26 Aralık 2012 Çarşamba

"E-Bilet"e Hayır!


Yüksek kombine ve bilet fiyatları, kurumsal karaborsa biletix, stadın içinde tonla kamera, yasaklanan meşale, stad içinde ve dışında polis şiddeti. Sindirmeye yönelik hamlelerden hiç vazgeçilmedi. Şimdi de bir yenisi uygulanmak üzere: E-Bilet

Uzun lafın kısası: Modern fişlemeye, taraftarlıktan seyirciliğe geçişe, tutkumuzu şekillendirmeye çalışmaya, e-bilete hayır!

23 Aralık 2012 Pazar

Zeki Demirkubuz ve Beşiktaş


Zeki Demirkubuz'un son 10 senede verdiği röportajlardan Beşiktaş'la ilgili olan kısımların derlemesi. Özelliklere son kısımlara dikkat çekmek isterim.



''ne bileyim, ben Beşiktaş maçı izliyorken, nevrim dönmüşken, biri gelip de benimle en banal, en klişe biçimde sinema konuşmaya kalkışırsa, “…tir git lan” da derim''


''Nietzsche'nin dediği gibi, insan akıllı olduğu kadar akıl dışı bir varlıktır. Benim de düşünerek açıklayamadığım şeyler var. Beşiktaş gibi; çünkü aşkın sebebi yok.Evet, âşık vaziyetteyim. Bunun farkındayım, o yüzden benim durumum daha trajik. Bazen gitmek de istemiyorum mesela maça ama beni aşıyor. O yüzden bunu çok deşmeyelim!''







Beşiktaş benim için bir istisna. Her insanın zayıf bir yanı vardır hayatta. Beşiktaş aşk gibi bir şey. Orada nedensiz, sadece sonuçları kabul etme üzerine bir durum var. Pek çok şey öyledir hayatta. Sonuçlarını bilir, ama neden olduğunu bilemeyiz. Yaşam, ölüm, aşk, bunların sadece sonucunu yaşarız. Hiç tanımadığın bir insana tüm benliğini bile verebilirsin. Mantıklı mı diye soramazsın. Beşiktaş da öyle bir şey 

Genel olarak diğer takımlardaki daha ideolojik, kimlikle ilgili, karşılıklı bir ilişki, alışveriş gibi geliyor. Beşiktaş'ta bu çok az. Kulüp de diğerleri gibi olmak istiyor ama Beşiktaş taraftarı buna izin vermez. Tüylerimi diken diken eden olayları İnönü'de yaşıyorum. Başka hiçbir yerde öyle hissetmiyorum. İnanç üzerine var olduğunu söyleyen topluluklarda bile Beşiktaş seyircisindeki o ateşi, karşılıksız verme duygusunu göremiyorum. Son haftaki maçta gözlerim doldu. Bir taraftar düşün, "şerefinizle oynayın hakkınızla kazanın" diye pankart açıyor. Beşiktaş'lı olmak için işte böyle haklı gerekçelerim de var.



Sinema kişiliğimin ifadesinin sonuçlarından sadece biri… Günün birinde sinemayla ilgili bir ifade derdim kalmazsa sinemayı rahatlıkla bırakabilirim.
Ama Beşiktaş öyle değil. Beşiktaş ile ilişkimde çok akıl da aramıyorum… 
Bir ağır hastalık ya da bir ölüm ihtimalini düşündüğümde aklıma gelen iki şey şu; 


“kızımı göremeyeceğim” ve “bir daha Beşiktaş maçı seyredemeyeceğim”!..


Yani kendinden menkul, sinemayla ya da kendimi ifade ettiğim diğer meselelerle fazla bağı olmayan, insan olmanın bir gerçeği olarak biraz akıldışı…

Kimileri bu taraftarlık durumuna “saçmalık” diyebilir ama ben insanın zaten
böyle olduğunu düşünürüm. Son filmim Yeraltı’nı da insanın akli değil, akıldışı 
bir varlık olduğunu ispatlamaya çalışma iddiasıyla çektim. Bu yüzden hem felsefi 
olarak hem düşünce olarak benim Beşiktaş ile böyle bir bağ kurmam insanı 
algılamamdan çok öte değil.


Tek inancım Beşiktaş” diye düşündüğünüz doğru mu? 

İnançsızlık ahlaki olarak kendimi koyduğum yer. İnsan başta kendisi olmak üzere, önüne konan her şeyi sorgulama gücüne sahip olmalı. Böyle bir nokta insanı inançsızlığa götürüyor. Her şeye karşı. Ben böyle biriyken, böyle düşünürken kendimle çok çelişiyorum. Beşiktaş’a böyle bir bağım var. Bunun bir nedeni de yok. Zaten Beşiktaş’ı nedenleri ortaya çıkararak anlayamayız. Her şeyi sorguluyorum, bir tek onu sorgulamıyorum.


Yenildiği zaman da sorgulamıyor musunuz?

Tabii, tabii. Özellikle o zamanlar. Bütün maçları izliyorum. Her yıl deplasmanların yarısına giderim. Çarşı Grubu’ndan açıkçası dışarıdan göründüğü kadar etkilenmiyorum. Benim için Beşiktaş için kafa ve gırtlak patlatan, fedakârlık yapan insanlar. Yaratıcılıkları ortada ama ben daha çok yalnız ve kendilerini başka türlü ifade eden Beşiktaşlıları seviyorum. Grupları boş verin, tek tek inanılmaz insanlar var. Çarşı da bu zamanlarda daha içe dönük olmalı bence.



Aslında sinema üzerine çok fazla düşünen biri de değilim. Sosyal bir sinemacı olmadığım için, sadece hikâyelerimi, ne anlatmak istediğimi düşlüyorum. Hayatı anlamaya çalışırken orada anladıklarım orada süzdüklerim bende sinema yapma, bir film çekme duygusu yaratıyor. Sinemayla ilişkim neredeyse bununla sınırlı kaldı. Ama Beşiktaş bir insanın hayatında derdini, çocuklarını, sevdiklerini, ülkesini düşünmesi gibi bir boyuta geldi. Bu aslında iyi Beşiktaşlıların ya da Beşiktaş’a önyargısız bakabilen “Bu Beşiktaşlılar nasıl insanlar?” ya da “Bu Beşiktaş nasıl bir kulüp?” diye biraz merak eden insanların da hissedebileceği bir şeydir. Çünkü ben Beşiktaş’ı bizim ülkemize benzetiyorum. Bir sürü şeyiyle, karakteriyle, ruhuyla, akıldışı yanlarıyla, kaderiyle filan böyle bir bağ var. Yalnız kötü ve şikâyet edilebilir bir şey değil bu. Bu hayatın diğer alanlarında memnun olmadığım, kendimi oraya ait hissetmediğim, hatta değersiz olduğunu düşündüğüm bir sürü şeyden kurtulmamı sağlıyor. Beş yıl önce, insani olarak böyle bir eşikteydim, hayat beni bir yere getirip bırakmıştı. O sırada kardeşim, şunlar bunlar, Lucescu’nun kişiliğinde bazı şeylerle yeniden ilgilenmeye, yıllar sonra maça gitmeye başladım. O beni yeniden hayata döndürdü. Hayatla yeniden başka türlü, daha hayat dolu bağlar kurmamı sağladı. O yüzden Beşiktaş’la ilgili günümüz futbolunda insanların beklentileri üzerinden bir ilişkim yok. Beşiktaş ikinci lige düşse, ben bundan herhangi bir şey kaybetmem. Zaten skorları yenmesi, yenilmesi, benim için neredeyse aynı değerde. Hatta yenilgileri ve sorunları bütün bu süreçte onunla daha büyük bağlar kurmama sebep oldu.





