı inançsızlığa götürüyor. Her şeye karşı. Ben böyle biriyken, böyle düşünürken kendimle çok çelişiyorum. Beşiktaş’a böyle bir bağım var. Bunun bir nedeni de yok. Zaten Beşiktaş’ı nedenleri ortaya çıkararak anlayamayız. Her şeyi sorguluyorum, bir tek onu sorgulamıyorum.


Yenildiği zaman da sorgulamıyor musunuz?


Tabii, tabii. Özellikle o zamanlar. Bütün maçları izliyorum. Her yıl deplasmanların yarısına giderim. Çarşı Grubu’ndan açıkçası dışarıdan göründüğü kadar etkilenmiyorum. Benim için Beşiktaş için kafa ve gırtlak patlatan, fedakârlık yapan insanlar. Yaratıcılıkları ortada ama ben daha çok yalnız ve kendilerini başka türlü ifade eden Beşiktaşlıları seviyorum. Grupları boş verin, tek tek inanılmaz insanlar var. Çarşı da bu zamanlarda daha içe dönük olmalı bence.

---- ----- ---- ---- ---- ---- --- ----

Geçen gün Taraf gazetesinde okumuş, bir ara bloga atarım diye düşünmüştüm.
Akıl sağlığını hala yitirmemiş ''Deli'' adamların başında gelir Demirkubuz.
Büyük laflar etme derdinde olupta başladığı cümleyi bitiremeyen yönetmenler gibi olmadığından, bir insan gibi konuşmaya yeltendiğinden söyledikleri hep bir anlam ifade ediyor.

Röportajın tamamı : Taraf Gazetesi

25 Ekim 2009 Pazar

Eskişehir Deplasmanı - 2



-Maç günü saat 11'de 4 arkadaş Haydarpaşa'dan trenle Eskişehir'e hareket.

-Trende Atıf Keçeci, Sanlı Kaptan, Bilal Meşe, Itır Esen ve Karagümrük ile Asya grupları . Beşiktaşlı blogcu kontenjanından ben ve Askapuska ( taksim ).

-Restaurant kısmını önce ufaktan Beşiktaş besteleriyle ortama hazırlama, Eskişehir'e yaklaştıkça yüksek seste tezahuratlar. Ellerde sigaralar, biralar. Ortama ayak uyduran garsonlar. 3'lü çekmeye çalışan amcalar.

-Eskişehir'de önce gar'da biraz bekletilmece ardından toplu taşıma araçlarıyla stada götürülmece.
Toplu taşıma kısmında amir'le iletişimim etkili olmuştur. Zira onlar sadece biletli seyircileri bırakacaktı stad'a ve kimsede bilet yoktu henüz.

- İstanbul'dan tek bir taraftar otobüsü bile kalkmamış. Tribün dolmayacak mı acaba telaşı ? Biletsiz Beşiktaşlıların çok fazla olması. Dışarıda ufak bir münakaşa. Ardından istanbul'dan telefonlar, '' Ne oldu olaylar çıkmış''.

-Maça erkenden girdik yine. dışarıda kalanların durumu belirsizliğini koruyor. Polisle ufak tefek itiş kalkışlar yaşanıyor sürekli.

- Öncelikle bknz. Eskişehir Deplasmanı. Eskişehir Tribünü ile ilgili düşüncelerim değişmedi. Takımı 90 dakika desteklediklerini söyleyenler yalan söylüyor. Ne izliyorsunuz televizyondan siz. Kareografi yapmak çok güzel olabilir hadi diyelim o maytaplarda güzel bir görüntü oluşturdu. Ama takıma gerçek anlamda destek 90 dakika susmadan, rakibe baskı kurarak olur. Sayıca az olmamaıza ve üstüne üstün tribüncü diye tabir ettiğimiz kişilerin taş çatlasa 30-40 olduğu bir tribüne rağmen daha iyi olduğumuzu düşünüyorum. Ve taraftarın görseli atkısıdır.




-Maç başlamasına yakın Noat'da bize katıldı. Tribünde amigo olmadığı için futbolcuları tek tek çağırma işi bize düştü. Noat'ın arkadaşından gelen kadro mesajına göre çağırıyorduk futbolcuları. Bobo ile başlayıp Nihat ile devam ettik. Ardından Serdar Özkan diye bağırdık ama bir türlü gelmedi. Noat'ın arkadaşı kendi tahmin ettiği kadroyu göndermiş. Serdar Özkan gerçekte kadroda yoktu ve ısınanlar arasındada. Daha sonra ise Rüştü'yü çağırmaya yeltendi önden bir grup. 1 bağırdılar 2 bağırdılar gelmedi. Hakan'a bağırdılar sen getir diye. Nazlandı kalecimiz gelmeyeceğim diye. Taraftara sırtına döneni topu tutmayı bile unutan bir kalecimiz var ne yazık ki. Tez zamanda gitsen keşke ...

- 3 top yapamayan Beşiktaş. Top kesemeyen Fink. Her müdahalelerinde bize Zan'lı günleri hatırlatan Kaş ve Toraman'lı stoper hattımız. Gol atamayan golcülerimiz. 10,5 numerosunu maçın yarısında çıkaran hocamız.

- Noat'la maç öncesi Bursa'nın 6 gol atmasını konuşuyorduk. Ertuğrul'un biz de yapamadıklarını Bursa'da yapmasını. En son ne zaman 6 gol gördüğümüzü. Ben en farklı galibiyet olarak 3-0'a razı olduğumu söyledim. Noat bu maç için 1-0 yeter demişti. Dediği gibi oldu ve 1-0 yetti valla.

- Dönüş treni saat 01:27'de. 2 saat boyunca gar'da o koltuk senin bu koltuk benim yer kapıp uyuma çalıştık. Tren bir kaç dakika rötarlı geldi. Ardından yola koyulduk. Saat 4'de durduk. Sebebi ise saatlerin bir saat geriye alınacak olması ve bizim 1 saat boyunca mola verecek olmamız. Sebebi nedir hiç bir şekilde anlamadım. Zamana ayak uydurmak için 1 saat bekledik.

- Haydarpaşa'ya varış yeni saate göre 7'yi bir kaç dakika geçiyor. Gar'da ve Kadıköyde tek tük fenerli var. Biz nereye geldik ya da bunlar nereden burada bakışları atıyorlar bize.

- Güzel deplasmandı. Her güzel deplasman sonrası dediğim gibi. Böylesinin nicesine ...


24 Ekim 2009 Cumartesi

Eskişehirspor : 0 - Beşiktaşımız : 1


İşte olduğum için maçı izleyemedim. Maçın başlamasıyla radyoyu açtım; ancak sürekli gelen-giden ve koşturmaca yüzünden bir şey anlamadım. Sesi kıs, tekrar aç. Baktım olmuyor, kapadım radyoyu. 2. yarı başladıktan belli bir süre sonra çıktım işten. Arkadaşı aradım, yoldayım, gol olursa haberdar et diye. Tempolu şekilde yürüyorum, ne telefon çalıyor ne de mesaj sesi. Ben eve yaklaşıyorum hala sessizlik. Derken mesaj geldi, aha gol diye umutlandım. Gelen mesaj : "Bobo çıktı, Nobre girdi." Ben goool diye mesaj beklerken bunu görünce sağlam bir sövdüm.
Tümünü Yasla
Eve girdiğimde dakika 76 idi. Sırtımı yaslayıp, soluklanmadan Nobre boş kaleye kaçırdı. Birkaç dakika sonra kuzenim arayıp, acil aşağı in dedi. Aşağı indim, gol olmuş. Koşarak merdivenleri çıkarken bir yandan arkadaşı arıyorum, kim attı diye. Son dakikaları ayakta izledim zaten.

Kötü oynadığımız mücadelelerden biri olmuş yine. İzlemediğim için çok dert etmiyorum açıkcası. Üstelik hafta içi yüksek tempoda maç oynamışken, takımın en önemli ilk 3 adamı sahada yokken, yine kötü oynadığımız halde kazandığımız için mutluyum. Bu galibiyetleri aldığımız takdirde işimiz daha kolaylaşacak. Kötü oynanan dönemde kayıplar artınca takım için her şey daha zor hale geliyor. (evet bu aralar pollyanna ile takılıyorum. ) Beşiktaş'ın üstüste maç kazanması çok önemli.Çünkü bir süredir yitirdiği bir alışkanlıktı bu.

Deplasmandan dönenler daha ayrıntılı anlatacaklardır her şeyi.

Ekrem'in gol sevinci ve Doğa'nın makus talihi...

22 Ekim 2009 Perşembe

Napıyoruz, Umutlanıyoruz


Maçtan birkaç gün önce Ekşi Beşiktaş yazarlarından Eser'le konuşurken, msn iletisi dikkatimi çekmişti. " 62' Wolfsburg : 0 - Beşiktaş : 2...Benim bilinçaltı durumu direk sahiplenmiş, o gece rüyamda maçı izliyordum. Ve 62. dakikada 2-0 öndeydik, ulan Eser diye keh keh gülüyordum. O kadar gerçekçiydi ki, uyandıktan sonra rüya olduğunu farkedince epey bozuldum.

Ardından gün içerisinde başka bir Beşiktaşlı kardeşimiz mesaj attı: Rüyamda 4-1 kazanıyorduk diye. Haydaaa tüm Beşiktaşlılar rüyaya mı yattı nedir?! Taksim'le konuşuyoruz, rüyalarda yeniyoruz diye. Öyle böyle fark yemeyeceğiz galiba dedi. Güldük, aslında halimize gülünürdü. Beşiktaş'ın bizleri bu derece umutsuz, güvensiz yapması trajikomik bir hadise.

Maçın ilk 10-115 dakikası Wolfsburg'un tempolu oyunu ile geçerken, yeter ki şu dakikalarda gol yemeyelim yoksa devamı gelir endişesi vardı. Bu dakikaları da atlatınca younda zaman zaman ciddi anlamda söz sahibi olan bir Beşiktaş'ı izlemek keyif verdi.


Maçın başlarında spiker birkaç defa aynı şeyi söyledi. Wolfsburg'un en önemli 3 oyuncusu olan Grafitie, Dzeko ve Misimovic'in toplam maliyetlerinin 13 milyon küsur olduğunu söyledi. Bizim toplam 13 milyona mal olan iki oyuncumuz İsmail ve Tabata ise yedekti. Oyunculara verilen paraların yüksekliği onları sürekli oynayacağı manaya gelmez elbette; ancak neden oynamadıklarının bir izahı da yok. Ha Tabata'yı Kasımpaşa maçında asist yapsın diye aldı isek sorun yok!

Rakip 10 kişi kalıncahamlesini geç yaptı Denizli, hamleyi geç yapmasa kazanabilirdik de. Ferrari harika bir oyun çıkardı. Birçok arkadaşın değindiği gibi Demirkol'un kulaklarını çınlattı. Fink, Türkiye ligi için her türlü yeterli olduğunu ama Şampiyonlar Ligi gibi bir turnuva için ilk tercih olamayacağını gösterdi.