Futbol, ki benim için futbol demek Beşiktaş demektir, tek başına aslında çok da özel bir değer taşımıyor. Ancak Beşiktaş söz konusu olursa bir anlamı oluyor. 

Bunu bir film ismi olarak düşünürsek bu bir hayat duygusu demektir. Söyleyebileceğim, indirgeyebileceğim tek kelime “hayat”tır. Zaten hayat kelimesini gündelik kullanımda da çok severim. 

Bir de statta maç izlerken, tribünlere ya da sahaya baktığım zaman elbette oradaki anı, kurguyu, başarı, başarısızlık, sevinç, keder onları yaşıyorum ama bunun dışında da bazen kendime soruyorum‚ “Bu ilgi neden, nereden geliyor?” diye. Bulduğum tek şey, bana verdiği hayat duygusu. O yüzden ben zaten futbolu, hayattan ayırmıyorum. 


Kör Tuğrul’u yani Tuğrul Şener’i çok sevdiğinizi yazınızdan biliyoruz. Zamanında kendinizi özdeşleştirdiğiniz futbolcular var mıydı böyle?

Zaten benim Beşiktaş hikâyemde de biraz o vardır. Biz Isparta’da futbolcu nedir, kimdir bilmezdik. Evimizde o zamanlar televizyon yoktu. Gazetelerin özellikle de Tercüman gazetesi gelirdi, arkası spor sayfası olurdu, oralardan gördüklerimle bir futbol bilgisi oluşmuştu. Daha çocuktuk, ama pek çok Beşiktaşlı’nın takımıyla olan ilişkisinde genel olarak bir hikâye, bir inat, sıradışı bir durum vardır. Fenerliler veya Galatasaraylılar gibi önüne koyulan seçenek şeklinde olmaz o ilişki. Benimki de şöyleydi: Evimizin yanında bir şadırvan kahvesi vardı, onun bahçesinde oynardık, ilkokul öncesi ya da ilkokula başladığım yıllardı. Oynardık ama içeri girmemiz yasaktı. Öyle olunca içeriyi merak ederdim ben, içeriye bakardım sık sık. İçeride büyük bir ayna vardı, yanında da bir futbol takımının posteri asılıydı, her bakışımda siyahbeyaz renkler hemen gözümü alırdı. Siyahbeyaz rengin en büyük özelliği de odur; Dünyanın en büyük tezatlığıdır. Gözümü alırdı, bir türlü o resme şöyle doya doya bakma fırsatı bulamadım. Biriki kere girdim, boyum çok küçük olduğu, resim de yüksekte kaldığı için yine hâkim olamadım. Uzun bir zaman o resmin içindekilerin kimler olduğunu merak ettim. Futbolcuları yakından tanımak için bir olanağımız daha vardı; çikletlerden çıkan resimleri. Kimse bana “Beşiktaşlı ol” demedi, Isparta’da öyle bir gelenek de yoktur zaten. Herkes ya Fenerliydi ya Galatasaraylı. Ben, o resimden o futbolculardan, özellikle de Kör Tuğrul’dan, Kör Tuğrul’un o tipsizliğinden etkilendim. Bazı insanların içinde doğal olarak var bu demek ki: Ben hayatta da güzelleri, yakışıklıları merak etmedim hiç. Bugün filmlerimde de bu var, hep daha karanlık şeyleri merak ettim.


Beşiktaş seyircisi kaba, holigan şu bu denir, tamam öyle yanları da vardır. Bunu önemsediğimi de söyleyeyim ayrıca. Burası Türkiye, yani böyle olmazsanız çöpe de gidersiniz. 
Şunu da görüyorum ki statta, yolda, sokakta, maça giderken, gelirken bir sürü arkadaş filmi izlemiş filan bu insanlarla konuştuğum zaman, ya da onların Beşiktaşlılık hikâyelerini dinlediğim zaman inanılmaz hikâyeleri olan insanlar.
Bunu böyle çok yüceltmek adına falan da söylemiyorum. Mesela Fenerli, Galatasaraylı arkadaşlarım da var onlardan böyle hikâyeler duyduğum çok az oluyor. Onların da var elbette, ama daha çok genel bir pompalamanın, revaçta olan bir siyasi partinin taraftar kazanma biçimi gibi sanki. 

Ama Beşiktaşlılara bakın ya babasına, ya dayısına, ya okulundaki arkadaşlarına isyan etmiştir. Bir gün Beşiktaş çevresini, içindeki kötü durumları, yanları, sorunları iyi bilen arkadaşlarım bana bunu anlatmaya başladılar. Bugün Beşiktaş yönetiminde, ki sadece bugün de değil, benim nefret edebileceğim, sevmeyeceğim bir sürü şey olduğunu çok iyi biliyorum. Onlara şöyle dedim “Bana bunları anlatmayın. Ben kendimi tanıyorum, bunlara kayıtsız kalmam. Benim hayatta sahip olduğum yegâne iyi şey bu. Zedelenmez, ama yine de bana bunları anlatmayın.“ 


Hayatın her alanında bu kadar gerçekçi olmayı seçmiş biri olarak bunu korumaya çalışıyorum. Bugün baktığım zaman inanın Beşiktaş dışında bir sürü şey artık bana ülkede boş gelmeye başladı. Çünkü insan biraz da böyle. İnsanın yüksek bulduğu, değer verdiği, akıldışı bile olsa bir şeyler olmalı. Öbür türlü hayatı yaşarken zorlanmaya başlıyoruz. O yüzden bunu korumak adına, bunu bir yazıya dökerken Beşiktaşlı kimliğini ön plana çıkarmamaya da özellikle dikkat ediyorum. Duygusuyla istediği kadar bilinsin, bir taraftar gibi istediğim kadar algılanayım hatta holigan olarak bile algılanmaya hazırım ama “Beşiktaşlı adam“ diye, hani piyasada bir sürü böyle Beşiktaşlı, ortalıkta Beşiktaş üzerinden prim yapmaya çalışan adam var ya, onlar gibi olmamak için de özen gösteriyorum.