Şimdi grup öyle garip bir hal aldı ki, evimizde Wolfsburg'u yenersek ve Cska deplasmanda kaybederse 4 puanla grup ikincisi oluyoruz. Bu durumda da Beşiktaş bizlere " asla umudu kaybetmeyin " dersini verir.

Bir Tutam Umut

Sizler yeter ki inanın, biz hep inanıyoruz ...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Bjkbloglar.com

Blog aleminin sayılı Beşiktaş'lı bloglarından haberdar olmak artık çok daha kolay.
Bir fikir-düşünce eyleme dönüştü ve Bjkbloglar.com yayın hayatına başladı.
Haydi o zaman Omuz Omuza.

Katılmak için info@bjkbloglar.com 'a mail atmanız yeterli.
Tabi ki esas koşul Beşiktaş'la ilgili içeriğe sahip bir blog olmalıdır.


Elimizdeki bütün Beşiktaşlı blogları ekleyebilirdik ama önce sormanın gerekli olduğunu düşündük. Site ile ilgili gözünüze çarpan bir hata ve-veya isteklerinizi mail yoluyla bildirebilirsiniz. Blogunu eklemek için mail gönderen herkes sitenin araçlar kısmından Omuz Omuza standına uğrayıp kendine yakışanı giysin.

not: Sitenin domain ve server işlerini halleden yakın arkadaşımız Umut'a (umut903) ayrıca teşekkür ederiz.
Ortak yazıdan ayrı olarak gecelerce bu site için uğraşan Askapuska'nın da ( taksim) elleri dert görmesin.

18 Ekim 2009 Pazar

Beşiktaşım Benim...#6 (13 Nisan 1986 Beşiktaş - Fenerbahçe)



Ne varsa eskide var diye teselli ediyoruz kendimizi.

Toprak sahadan farkı olmayan bir zemin, tıklım tıklım tribünler .- ki artık böylesine dolu maçlara şahit olmuyoruz bana göre-

Ziya Doğan, Metin ve Feyyaz'ın golleri.

Fikret'in sakatlandığı pozisyonda bizimkilerin arkadaşlarının yanına koşuşu. Buna da çok hasret kaldık.

Güzelim formalar.

Ve tabi ki koçum Metin.

Arşive katmak isteyenler için:

Beşiktaş - Fenerbahçe (13 04 1986)

Golü Gördüm



Denizli maçında gözler tribündeydi. Futbola dönük kimse yorum yapmadı. İzleyen ve sonucu pek umursayan olmadığı gibi bugüne kadar futbol konuşmayı unutmuştu herkes. Bu maçta tribünler ise protesto yapabilmiş ve olaylar çıkmamıştı. Başkan ve adamları tribünde değildi. Sahada ki maça odaklandığımızda aynı hamam aynı tas futbolla karşı karşıya kaldık.

Bu takımın hala doğru düzgün bir sistemi yok. Sistemi olmadığı gibi  kemik bir ilk 11'i bile hala mevcut değil. Topla oynama yüzdesi Kasımpaşa'dan daha düşük olan  Beşiktaş, top ayağında olduğunda ise hiçbirşey yapamayan bir Beşiktaş. Şöyle çok keyifli bir Beşiktaş en son ne zaman izledim diye düşündüm. Tigana zamanında ki Manisa maçı geldi aklıma. Sadece skor olarak iyi değildik, kanat bindirmeleri, ortalar, şutlar... Her yönden tatmin edici bir sonuçtu. Ne yaptığını bilen bir Beşiktaş'ı izlemek keyif veriyor, galipken bile çaresizlik içinde hücüma çıkan bir takımı değil.

Nihat'ın golünü atması sevindirici. Nihat'ın pasında Serdar eğer o topu ağlara gönderebilseydi keyif iki katından gıcır olacaktı. Serdar beceriksizdi(!)  ama daha sonra aynı posizyonu kendisi yarattı ve bu sefer narin oyuncumuz İnceman topu doğru yere gönderemedi.

Yusuf Şimşek, Rüştü Rençber ve İbrahim Üzülmez. Bu üçünün yaş ortalaması ile ilgili soru ancak lise matematiğinde verilir galiba.. Performansları iyi olsa yaşları sorun teşkil etmez aslında. Ama birbirleriyle yarışırcasına kötü performans sergiliyorlar. Emeklerine saygımız sonsuz. Onlarda bizim sabrımıza saygı gösterip  gitseler keşke. Üzülmez'i ayrı tutuyoruz tabi ki diğer iki isme göre. Üzülmez bu takımda jubilesini yapıp gitmelidir. Hatta mümkünse Real Madrid'le yapılmalıdır bu jubile maçı. Ama Yusuf'u ve Rüştü'yü görmeye bile dayanamıyorum artık. Rüştü degaj kullanmayı öğrenemeden emekli olmuş kaleci olarak rekorlar kitabına girebilir. Bence şimdiden başvursun. Yusuf ise Telefon Kulübesinde Çalımlar isimli bir program yapsın Acun'la. İlk konuk Eskişehirspor'lu Doğa olabilir.

Ferrari'nin kırmızı kart hatalı felan değildir bariz kasıtlı bir harekettir. Kasıt hakemdedir. Amacı penaltı vermek ve kırmızı çıkartmaktı ve istediğini yapmak için 2 oyuncunun omuz omuza ceza alanına girmesi yeterliydi. Posizyon oluşunca amacını gerçekleştirdi sayın hakem.

Haftaya Ekrem, Toraman, Kaş, Üzülmez dörtlüsünü izleriz gibi. Sözüm denizlinin fantezilerinden dışarı tabi ki.
Denizli demişken kendisi başka bir evrende sanırım. 2 maçtır taraftarın takımını desteklemesi gerektiğini söyleyip duruyor. Kendisi bize bir takım yarattığını sandığı gibi Tribünde yaşananları oyun olarak görüyor olabilir.

Stadımızda resmi bir lig maçında gördüğüm son gol geçen sezon ki Galatasaray maçında Yusuf'un attığı goldü. Geçen hafta iş dolayısıyla maça gidemedim. Antalya maçı seyircisiz. Antep ve Kayseri maçlarında gol yoktu. Sağolsun Nihat kendisinin ilk golünü attığı gibi benimde ilk golümü ağlara göndermiş oldu.

Fotoğraf makinasını götürmediğim nadir maçlardan biri. Savaş fotoğrafçısı değilim demiştim şakayla karışık. Sönük tribünleri ve keyifsiz arkadaşlar çekmek hoşuma gitmiyor.

Deplasman sezonunu açsak mı ? Haftaya belki Eskişehir'de belki Justin'de.

Puan Başına Kayıp


-Kafada binbir soru işareti ile beklenen bir maç. Bir o kadar da özlemle.

-Bir önceki maçta tribünde yaşananlar göz önüne alınınca, bu maçta tatsız şeyler olmaması sevindirici. Maçta olan arkadaşlar daha sağlıklı yorumlar yapabilir.

-Sabırsızlıkla gol atmasını bekleyip, kendine has sevincini görmek istediğimiz evlat Nihat. Öyle bir maçta gol attı ki, beklediğimiz sevinç yine yalan oldu. Takımca hocalarına sahip çıktılar.Takım adına mühimbir nokta.

-Tribünleri temizlesene...

-Toraman'ın forma numarası değişmiş. 20 numara ile sahadaydı??

-Ernst çok sinirli birkaç maçtır, evet. Ama Kasımpaşalıların siniri daha fenaydı.Her pozisyonda bağıra çağıra itiraz halleri.

-Sivok, kartı sabite alırsa şaşırmam.

-Ferrari n'aptım acaba diye düşünüyordur hala.

-Sözlükte eyyamcı ne demek diye bakınca bizim hakemlerin adı çıkıyor.

-Maçtan sonra yine laf arasında taraftara dokundurdu Mustafa Denizli.Destek vs diye. Yapma hocam, yapma. Bari anlamıyorsun, sürekli dillendirme.

-Gerçek Beşiktaş aşıklarına teşekkürler.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Metazori


Her yanımda susmuş insanlar, susmuş
İçimde ölen biri var.

Siz isterseniz Unutmayız, Siz isterseniz Unuturuz !


2 kupayı Unutma ama Denizli maçında yaşananları UNUT - Unutun sayın Beşiktaşlılar.

Başkan tribünü temizleyeceğim diyor. İnanıyorum yapabilir.

Önümüzdeki maçta Kapalı üstte 15 kişi, altta ise kaçakçı tipli 50 gümrüklü besteleri söyler, bütün tribün susar. Bağıranlar takım için bağırır, susanlar Beşiktaş için.
Ya da tribün inadına inadına İstifa diye bağırır. Susturuldukça daha gür isyan eder, gündoğduyu söyler gibi, kartal gol gol der gibi.
Bu 2 olasılıkta taraftarın elindeki eylemdir. Susmak ya da bağırmak.
Birşeyler yoluna girmeye başlayabilir.

Veya ! Tribün erir, erir, erir ... Dayak yiyen adam küser, dayak yiyenleri izleyip birşeyler yapamayanlar küser, 75 dakika istifa diye bağrıtılmamasını anlamayanlar küser, bu açıklamaya kızan adam küser... Biri kombinesini kırar, biri haftasonu Beşiktaş'a kavuşmak için artık okul harçlıklarını biriktirmez, tribünde izleyeceğime tivi de izlerim der bir diğeri.
Ve tribün Y.D'nin istediği düzeye gelir.


Burası Beşiktaş, bizde gündem ve malzeme bitmez.

13 Ekim 2009 Salı

Demirören Böbürlenme, Senden Büyük Beşiktaş Var


Sorumluluk almayan insan tipinden hoşlanmıyorum. Her insan yetenekli, iş bitirici olacak diye bir kaide yok elbette. Belli noktalarda başarısız olan insanlar,bambaşka noktalarda verimli olabilir. Örneğin liderlik özelliği yoktur kişinin fakat tam bir ekip adamıdır, durmadan çalışabilir, üstelik verimli anlamda. Ya da tam bir düşünce adamıdır insan, sağlam fikirler üretebilir; bunları hayata geçirme konusunda eksiktir ama. Bir başkası fikir üretemez ama kendine sunulanı uygulamada başarılıdır. Bu örnekler dilediğince dallanıp,budaklandırılabilir.

....Düşünüyorum, derin bir nefes alıp biraz daha düşünüyorum. Fakat Yıldırım Demirören'i bu kategorilerin hiçbirine koyamıyorum. Bu kadar yeteneksiz, beyni ile dili arasında nasıl bir bağ olduğunu çözemediğim başka insan tanımıyorum sanırım. Yok haksızlık etmeyeyim Demirören'e hakikaten tanımıyorum.

Sürekli bir konuşma halinde. Durmak bilmeyen bir konuşma, konuşurken fena konuşuyorum havasında bir yüz ifadesi,. Fakat içi boş konuşmalar ve genelde üslup ünlemli bir tonla devam ediyor. Karşınızdaki sizinle konuşuyor mu, azarlıyor mu,tehdit mi ediyor belli değil.