İnanın bu yönetim bu futbola inanıp, basit düşünüp futbolun soyut bir şey olmadığını kavrayabilecek zekâda ve yetenekte olsaydı, Lucescu’yu göndermeselerdi bugün Beşiktaş o çok övündüğümüz, yüzyıllık geleneğindeki Beşiktaş olmaya çok daha yakın, çok daha gurur verici, bugün Beşiktaş içerisinde varolan o kırgınlık duygusunun olmadığı, başka kötücül duyguların bu kadar öne çıkmadığı, bizim adalet duygumuzu yaralayacak hiçbir futbolcunun, olayın olmadığı başka bir takım olma özelliğinde çok daha saygın bir durumda olurdu. Ve buradaki sır kesinlikle Lucescu’nun az önce söylediğimiz gibi bir adam olmasıydı, ama olmadı. Örneğini verelim işte; Tigana geldi, tamam Beşiktaş seyircisi vefakârdır, Tigana’yı da sevdi, sahip çıktı. Tigana zenciydi ama tipik bir Fransızdı. Lucescu’nun o Ronaldo, Zago, Giunti ve İlhan Mansız’la, üçdört futbolcuyla yarattığı şeyi, çok daha büyük olanaklarla yaratamadı. Lucescu ortada zaten. Aldığı riskler, kişiliğini ortaya koyma gücü, bekleneni değil de inandığını söyleyebilme ve öyle davranabilme açısından. Zaten ben üstümüzdeki lanetin Lucescu’ya yaptığımız ihanetle ilgili olduğunu düşünüyorum. Şu anda onun vebalini ödediğimizi düşünüyorum.


Ben iki üç senedir maçları kapalıda seyrediyorum. Bazen maç da kötüyse bırakıp çocukları seyrediyorum. Yüzlerine bakıyorum uzun uzun. Futboldan ötede başka bir şey de var. Tabii ki futbol da var, takım sevgisi var ama o sevginin kaynağına dair benim kafamı karıştıran, kafamda sorular oluşturan bir şeyler var. Bunları anlama arzusu uyandıran bir belgesel yapma ya da işte Çarşı’nın belgeselini yapma her zaman bende varolan bir şeydir. Ama “Çarşı desibel rekoru kırmış, Çarşı şöyle bir sosyal konuya el atmış,“ değil ben zaten böyle bir şeyi beceremem de. Yusuf Tunaoğlu belgeseli de yapmak var kafamda. Ama ben Yusuf Tunaoğlu’nu sadece futbol kriteri olarak alsam, daha iyi bildiğim Sergen’i yaparım. Bir Anadolu takımında maçtan sonra, tüm yöneticileri öbür takıma küfrederken, haksızlığa uğradığını söylerken “Hayır bunu biz yaptık, bahane bulmak hiç dürüstçe değil“ diyen futbolcunun belgeselini yaparım. Çünkü beni insan duygusu olarak yakalayan değerli bir şey var orada, anlaşılması gereken. Beşiktaş Şampiyonlar Ligi şampiyonu olsun ben bunun belgeselini yapmam ama 2.Lige düşerse onun belgeselini yapabilirim. Beşiktaş’ın küme düşme, düşmeme maçı olan o Zonguldakspor maçına 67 bin seyircinin gelmesini, ne bileyim 12 Eylül döneminde şampiyon olduğumuz yılki o sokağa çıkma yasağına rağmen Trabzonspor maçından sonraki kutlamaları. Fakat bir hayat duygusu bulamayınca bırakın belgeseli, filmi, fotoğrafını bile çekmem o şeyin.



Ben yıllardır İnönü Stadı’nda hiçbir adaletsizlik duygusu görmedim. Beşiktaş seyircisinde garip bir vicdan var. Herkes korkuyla gelir oraya. Maçtan önce ortalık karıştırılır şu olacak, bu olacak diye. Tottenham’a da, Anadolu takımına da tezahürat yapılır. Bunlar tabii hep gözardı ediliyor. Ben bu yüzden mesela Çarşı’yı sevmişimdir. Hep onlardan beklenenin aksine hiçbir takıma orada kötü, adil olmayan bir davranış yapılmamıştır. Benim vicdanımda bunların hiçbirinde bir adaletsizlik yoktur



Mesela “Şerefinizle oynayın, hakkınızla kazanın“ pankartından sonra dikkat edin Burak o kadar gelecek vaat eden bir futbolcu olmasına rağmen o günden sonra bir daha iflah olmadı. Bir yıldır o çocuk neredeyse kayıp. Beşiktaş seyircisi bunu bile yaptı. Haksız yere attığınız bir gol oluyor hakem iptal ediyor biriki ıslık falan onun dışında aramızdaki konuşmalar aynen şudur: “Ya iyi ki iptal edildi, yoksa biz bunu nasıl kabul edecektik?“ Ben böyle bir vicdanı, genel olarak söylüyorum başka takımlarda göremiyorum.




Bugün tribünde olan insanlar yarın gidecekler, yarın kombine fiyatları arttığı için gelemeyecekler, yarın bir takım acayip yaptırımlar başladığı için gelemeyecekler. Oraya başkaları gelecek, başka bir Beşiktaş seyircisi yaratılacak. O işte bize dayatılan bu temaşadır, şovdur laflarıyla bugüne kadar bizim varolmamıza, ayakta durmamıza katkıda bulunan birçok yüksek değer gibi, mesela arkadaşlık gibi, yoldaşlık gibi, komşuluk gibi, hemşehrilik gibi bir sürü olgu nasıl hayatımızdan çıktıysa ve biz bunun eksikliğini hissetmiyorsak ama sonuçlarını çok sert yaşamak zorunda kalıyorsak futbol da hayatımızdan bu şekilde çıkacak ve bu hayat biraz daha kötüleşecek.

Artık Beşiktaş’ta bile gencecik çocukların sponsorluk tartışmaları yaptığını görüyorum. Beşiktaş’ın kapalısında bile çocukların “Bizim ahlakımız, bizim gösterdiğimiz tepkiler hatırlanmayacak, sadece skorlar hatırlanacak, tarihe bu geçecek“ dediklerini duymaya başladım. Biz “Gerekirse 2.Lig’de oynayabilmeliyiz“ deme gücünü, sırf hamaset olsun diye değil, gerçekten inanarak söyleyebilirsek, işte o endüstriyel futbolun,futbolu hayatımızdan böylesi bir biçimde çekip çıkarmasını, bizi fark edemeyeceğimiz bir eksiklikle başbaşa bırakmasını ancak böyle engelleriz.



Ama allahtan Beşiktaş’a olan bağım başarıya bağlı değil. Bunu her zaman söylüyorum, ben en çok Beşiktaş yenildiği zaman Beşiktaşlı olduğumu hissediyorum. Bu en başında da böyleydi hâlâ da böyle.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Tebrikler Zeki Demirkubuz


Dubai Uluslararası Film Festivali'nde en iyi film ödülünü kazandı Zeki abi. Güzel kardeşimiz İsmail'in dediği gibi "Ödülü alan Zeki abi, bize ödül veren de yine kendisi."

Tebrikler ve teşekkürler Zeki Demirkubuz.

16 Aralık 2012 Pazar

Maneviyatımız Mühendis Oktay Abi











Alen Abi:  '' Beşiktaş taraftarı maneviyatına sahip çıkmalıdır. Oktay da bizim bir maneviyatımızdır.''