Girişte sorumluluktan bahsetmiştim. Evet, hoşlanmıyorum sorumluluk almayan insanlardan. Ve bugünlerde bu konuya ilk örneğim Yıldırım Demirören. Göreve geldiği günden beri bir defa dahi sorumluluk aldığına şahit olmadım. Her zaman bir bahanesi var, her zaman. Bir kere de çıkıp, şurada şöyle bir hata yaptım ve bunun sorumluluğunu alıyorum diye bir cümle duymadık, duymayacağız da. Başkan olmanın vasfını taşıyamadığı gibi; ahlaklı, erdemli, dürüst insan insanın da özelliklerini taşımıyor.

Tehlikeli bir insan modeli bu. Çokça Beşiktaşlı'nın dediği gibi saf falan da değil. Günden güne Beşiktaş'ı kendisine daha doğrusu Demirören ailesine bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Babası Beşiktaş'ı eline oyuncak niyetine vermiş, o da yıkıyor, bozuyor, yapmaya çalışıyor güya. Ama bir türlü yapamıyor, sürekli bir yıkım halinde.

Şimdi de tribünleri temizlemekten, bir nevi yıkmaktan söz ediyor. Üstelik bunu diyen adam ben tribünden geldim lafını bir dönem ağzından düşürmüyordu. Nasıl dengesiz bir ruh hali ise kendini bile yalanlıyor farkında olmadan.

Bari çenesi durmak bilmiyor, soralım o zaman: Kimden temizleyeceksin? Para verip, tribüne soktuğun ve bugüne kadar Beşiktaşlı'nın şahit olmadığı bir kavgayı çıkaran adamlardan mı temizleyeceksin? Ee sen sokmadın mı onları tribüne? Yoksa istifa diyenleri mi temizleyeceksin? Yine sorumluluk almayan Yıldırım Demirören, her daim haklı olduğunu düşünen, dünyanın yörüngesini kendine ait zanneden, Beşiktaş'a gram emeği geçmeyen mızmız adam.

Git, daha fazla Beşiktaş'ı kirletmeden. Lütfen git.

Tümünü Yasla

11 Ekim 2009 Pazar

Beşiktaşımız : 34 - Kızılyıldız: 30




Kızılyıldız'ı 34-30 mağlup etti takımımız. 17 Ekim'de Sırbistan'da rövanş maçı var. En az 5 fark olmalı ki, deplasman rahat geçsin diye düşünüyordum. Umuyorum ki bu 4 sayılık fark da yetecek bize. Her ne kadar rakip bizden zayıf olsa da bu tür maçların deplasman ayağı zor geçiyor. Bizlerin hentbola göstermediği ilgiyi Avrupalı gösteriyor çünkü.

Takıma yeni gelen oyuncular var. Kısa sürede adaptasyon sorununu halledersek yine başarılı bir sezon yaşarız. Bu oyuncuların, teknik heyetin yürekten çabası, samimiyeti yeter zaten.

Beşiktaş nerede diyenlere en güzel yanıtı veriyorlar. Beşiktaş, Süleyman Seba'da.

Not:Fotoğraf SonBarikat'tan alınmıştır.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Bana Medyanı Söyle, Sana Ülkeni Anlatayım



Geçen 1 Mayıs'ın ardından Taksim'de gelecekteki eylemlerin nasıl şekilleneceği belli olmuştu. Direnerek. Bıkmadan usanmadan ara sokaklardan çıkarak. Imf ptotestoları-eylemleride bu şekilde gerçekleşti. Devlet babanın kendilerine tahsis ettikleri yerde 10binlerce kişi toplanıp körler sağırlar birbirini ağırlar misali kendi kendilerine kürsüden konuşup slogan atmaktansa ve sıkıntıdan birbirleriyle kavga etmektense 300 kişi ya da maksimum 1000 kişi yenildikçe daha iyi yenilmek için Taksim'e çıkıyor.

Dün iş çıkışı eve gitmek için otobüs duraklarına uğramıştım. Otobüs durağında otobüs olmayacağını aslında daha kazancı yokuşundan çıkarken anladım. Gözler yanmaya başlamıştı ve duvarlarda yazılamalar vardı. İstiklal'e girdiğimde caddenin başında üst rütbeli emniyet yetkilileri ve onların ağzının içine bakan basın görevlileri mevcuttu. Her basın muhabirinde-kameramanında istisnasız gaz maskesi mevcuttu ve büyük ihtimal orantısız güçten bahsediyordu yetkililer. Yüzlerinde maskeleri ellerinde kameraları ile göstericiler taksim'i yerle bir etti demeyi tercih ediyorlardı. Televizyondan ve internetten bakıldığında bu kurgu her zamankinden farksızdı.



İstiklal'de eylemler kısa bir ara yaşıyordu. Bütün ara sokaklara bakan meraklı gözler mevcuttu. Herkes biliyordu ki tekrar tekrar çıkılacaktı o sokaklardan. Ağa Camii sokağında işyeri bulunan bir arkadaşıma uğradım. Olayları oradan daha iyi gözleme imkanım oldu böylece. Tarlabaşı hiç durulmadı, oradan gelenler de hiç kesilmedi tıpkı etkisini yitrdikçe tekrardan atılan göz yaşartıcı bombalar gibi. Biz birkaç saat boyunca sadece dükkanda otururken bu müdahaleye maruz kalıyorduk. Üstelik ortada ne taş atan ne de cam kıran göstericiler mevcuttu. Saat 3'e doğru ufak ufak gruplar geçmeye başladı. 2'şerli gruplar halinde gözleri kan çanağı olmuş arkadaşının yanında ona telkinde bulunan diğer arkadaşıyla. Arkalarında ise kameramanlar. Eylemcilerden biri buralarda limon nereden buluyoruz diyordu sokakta oturan bir adama. Belki de eylemler dışında hiç yolu düşmediğinden olsa gerek bilmiyordu buralarda limon bulamazsın diyen kişinin sivil polis olduğunu.