Daha önce burada yazdığımız Mühendis Oktay anmalarından farklı değildi bu sene.
O yüzden aynı yazıyı buraya aktarıyorum.

Unuttuk Seni Mühendis Oktay


14 Aralık 1991 akşamı Galatasaray – Beşiktaş maçının ardından, boynunda Siyah-Beyaz atkı var diye kalabalık bir Galatasaray grubunun saldırısına uğramıştı Mühendis Oktay Akdemir. Hastaneye kaldırılmasına rağmen, kafasına aldığı ağır darbeler sonucu yaşamını yitirmişti. Öldüğünde 30 yaşındaydı.
Oktay abi bugün hayatta olsaydı, 50 yaşında olacaktı. Belki de oğluyla, kızıyla gelecekti bu akşam ki maça. Belki de oğlu “Hadi baba, sen de Kapalı’ya gel bu akşam” diyecekti. “Yok evlat, biz eskiler deniz tarafında oluruz yine” diye yanıtlayacaktı Oktay abi. Hiçbir zaman yaşanmayacak dialogların hayalini kurmak kaldı bize. Bir de çıkarmadığımız dersler.
Oktay abinin katilleri, o dönem komik cezalar aldılar. Bir insan hayatını sonlandırmanın sıradan bir şey olduğunu gösterircesine. Aynı kişiler ellerini, kollarını sağlayarak devam etti hayatlarına. Hem de büyük kalabalıklardan hak etmedikleri saygıyı görerek, kendilerine lider denilerek. Gerçi bu ülkenin kimyasında var suçu örtbas etmek, suçluyu el üstünde taşımak.
Bütün bunların yanında bir de kendi özeleştirimizi yapalım. Geride bıraktığımız Pazar günü Oktay abinin anması vardı. Sadece 10-12 kişinin katıldığı. Kimseye akıl, icazet verecek değiliz. Lakin iç ses de susmuyor. Biz, bu kadar vefasız değildik. Bu kadar unutkan da değildik. Sadece Galatasaray maçları öncesi Oktay abiyi hatırlayacak kadar popülist de değildik. Ne oldu da allak bullak ettik her şeyi? Ne oldu da “atkın, emanetimdir” dediğimizi unutur olduk? Ne ara bu kadar değiştik?
Herkes, kendi vicdanına gönül rahatlığı ile verebiliyorsa hesabını zaten susmak düşer bize de.
Ruhun şad olsun Oktay abi. Bağışla bizi.




14 Aralık 2012 Cuma

Ruhun Şad Olsun Beşiktaş'ın Mühendis Oktay'ı


Hep 30 yaşında kalacak olan güzel abimiz, ruhun şad olsun.
Emanetin bizde abi. Her zaman, senin için "atkılar fora"!

4 Aralık 2012 Salı

Hoş Geldin Rüzgar Bebek

Sarı Fırtına Metin Tekin, yavru kartal Rüzgar bebeği kucağına aldı. Tekin ailesini tebrik eder, sağlıklı, mutlu senelerine tanıklık etmelerini dileriz.

Hoş geldin Sarı Fırtına'nın oğlu Rüzgar!

2 Aralık 2012 Pazar

Beşiktaş Neydi?


Trabzonspor maçında son dakikada kaçan gol sonrası sahaya yığılan adamlardı, atılan gollerden sonra yumak haline gelen güzel takımdı, Kasımpaşa maçında koluna kaptanlık pazubandı takılan Necip'ti, İsmail'i unutmayıp, formasını tekrar Şeref Bey çimlerine çıkaran Kartallardı, maç sonu tribüne gelip, karşılıklı Siyah-Beyaz çeken yüreklerdi, McGregor kaleyi boşalttığı an o boşluğu doldurmaya çalışan gönüllü kalecilerdi, başarıyı şampanya patlatarak değil, menemen yiyerek kutlayan bizim çocuklardı.

Sene sonunda durumumuz ne olur bilemeyiz. Ama biz istediğimizi çoktan cebimize koyduk. 

Herkese iyi pazarlar. Biz, böyle bir pazarı çok bekledik.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Sahada Kaybedebiliriz, Tribünde Asla


Öyle bir sevda ki senin uğruna
109 senedir babadan evlada
Ne mutlu ki bu güzel hikayenin içinde yer alıyoruz. Evlada, kardeşe, yeğene anlatacaklarımız, aktaracaklarımız, yaşatacaklarımız ve beraber yaşayacaklarımız var. Kayıplarımız sadece skor olarak kalacaktır. Kazandıklarımız ele avuca sığmaz, sayılamaz. Çok büyüksün Beşiktaş!

24 Kasım 2012 Cumartesi

Beşiktaş Olmak








YD'den kurtuluş; ama aslında kurtulamayış, Feda, Avrupa'ya gidememe, tonla sıkıntı, tonla hüzün, Quaresma, parasal kriz, Beşiktaş'tan bir halt olmaz diyen ulemalar, alışık olmadığımız boş Kapalı.

Sonra sevemez kimse seni, kaptan Necip, takımı sahiplenen Fernandes, açıklarda gerçek Kapalı ruhu, gol sevinçlerinde yumak olan adamlar, armanda saklı aradığın gücün, Oğuzhan diye bir çocuk, arkadaşları sakatlanınca canı yanan adamlar, bitti denilen Ersan'ın dönüşü, kırmızı forma, sonra siyah, sonra beyaz.

Sene sonuna kadar ne olur muamma. Ama biz tekrar sahada Beşiktaş'ı görüyoruz. Beşiktaş olabildik yeniden. Bunun keyfini çıkarma zamanı şimdi.

16 Kasım 2012 Cuma

Çok Aşığın Var Diyorlar


 Gidilmez,
 Girilmez,
 Alınmaz,
 Yapılmaz,
 Olmaz.

İtinayla ezber bozulur. 15 Kasım 2012 baş köşeye yazıldı. Bizlere bu gururu yaşatan her bir Kartal yürekliye sonsuz teşekkürler.

Biz hep deriz: "Sevdaya yasak koyanın dünyada yeri olmaz." Hele bu Beşiktaş sevdasıysa.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Şeref Bey'de Bir Orta Dünyalı


Alemin gözü yaşlı, Aragorn Beşiktaşlı




 

Can abiye sevgilerle.

13 Kasım 2012 Salı

Beşiktaş'ı Üzmesinler


"Her geçen sene, her geçen gün bambaşka şeyler getiriyorlar. Hiç ümit etmediğiniz şeyler geliyor karşınıza. Allah kolaylık versin diyorum. Yalnız Beşiktaş'ı üzmesinler!"

Süleyman Seba

9 Kasım 2012 Cuma

Serpil Hamdi Tüzün'ün Kaleminden Metin Tekin

"Yıl 1975, Rahmetli Sahir GÜRKAN Hocamın önemli bir projesi olan T.F.F. Yaz Kursları’ndan birinde, İzmit’te, bir kurs yöneteceğim. 

Zamanında olmam gereken yerde oluyorum. Rahmetli Sabri KİRAZ Hocam (Zamanın Kocaelispor Teknik Direktörü) ile biraz sohbetten sonra, çocukların yanına gidiyorum. Seçme yapacağım. 5x5 veya 6x6 oynayacaklar. Grup 11-12 yaşlarında.