Artık eve dönme vakti gelmişti benim için. Ama karşılaştığımız manzara yine Demirören'e lanet okumamıza sebep oldu. IMF eyleminde Demirören ne alaka diyeceksiniz. Ağa Camii'nin karşısında yeni inşa edilen Demirören'e aittir. Oradan doğru tarlabaşı'ya doğru ilerleyen bir su kütlesi vardı. Neredeyse bütün sokağı sular altında bıraktı. Binaya ulaştığımızda suyun patlatılan bir borudan kaynaklandığını öğrendik, inanılmaz bir görüntü vardı. Bir işçi borunun patladığı anda fışkıran suya kapılmış ufak bir tehlike atlatmış. Yeterli tektikler yapılmadığı için bilinmeyen bir boru patlatılmıştı.

Binlerce kişi arasından çekilerek Gbt'si yapılan, aynı günde 2 defa Gbt'ye maruz kalan, onyıllardır gençlerin takılma mekanı olan izmir alsancak'ta alkol aldığı için gözaatı yiyen ben, taksim de herhangi bir polisle muhattap olmadan eve varsam şaşardım. İstiklal'de Tünel'e doğru ilerlerken arkamdan gelen bir çevik beni durdurup çantamı didik didik etti. Çantada birşey bulamayınca teşekkür etme ezikliğini yaşamamak için telefonla konuşmaya başladı birden, gözleri ile okey vererek saldı sevgili memurum.

Eylemler neredeyse bitmişti artık. Malzeme sınıntısı yaşayan bir kanalın çalışanları cadde de belki de kapalı olan tek dükkanı bulmuş '' işte görüyorsunuz sayın seyirciler taksim esnafı dükkanlarının kepenklerini kapatarak gittiler'' diyerek zavallı esnaf pis göstericiler temalı bir habere imza atıyordu. Daha sonra gördüğüm bir haberde ise bir medya çalışanı polise muhbirlik yapıyordu. Basın yayın kanununda yapılan haberin kaynağını belirmeme özgürlüğü mevcut iken bizim ülkemizde daha yapılmamış haberin eylemcileri canlı ve canlı deşifre ediliyor.

Anlattıklarım çok büyük şeyler değil. Zaten eyleme bile katılmış değilim. Bize 50-100 metre uzaklıkta yaşanan olayları biz internetten takip ediyorduk. Ama eve gelip yaşananları heryerden takip edince karar veremedim bütün bunlar komedi midir ? trajedi midir ? diye.

Dün ölen kişinin hayatına tecavüz edilmemiş midir ?
Neden heryerde geçiştiriliyor bu konu ? Suçlular belli olduğu için mi ?

Basın-emniyet elele, Daha Güzel Türkiye.

4 Ekim 2009 Pazar

Yine, Yeniden...Hentbol: Beşiktaşımız - Kızılyıldız 11/10/2009


Geçtiğimiz sezon Challange Cup'da bizi yarı finale taşıyan takımımız, şimdi de Avrupa Kupası'nda mücadele edecek. Bilenler bilir; takım ve taraftar birlikte ısınmakta, birlikte atağa kalkmakta, birlikte savunma yapmaktadır. Bilenler yine bilir ki takım ve taraftar birlikte tezahurat yapmakta, coşkuysa birlikte yaşamakta, kavgaysa birlikte omuz omuza etmektedir...Topyekün Beşiktaş vardır alanda.

Onlar, tüm olumsuzluklara rağmen, tüm yokluklara rağmen sadece Beşiktaş demekten vazgeçmeyerek mücadele ettiler,etmekteler.

Onlarla şampiyon olduk...

Onlarla Türkiye Kupası'nı aldık...

Onlarla Avrupa'da bir ilki yaşadık...

Onlarla sevindik, onlarla gurur duyduk.

Hentbol takımımızla birlikte, yine-yeniden yaşanılası nice sevinçleri paylaşmak, atış kollarına kuvvet, kanadına rüzgar olmak için 11 Ekim Pazar günü saat 17:00'da Süleyman Seba'da olalım, Beşiktaşımız'ı semtte yaşayalım.

Beşiktaş'tan ayrı düzkoşu olmaz.

SonBarikat

http://www.sonbarikatbesiktas.com/haberler/hentbol/431-yine-yenidenhentbol-besiktasimiz-kizilyildiz-11102009

Di'li Geçmiş Zaman


Gündoğdu söylendi. Ancak bu sefer hakkı verilmedi.

"İşte biz kötü günde hep omuz omuzayız."

Biz böyle bilirdik, kupaların ederi olmazdı gözümüzde. Omuz omuza olunurdu, tekme-tokat değil.

Beşiktaş, herkesten, her şeyden büyüktü.

Hepimiz Vefasızız

Başkanı havalimanında yumurta yağmuruna tutanlar da '' bir grup beşiktaşlı''dır. Bugun ki maçta şu pankartı açanlarda. Ama aynı bir grup taraftar değildir bunlar. Maça gidemediğim için çok daha sakin bir şekilde olayları takip edebilme imkanım vardı. Sanırım maçta olsaydım o anki sinirle ilk defa bir maç devam ederken çekip giderdim.

Vefa'dan bir kaç anlam çıkarabilirsiniz.
Mesela bu gece benim aklıma vefa denilince şişelenmiş boza markası geldi. Para ile satılır. Eskiden mermer kablarda bulunduğu için 1 bardak içme şansınız vardı. Ancak şimdi bütün şişeyi almanız gerekiyor. Yani Vefa bozası için parayı göstermek şarttır.

Tribünün giden adam tribünün dilini-kalp atışını-atraksiyonunu bilir. Tribüncülük safi takımı tribünden sürekli takip etmek değildir. Tribünü izlemek, gelişmeleri takip etmek, grupları bilmek, pankartları okuyabilmek(!).

Çifte kupalı takım. Başkan tarafından yinelenen bir cümle olduğu gibi bir şekilde politikalarınıda bu 2 kupa üzerine yükledi. Çifte kupalı takıma yakışır transferler yapacağız dedi, 2'de 1 değil 2 de 2, biz alıştık siz de alışın gibi t-shirtler çıkartıldı, müzede kupa koyacak yer kalmadı, çifte kupalı takımın taraftarı diyerek geveledi de geveledi.

2 kupa almak her ne kadar güzel birşey olsa da mucizevi bir olay değildi. Takımın geçmişinde çifte kupalı yıllar pek tabi ki mevcuttu. Ki bunu kendiside bilmeliydi, zira Beşiktaş dergisinde önünde poz verdiği müzede kupa koyacak yer kalmadı derken geçmişteki başarıların önünde duruyordu. Sanki kendi döneminde kazanılmış gibi kabarmasını anlayamadık bir türlü.Bu takımın sevdalılarının kupa hesabını yapmadığını bilmesine rağmen o mesajını dolaylı olarak başka yerlere veriyordu aslında. Kendi taraftarına bak ne kadar çok kupamız var diyerek hava atmak istemiyordu pek tabi ki. Soyadı Yıldırım olanla hesaplaşıyordu aklınca bizde ki Yıldırım.

.....

Taraftar 2 kupa ardından birikmiş olan stresi bir güzel gezegene bırakır diyorduk. Ancak o stres katlanıp daha depresif bir halde vücud buldu. Burada rakip takımların transferleri ve lige iyi başlamaları kıstastır ne yazık ki. Başkan ise 2 kupa ile artık geçmişte yaşananlara sünger çekilip büyük başkan olarak anılmak istiyordu. Zaten bunu istediğini geçen sene büyük başkan diyordunuz gibi bir demeciyle açığa çıkarttı. Kendisinin fiziksel özellikleri ya da işiyle ilgili zerre laubali yaklaşımda bulunmadım şimdiye kadar. Ama büyük başkan tanımı için ancak kalıbına dair söylenme ihtimali olabilir diyebilirim. Kalıp olarak büyük ama başkanlık asla.

.....

Cska maçı sonrası yaşananlar malum. Tribünden amigolar ve az çok bilinen tribüncü gençler. Orada yaşananlar bugünün prototipiydi aslına bakarsak. Öncelikli olarak başkanı protesto etmek isteyenler ve başkana söz söylemek yerine takımı protesto etmeye gelen abiler.(?) Taraftar havalimanında başlamıştı aslında bugün büyüyerek devam eden kavgaya. Başkan 2 kupa aldırmıştı bize geçen sene, lakin takım ve Denizli tu-kaka.

Bugün maça gidemediğim için belki de bu yazıyı yazabiliyorum. Ancak maç öncesi şirkette arkadaşlarla konuşurken de belirttiğim bir gerçek var ; Demirören ve yönetimini istifaya davet edenler daha fazla ama sadece fazla. Bunları susturmaya çalışacak olanlar ise sayıları çok az olmasına rağmen daha kemikleşmiş ya da tabiri caizse örgütlü. 2 kupa ile sus payı almadı gerçek taraftarlar. Ki vefasızlıkla suçlayanlarında 2 kupanın hatrına değildi yaptıkları. Bir tek bugünün gerçeği değil yaşananlar. Katlanarak bugünlere gelinen bir olay.Daha nesnel bir yaklaşımda bulunmak gerekirse; Seba döneminde Kalkavan ile başlayan, Bilgili döneminde fetret devrini yaşayan, Demirören ile yükselme evresini yaşayan bir ''tamamen duygusal'' gerçeği.

Evet onlar güçlü ama biz de daha fazlayız.
Bir film repliği olarak ya da bir solcu arkadaşınızdan duymuş olabilirsiniz bu sözleri. Ne zaman ki Beşiktaş taraftarından Beşiktaş Taraftarı diye bahsedilmeye başlanırsa o zaman bugünün sorunlarından biri olan tribün içi çatışma sonlanmış demektir. Buradan çıkarılacak anlamda çok çeşitli olabilir.

Yazının başından beri hatta blogun ilk yazısından beri Çarşı hakkında konuşmamaya çalıştık. Bizim için bunun sebebi gayet açık; Çarşı'ya sadece bugünü ile değil geçmişi ile bakıp bu sayede beslediğimiz saygıdan. Kral Çarşı atkısını stada gömen abimiz gelir en azından ilk başta. Lakin bugün gelinen noktada Çarşı ismi taraftarlar arasında saygısını ve sevgisini hızla yitirmeye başlamıştır. Çarşı oluşumunun en Anarşist özelliği gerçek bir örgütlü yapı olmamasıdır. Kendiliğindenci gelişimlere açık olması, hiyerarşinin sadece yaşla alakalı olduğu. Her bir bireyin - abi - her konu hakkında vakıf olmaması. (Çarşı'nın feshi açıklandığında ismi açıklanıp sahneye çıkan abilerden bir çoğu Alen'in elinde kağıtta ne yazdığını bilmiyordu.) Çarşı'nın kendisinin örgütlü olamaması olağan birşeydir tribün gerçeğine bakıldığında. Maçlara, deplasmanlara,antremanlara giderek tanışan bir grup Beşiktaş'lı gencin kendine Çarşı ismi vermesidir bu yolda atılan ilk adım. Ne yazık ki sağlam bir 2. adım atılamamıştır. Denenmiş ama gerçekleşmemiştir ( Dernekleşme ). İşleyişi ve içerişi aktif kişilerin çalışmarına bağlı kalmıştır. Aktif kişiler değiştikçe işleyiş ve içerikte değişmeler başlamıştır. Peki ya sonra ? Sorunun ana kaynaklarından biri işte bu sorunun pek sorulmaması. Evet kendileri birşey yapıyorlar ama alttan gelecek gençlere göstericekleri bir yol, bak biz bu buyuz diyecekleri pek söz olmamıştır.