Çocuklardan biri düzgün ve özenli kıyafeti ile dikkatimi çekiyor. Açık mavi ve beyaz renkler halen aklımda. Çocuğun babası da çok yakınlık gösteriyor. Güleryüzlü, yardımsever. Adeta pervane oluyor. Yandık diyorum kendi kendime. Herhalde oğlunda çok fazla bir şey yok, O da benim kararımı etkilemeye çalışıyor. Bir sürü benzer örneği yaşadığım gibi...

Bu tedirginlik ile çalışmayı başlatıyorum. Ve 15-20 saniye sonra müthiş rahatlıyorum. Metin, yerinde duramayan bir tay gibi, sürekli hareketli... Ve en önemlisi top ayağına yakışıyor. Oyunu da akıllı oynuyor. İki ay Metin ile ve seçtiğim diğer oyuncularla iyi bir çalışma yapıyoruz. Yardımcım Nezih Hoca’nın da büyük yardımı ile... Eğitimin bir parçası olarak Eskişehir’deki kursun takımını orada yendiğimizi de hiç unutamam.

Metin’in babası Tarık Bey’i de yakından tanıyınca mükemmel bir insan olduğunu anlıyorum. Oğlunun iyi bir oyuncu olabilmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya hazır. Tabii okulu aksatmadan.

İyi günler her zamanki gibi çabuk bitiyor. Ayrılmamız çok zor oluyor. Benim de hep hatırladığım bir dönemdi bu. Metin ve Tarık Bey ile bu dostluk orada bitmiyor. Ben de kurs bittikten sonra BJK ile anlaşıyorum. Özkaynak Düzeni (o zamanki adı Futbol Okulu) olarak Kocaelispor Genç Takımları ile de yakın ilişkimiz var. Sık sık özel maçlar oynuyoruz. Biz gidiyoruz, onlar geliyor. Böylece Metin’in gelişimini de takip edebiliyorum. Tabii ben hep onu Beşiktaş’a almak istiyorum. Ama Kocaelispor haklı olarak vermiyor. Ta ki liseyi bitirene kadar. Yasalardaki bir değişim Metin’in Beşiktaş’a transferini kolaylaştırıyor, böylece Beşiktaş mükemmel bir insanı ve iyi bir futbolcuyu kazanmış oluyor. Kocaelispor, başta Nezih Hoca ve emeği geçen diğer hocalar ile Tarık Bey de bu duruma mutlaka çok sevinmişlerdir.

Metin ile ilgili bir başka anektod yıllar sonrasından. Ümit Milli Takım’da oynuyor. Kaptan... Şeref Stadı’nda sık sık karşılaşıyoruz. Bir keresinde bana kolundaki saati gösteriyor. Çok sevinçli. TFF hediye etmiş. Bursa’da Almanya ile 1-1 berabere kalmışlar. Onun için. Yahu Metin diyorum, bu maçın karşılığı var mı? Var diyor. Almanya’da... Eee sence bu sonuç başarı mıdır? diyorum. 0-0 bile bize yetmeyecek turu geçmek için. Haklısınız diyor. İşte böyle pırıl pırıl oyuncularımız hep “kurbandı, suçlu değil” derken tam da bunu kastediyordum.

Avrupa’yı gözünde çok büyüten zavallı yöneticiler, sınırlı beyinler, “Şerefli Beraberliklere” çoktan razı olan kimi yöneticiler ve teknik adamlar... Utanç verici 1-9-1 dizilişleri yanı sıra, “Kardeşim adamlar” muhabbetleri, oyuncularımızın gerçek güçlerini göstermelerini kısıtlayan en büyük engellerdi. Metin ile ne BJK Genç Takımları’nda ne de Genç Milli Takımlar’da birlikte çalışmak kısmet olmadı. Keşke olsaydı."

Kaynak: Serencebey (http://www.serencebey.com/tr/detay.aspx?id=1718)

7 Kasım 2012 Çarşamba

İyi ki Doğdun Kazım Koyuncu


Dünya'nın en güzel şarkısı için bir kez daha teşekkürler. İyi ki doğmuşsun Kazım Koyuncu, iyi ki hayatlarımızda iz bırakmışsın.

27 Ekim 2012 Cumartesi

İşte Şimdi İyi Bayramlar


 Geçen sene bu zamanlar, Ernst'i başka bir forma ile izleyeceğimizi söyleseler önce epey bir güler, sonra da ağız dolusu söverdik. Dün akşam ağız dolusu sövdük; ama gülmeden. Her gördüğümüz an "değiştir şu üstünü, yanlış giymişsin" diyesimiz geldi. 
Uzunca zamandır kaptanlık konusunda talihsiziz biz. Kaptanlarımız birbiri ile kavga etti, bir değil iki defa. Takım berbatken kulübede güleni oldu, henüz 3 gündür Beşiktaş forması giyen adam kaptan oldu. Daha tonla hikaye. Çokça zamandır o pazubandı manasını yitirdi. Haliyle şu görüntü mutlu ediyor, hayal kurmaya sebep oluyor. Beşiktaş özkaynağından yetişmiş, Beşiktaşlılığa yakışan evladın kolunda o bandı görmek. Gönül istiyor senelerce layıkıyla taşısın.

Beşiktaş'a en çok yakışan anlardan biri. Planlı gol sevinçlerindense yumak olmuş Kartallar. Bu görüntü baki olsun. Al sana mutluluğun resmi Abidin.

Bizim bayramımız şimdi. Kutlu olsun.

Nerdesin Olm Sen !

Uğursuza, futboldan bilmeze daha fazla muhtaç etme bizi. Dön bir an önce. Özledik Seni.


17 Ekim 2012 Çarşamba

Hadi Oradan

CAS'ta görülen Beşiktaş-Ferrari davası sonuçlandı. Ferrari'ye 7.8 milyon Euro ödememiz kararlaştırıldı. Süreci yakından takip eden, benzer örnekleri de yaşayan Beşiktaş taraftarı duruma şaşırmadı zaten. Sadece akıllarda geçtiğimiz gün edilen cümle yerini koruyor: "Yıldırım, iyi Beşiktaşlı'dır."

13 Ekim 2012 Cumartesi

Sadece Beşiktaş

Erkek basketbol takımımız, dün akşam tarihinde ilk defa Euroleague maçını oynadı. Açılış maçını kazanmanın güzelliğinin yanı sıra, skor tabelasında yazan takım isminde sadece "Beşiktaş" olmasının farkı bambaşkaydı.

Her şey güzel de, "3 hece, 8 harf sadece Beşiktaş!" çok güzel.

Hocamız Erman Kunter'e, oyuncularımıza, teknik kadromuza teşekkürler ve tebrikler.

9 Ekim 2012 Salı

Kaptan

"Beşiktaş'ta 10 sene oynuyorsun ve hiç kaptan çıkamıyorsun. Çünkü Rıza var." Feyyaz Uçar

8 Ekim 2012 Pazartesi

Zihniyet

Samet Aybaba, dünkü maç sonrasında Burak ve Tanju'nun kadroya alınmaması ile ilgili sorulan soruya şu yanıtı verdi: 

"Biz bu oyunculara kaldıysak vay halimize. Beşiktaş'ın uzun süre içinde olmalarına rağmen fazla şans bulamamışlar."

Bunu diyen kişi, Beşiktaş'tan kovulurcasına gönderilen Batuhan Karadeniz'i kurtarıcı olarak kulübe geri getirdi. Bunu diyen kişi, Emre Özkan İBB'ye gitmediği için onu kadro dışı bırakıp, dün akşam ki maçta o bölgede sıkıntı üstüne sıkıntı yaşadı. Takım hocasının oyuncu tercihlerine saygı duyarız da, oyuncularına saygı duymayan, onları çirkin üslup ve tavırla dillendiren kişiye de eleştiri hakkımız bakidir.

Bu yüzdendir ki, çokça zamandır Beşiktaş'ta sıkıntı zihniyet. Mağlubiyetlerin, kötü oyunun üstesinden gelinir de zihinlerin temizlenmesi zor zanaat.

Başka bir örnek için de: Beş Çayında Veysel'den Ahmet Nur Çebi'ye

2 Ekim 2012 Salı

Herkese Nasip Olmaz Beşiktaşlılık

Faal futbol yaşamın boyunca tek bir kulübün formasını giy,
Senelerce kaptan olarak çıktığın sahaya rakip takım hocası olarak çık,
Herkes sana tebessümle, saygıyla baksın,
"Bizim Rıza" olarak anıl,
Kulübün emektarı Süreyya abimizi kucakla,
Sen çok yaşa Atom Karınca Rıza!

Yenilmişiz kimin umrunda? Teselli yine Beşiktaş'ta, Beşiktaşlılık'ta.

25 Eylül 2012 Salı

Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm


"Biz bu memlekette bir garip kuş idik, nereye gitsek itildik. Gerçi biz alışığız bir lokma ekmekle yetinmeye. Ama o dönemde bir baktım ki, gardaş gardaşı vuruyor. Almanya'ya gitmeye karar verdiğim günlerde bizi anlamamışlardı. Ayrı tutmuşlardı. Bizim en son emmimiz, dayımız Pir Sultan'dır. Ayrım yapmamayı ondan öğrendik. Senle ben birbirimizi eşit görürsek bu dünyanın meseleleri kalmaz."

Canlı dinleyebilme şansına eriştik, tesellimiz olsun. 2009 Mayıs'ında da bir ömür tebessüm ile anacağım birkaç dakikanın baş kahramanı olmuştu. Ruhu şad olsun Usta'nın.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Bahtiyar Beşiktaşlılar

Bolca TSM dinlenen bir evdi bizimkisi. Annem çok severdi. Çok küçük yaşta kulağımıza çalınmış oldu nameler. Daha 10 yaşında veletken bilirdim birçok parçayı. En çok dinlenenlerden biri de Zeki Müren'di. O yaşlarda yer etti, sonra bir daha da hiç terketmedi bu keyif.

Karabük deplasmanındaki harika tribünün videosunu izlettim anneme. Gel bak dedim, senin eşlik edebileceğin bir tezahurat. Uğraşma benle eşek sıpası demek üzereydi ki "aa" dedi önce. Sonra da ekledi: "Ne güzel söylemişler, kendilerinden geçmişler." O günden beri annem arada " aç bakayım şu deli çocukları" diyor. Beraber söylüyoruz evin içinde keyifle.


    

Kazım Kanat gibi Zeki Müren'in de ölüm yıl dönümü bugün. Yaşasaydı şu videoyu izledikten sonra takdir ederdi muhtemelen. "Gençlerimiz ne güzel söylemiş, bahtiyar oldum" derdi belki de. Bu vesile ile bir kez daha anmış olalım Müren'i. Ruhu şad olsun.

Ruhun Şad Olsun Kazım Kanat

Ölümünün 4. yılında Kazım Kanat'ı saygıyla anıyoruz.

Ölümle, yaşamı ayıran çizgi, siyahla, beyazı ayıramaz ki!

20 Eylül 2012 Perşembe

Demirören Gücenirse

Vira dedik, açılışı yaptık. Yeni sezonun ilk seyircisiz maç cezasını aldık. Gerekçesi de Elazığspor'un hocası Bülent Uygun'un başına isabet eden madeni para. (Yersen)

 Kural bu, itiraz etmek yersiz diyenler, sizleri de bir zahmet şöyle alalım: Burası Kapalı'dan Eser Gökulu, kural çerçevesinde değerlendirmiş olan biteni.

Hesap sorsana, hesap sorsana, Demirören'den hesap sorsana!

18 Eylül 2012 Salı

Sevemez Kimse Seni




Kurgulanmış gol sevinçlerinin değil, yumak olan Beşiktaş futbolcularının hastasıyız.

12 Eylül 2012 Çarşamba

Beşiktaşlı Cem

En ufak yavru Kartal'ımız Aristo Cem. İleride "Beşiktaş'ın bileklerine hakim orta sahası" olarak anılacak:)

10 Eylül 2012 Pazartesi

Irkçılığa Karşı Ses Ver Ultraslan

Ebou'ye maç içindeki davranışlarından ötürü sinirlenip ''fuck you'' diye bağıran Beşiktaş taraftarının ''maymun'' dediğini iddia edip ( yalan söyleyip ) Beşiktaş taraftarına ırkçı damgası vurmak için elinden geleni ardına koymayan ''Ultraslan''adır çağrım. Bizim kadar siz de biliyordunuz ''fuck you'' dediğimizi, yapılanın ırkçılık olmadığını. Siz de tribünlerin tozunu yutan adamlardınız ve o melodinin, sloganın ne olduğunu bile bile, çevirip-kıvırıp ırkçılık olarak lanse ettiniz ve aslında ''kanıksanmış ırkçılığa'' bir tuz da siz ektiniz o gün.

Hollanda-Türkiye maçında '' ayağa kalkmayan ermeni olsun'' sloganının nerden-kimden-hangi gruptan çıktığını da şimdi çok iyi biliyorsunuz. Biz de biliyoruz. Irkçılık karşıtı, anti-faşist Ultraslan, o slogan için özür dileyin. Özür dileyin ki samimiyetinizi görelim.


Bu yazı BurasıKapalı blogundan ''purplepurple'' tarafından yazılmıştır.
Blogun diğer yazarlarından Eser Gökulu'nun paylaştığı şu link http://belcikahaber.com/381-helal-olsun-size.html durumun iyice kavranması için yeterli olacaktır diye düşünüyoruz.