Her devrin adamı, başbakan kimse o partili, şampiyon kimse o takımlı insanlar vardır. Sistemden beslendiği için sistem yanlısı olurlar. Bu tür insanlar her tribünde olduğu gibi pek tabi bizim tribünde de hatırı sayılır bir sayıya sahiptirler.

......


Bu yazı belki hiçbirşey anlatmıyor belki herşeyi özetliyor.Vefalı taraftarın haberi var mı bilmiyorum ama Hentbol maçında olacağım mesela saat 5'de Süleyman Seba'da. Müfit hocaya başarılar dileyeceğim maç başında, Ramazan'a ve takıma tezahuratlar edeceğiz bütün vefasız arkadaşlarımla.

Cska maçının son dakikalarında artık bu rezalet futbola dayanamayıp kahveden kalkıp gitmeye yeltenen ama giderken bile bir umut kafasını yukarı kaldırıp belki bir gol gelir diye televizyona bakan sonra hafif tebessümlü bir şekilde kahve çalışanlarına iyi geceler dileyip giden 60 yaşlarında ki Beşiktaşlı amca kadar vefasız olmak için direneceğim.

2 kupaya rağmen vefasızlık sergilediğim için gururluyum. Bugün Nazım gibi hissediyorum kendimi.
Siz daha kalın puntolarla yazın, ben vefasızlığa devam edeceğim ...

2 Ekim 2009 Cuma

Siyah...Bölüm Bilmem Kaç?!

İşlerin yoğunluğu yüzünden okuma ve yazmaya ayırdığım zaman minimuma indi. İlk defa bu kadar şikayetçi değilim. Çünkü şu an ki Beşiktaş'a şahit olmak çok üzücü. Beşiktaş ilk kez kötü dönemden geçmiyor ama böylesini sanırım ilk kez yaşıyor. Beşiktaş'a dünyalar verdiğini sanan ama kendi cebini doldurmaktan, Beşiktaş'a zarar vermekten başka bir şey bilmeyen başkan, takımla alakası olmayan,bizlerle adeta dalga geçen bir teknik direktör, bu formayı giydiklerine inanamadığımız oyuncular,bu formayı nasıl olur da giyemem şaşkınlığı yaşayan oyuncular, ulan buraya nerden geldim havasında olan oyuncular ve bütün bunlara şahit olan artık çok dengeli olacağı söylenemeyecek bir taraftar profili.

CSKA maçından önce Marmara ile sohbet ederken, Beşiktaş tarihinin en kötü dönemine tanıklık ettiğimizi ve bu yüzden şanssız olduğumuzu konuşuyorduk. Burada bahsedilen kötü dönem tabi ki skorsal anlamda değil. Valerenga'ya yenilen takımı özlüyoruz. Sağlıklı bir ruh haline sahip olan insan o maçı, o maçın oynandığı dönemi özler mi? Özlüyoruz işte. Çünkü o gün sahadaki Beşiktaş'tı. Bizim sevdiğimiz takım. İyisi ile kötüsüyle bizim takımımız.

Bir de şu an ki Beşiktaş'a bakıyorum. Adamın teki Beşiktaş'ı kendi malı yaptı ve gönlünce oynuyor. Bize ait olanı minik minik parçalar halinde alıyor yavaşça. Ve bunu yaparken o kadar hoyratça bir tavır sergiliyor ki, düzeltmesi, telafisi pek mümkün durmuyor.

Bu doğrultuda bakınca duruma, bugünler iyi günlerimiz diyorum.

1 Ekim 2009 Perşembe

Ne Nedir ?



Santrafor: futbolda oyunuların sahadaki mevkilerine göre verilen isimlerden birisidir.Santrafor gol atma amacında olan ve orta sahanın ilerisinde görev yapan futbolculara verilen isimdir. Türkiye'de yıllardır aynı anlama geldiği sanılan forvet ve santrafor tamamen birbirinden farklı kavramlardır. Şöyle ki: Santrafor, uzun boylu olan golcülerdir. Çok fazla top ile oynamak zorunda değillerdir.Yani santrafor forvetin hemen önünde görev yapan oyuncudur.
Son vuruşları,güçlü oluşları, hava hakimiyetleri ön plandadır.

Forvet : futbolda amacı gol atmak olan hücum oyuncusu anlamına gelir. Kısa boylu, seri, pas trafiğini oluşturacak şekilde orta sahaya da yardım eden, santrafor etrafında kat ederek topları tamamlayan, çapraz koşuları ile rakibi zorlayan çok ofansif oyunculardır.Santraforun indirdiği topları temizlerler.

Antrenör :Sporcunun başarısı için spor becerileri ve strateji ile gelişimini sağlayan kişi.

Kaleci: futbolda, takım savunmasının en arkasında duran ve birincil görevi topun kaleye girmesini önlemek olan oyuncudur. Ceza sahası içinde olmak kaydıyla, topa elle dokunması kurallar içinde olan tek oyuncudur.

Sağ Bek : sağda oynar ve sol atakları engeller, gerekirse pas ve koşuyla sağ taraftaki arkadaşına yardım eder.