9 Eylül 2012 Pazar

31 Ağustos 2012 Cuma

Bir Spor Kulübü Beşiktaş

Bu akşamüstü gelen haberlere göre kadın basketbol takımımız ligden çekildi. Kısa süre içerisinde Beşiktaş Jimnastik Kulübü,  2 şubesini kapattı. Hiç lafı uzatmadan, dolandırmadan kulübün tüzüğünde yer alan kuruluş amacı maddesine bakalım: 

"Beşiktaş Jimnastik Kulübü, bir spor kulübüdür. Organlardaki bütün görevler parasızdır. Amacı:
  1. Büyük önder Atatürk'ün hedef gösterdiği doğrultuda "Zeki, çevik ve ahlaklı" sporcular yetiştirmek, sporla amatörce ve izin verilen konularda profesyonelce uğraşmak, taraftarlar, üyeler ve sporcular arasında sevgi ve dayanışmayı kurmak ve geliştirmek, Beşiktaşlılık sevgisini yaymak, tabanı genişletmek, bilinçli taraftar yetiştirmek, Türk sporunun gelişmesine ve milli takımların başarısına katkı sağlamak, Türk sporunu yurt içinde ve dışındaki karşılaşmalarda başarıyla temsil etmek, gençleri spora yöneltmek ve onlara spor yapma olanağı sağlamak, sporcu ile birlikte her kademede spor adamı yetiştirmek, üyelerin sosyal ve kültürel gereksinimlerini karşılamak, üyeleri kulübün tesis ve faaliyetlerinden yararlandırmak, yurtiçinde ve yurtdışında spor karşılaşmalarına katılmak, bu karşılaşmalarda Türk sporunu başarı ile temsil etmek.
  2. Beden Eğitimi ile ilgili her türlü spor ve jimnastik ile amatörce uğraşmak, her spor dalında amatör ruhla sporcular yetiştirmek, üyeler ve sporcular arasında sevgi, saygı ve dayanışma kurmak.
  3. Her çeşit spor gösterisi, sosyal - kültürel etkinlikler, maçlar yarışmalar düzenlemek veya bu tip düzenlemelere katılmak, kulübün sportif faaliyetleri için yasaların ve tüzüğün tanıdığı yetkiler içinde lokal, açık veya kapalı spor tesisleri yapmak, kiralamak veya kiraya vermek; bunları yönetmek ve çalıştırmak, her yaştaki sporcuların çeşitli sporları amatör bir ruhla yapmalarını sağlamak
  4. Sporla ve eğitimle ilgili her dereceden spor okulları ile diğer genel eğitim okulları ve kurumları açmak; profesyonel sporcu, teknik direktör, antrenör, monitör, teknik ve idari personeli kendi bünyesinde veya başka eğitim kurumlarında yetiştirmek, almak, çalıştırmak, kiralamak, mevzuata uygun profesyonel spor şubelerini kurmak, yönetmek ve bu tür kuruluşlara üçüncü gerçek veya tüzel kişilerle birlikte katılmak..
  5. Kulübün ihtiyacı olan ikametgah ile amaç ve faaliyetleri için gerekli taşınır ve taşınmaz mallar ile yasa ve sözleşmelerden doğmuş ve doğacabilecek hertürlü haklara sahip olmak, yasalara uygun lokal açık ve kapalı spor alanları, kamp ve konaklama tesisleri almak, kiralamak ve yapmak. Bu amaç ve faaliyetlerini gerçekleştirmek için bağış kabul etmek ve gelir getirici taşınır ve taşınmaz mallara sahip olmak.
  6. Amacına ulaşmak için ticari şirketler , yatırım ortaklıkları ve vakıflar kurmak veya kurulmuş ticari şirketler, yatırım ortaklıkları ve vakıflara katılmak, yardımlaşma, dayanışma kuruluşları kurmak, şube açmak, kurulu ve kurulacak olanlara katılmak, federasyon, konfederasyon kurmak veya bunlara katılmak uluslararası faaliyette bulunmak, yurt dışındaki sporla ilgili dernek ve kuruluşlara üye olmak, üyelikten ayrılmak. Kulübün gelişmesine ilişkin plan ve programlar ile bunları yürütecek profesyonel kadroları kurmak, BJK isim ve logosunun önde gelmesi koşulu ile sponsorluk anlaşmaları ve isim kullanım hakkı sözleşmeleri yapmak.
  7. Sportif alanda eğitici ve aydınlatıcı, bunun yanısıra kulübün faaliyetleri hakkında üyelere ve kamu oyuna bilgi veren sürekli yayınlar yapmak.
  8. Üniversiteler dahil olmak üzere eğitim kuruluşları ve dış ülke kulüpleri ile iş birliği yapmak ve bilgi alışverişinde bulunmak spor okulları açmak öz kaynaktan sporcu yetiştirmek, başarılı sporcuları korumak ve bünyesinden yetiştirdiği sporcuların kadrolarında yer almasını sağlamak.
  9. Kulüp'te spor yapmış ve sporu Kulüp'te bırakmış, Kulübü yurtiçinde ve yurtdışında başarıyla temsil etmiş, sporcu iken veya sporu bıraktıktan sonra sağlık veya diğer nedenlerle madden veya manen zor duruma düşmüş sporcularına sahip çıkmak ve bu durumda olanlara gereken ilgiyi gösterip destek sağlamak."  
Kulübün tüzüğünde amaç bu denli yalın şekilde betimlenmişken, parasal kriz gerekçesi ile şubeyi kapatan yönetim, buna destek verip, "şampiyonluğa oynamayan Beşiktaş'tansa şube kapansın" diyen sözde taraftar ile "bugüne kadar kaç kere gittiniz ki maça" diyerek garip bir savunma mekanizması geliştiren taraftar, ne yazık ki Beşiktaş'ı anlamamıştır. İster alının, gücenin. Hatta umarım alınıp, gücenirsiniz. Zira her şeyi bu kadar sineye çekmek hayra alamet değil.
                                                                                                                                                                              

30 Ağustos 2012 Perşembe

İyi Futbolcular, Kötü ve İyi Sporcular

2007 - 2008 sezonu, Beşiktaş Trabzonspor deplasmanından 2-3'lük galibiyet ile dönüyor. Ama nasıl? 2-0 mağlup duruma düştükten sonra öne geçmesini bildik.Fakat maçta ilginç bir şey oldu. Rüştü, ceza sahası dışında elle oynadığı gerekçesi ile oyundan atıldı. Pozisyonun bir diğer kahramanı ise Umut Bulut'tu. Canhıraş bir şekilde bağırıp, Rüştü'nün eliyle oynadığını iddia etmişti. Hakemin Rüştü'ye kırmızı kartı göstermesiyle de ödülünü almıştı. Ne tesadüf ki o maçın da hakemi Bülent Yıldırım'dı. Daha sonra yardımcısı ile birlikte Rüştü'den özür dileyeceklerdi.


  
Geride bıraktığımız haftada, son dakikalarda penaltı kazandı Galatasaray. Olmayan penaltı pozisyonu hakkında haliyle isyan ettik, konuştuk. Burak Yılmaz, bolca eleştirildi. Umut Bulut da takım arkadaşı Burak Yılmaz'ı savunarak, pozisyonun % 100 penaltı olduğunu söyledi.

Gelelim Burak Yılmaz'a. Beşiktaş forması giyerken, elle gol attığı için eleştirilen, sevilmeyen Burak Yılmaz'a. Kariyerine şöyle bir bakıldığında ceza sahası içerisinde, etrafında uçtuğu vakitler o kadar fazla ki. Aşağıdaki video onunla ilgili görüntüler ile dolu. Cezasahası civarına geldiği vakit, niyetinin ne şekil aldığı ile ilgili. Burak'ın amacının gol olması, golü düşünmesi çok normal. Fakat bunun yapılma tarzı ve bunun normal kabul edilmesi anlaşılır değil.

 http://www.youtube.com/watch?v=Grla8bduWrI

(Videoyu ne yazık ki görüntü olarak ekleyemedim. Link olarak veriyorum.)

Hem Burak, hem Umut iyi futbolcular. Oynadıkları takıma "kazandırmaları" yüksek isimler. Onları iyi kılan şey sadece futbolculukları. Lakin her ikisi de kötü sporcu ve spor ahlakından yoksun isimler. Kendi çıkarları için yalan söylemekten çekinmeyen, başarıya giden her yolun mübah olduğunu sanan, rakip takımdaki oyuncuların da kendileri ile aynı mesleği yaptığını unutan insanlar. Burak Yılmaz, gol kralı olmuş olabilir. Kariyerinin geri kalan döneminde çok daha başarılı günler yaşayabilir. Umut Bulut, bundan sonra çok daha iyi sezonlar geçirebilir. Bu alışkanlıklarından vazgeçmedikleri sürece ikisi de iy futbolcu; ama kötü sporcular olarak anılacaktır. En fazla forma giydikleri kulüplerin taraftarları tarafından sevileceklerdir. Gerçi çok şükür ki Burak Yılmaz formamızı giyerken, hakettiği tepkiyi göstermiştik.

Bir de hem iyi futbolcu, hem de iyi sporcu olanlar var. Ve ne mutlu ki Beşiktaş forması giyiyor bir tanesi. Mustafa Pektemek. Pektemek, sadece saha içerisindeki hal ve tavrı ile değil, saha dışındaki haliyle de etkiliyor beni. Haddinden fazla paraların kazanıldığı ortamda kendini bozmayan nadir isimlerden biri. Mustafa'yı bugüne kadar abartılı gömlek, tişört, pantolonlar ile görmedik. Saç traşından tutun da saçını tarayış şekline kadar abartısızdır. Beşiktaş'ın bünyesinde bu tip oyuncuları bulundurmasından her zaman keyif aldım. Kendi aramızda yaptığımız sohbetlerde de dillendiririz sık sık. Koluna taktığı abartılı saat değil, mahcup gülümseyişidir aslolan. Sadeliktir kendimize yakıştırdığımız. Galatasaray maçında da farkını ortaya koydu Mustafa.

       

İlk golden sonra sevinç sırasında Sivok'un ayağına basıyor ve hemen özür diliyor. (02:15'ten itibaren) Ezeli rakibiniz ile oynuyorsunuz, kendi evinizde öne geçmişsiniz ve tüm takım arkadaşlarınızla gol sevinci yaşıyorsunuz; ama arkadaşınıza istemeden yaptığınız anlık bir hareket sonrası "pardon" diyorsunuz. Adrenalin bu denli zirvedeyken bunu es geçmemek. Bir diğeri de attığımız 2. golün hemen öncesinde Melo ile birlikte topa müdahale ediyor. Melo yerde kalıyor. Pozisyon devam etmesine ve hala atakta olmamıza rağmen o anlık dilimde Melo'yu kaldırıyor Mustafa. (06.48'ten itibaren) 

Küçük detaylar mı? Evet. Bizim için kıymetli mi? Defalarca ve yüksek sesle evet. Üzücü olan ise hem Mustafa'nın yaşadığı sakatlık, hem de çirkin biten maç sonu ile futbolun adaletinin olmadığını tekrar görmek. Bizim ülkemizde hep aldatanlar, rol yapanlar, başkasının üstüne basarak yukarı çıkanlar takdir edilir. Sadece futbol değil, her konuda böyledir. Bizim de boynumuzun borcudur bu düzene hem Mustafa'yı hem de Beşiktaş'ı yedirmemek.

28 Ağustos 2012 Salı

Sevdamızdandır Bilesin


Beşiktaş-Galatasaray maçının öncesi. Hikayenin sadece iyi ve güzel tarafının yer aldığı kısım. 
Gözümüzle görebildiğimiz-deklanşöre basabildiğimiz-dilimiz dönüp yazabildiğimiz kadarıyla...


Uzun hasretliği daha ligin 2. haftasına denk gelen bir Gs derbisi ile gidermek isteyen Beşiktalılar semte akın etmişti. Taraftarlar arasında Kazan Yanı ya da Kazan Dibi olarak anılan alanda toplanmaya başlamışlar, tezahuratlarla, meşalelerle akşama hazırlık yapıyorlardı.


Kalabalığı daha net görebilmek için Büyük Beşiktaş Çarşısı'nın üst katlarına çıktığımda sanki maç öncesi semtte bir mekanda değil de tribünde hissetmek mümkündü.







Elinde meşaleyle taraftarı Büyük Beşiktaş Çarşısı'ndan selamlayan kendi güzel kafası güzel abimiz.


Şurada gösterilen Üçlü performansı maç içerisinde gösterilmedi.


Kırmızı formalı taraftar sayısı oldukça fazlaydı.


Kartalın gölgesine sığınan Beşiktaşlılar.


Köyiçi ''bir baba hindi'' ile coşmakla meşgul.




Blogumaza ismini veren ama yoğunluktan dolayı bu maç fazla uğrayamadığımız,
semtin en güzel mekanı Şairler Parkı.


Şairler Parkının hemen üstünde yer alan Okul bahçesine kadar taşmıştık artık.



Dünyanın en güzel yolu. Stada giden ağaçlı yol. Dolmabahçe yolu.


Takım otobüsüne semtin içinden beri eşlik eden taraftarlar artık gidişini tamamen engellemeye başlamıştı.






Samat Aybaba ve futbolcular şaşkınlık içinde durumu izliyorlardı.


Ama taraftarın stadın dibine kadar gelmiş takımın önüne açmaya pek niyeti yoktu.



Samat Aybaba ve Kaptan Toraman durum değerlendirmesi yapıp taktik geliştirmeye çalışıyorlar. İlk defa Şeref Bey'de sahaya çıkacak olan Oğuzhan duruma oldukça yabancı.





Batuhan'dan ya da Toraman'dan gelen teklif ile stada kadar yürümeye karar veriliyor.














Ve artık stada girme vakti. Stada girdikten sonra çektiğim şu fotoğraflarda gördüğünüz üzere binbir eziyetle kendi stadımıza giriyoruz. Çalışan sadece 2 turnike. Sorunlu biletler. İtiş-Kakış. Taraftarın birbirine girmesine sebep verecek bir işkence modeli.





Eski Açık belki de 100.yıl'dan sonra ilk defa bu kadar hareketli-renkli-pankartlı bir maça eşlik ediyordu. Yönetimin Kombine politikası işlemiş ve taraftar kapalı'dan uzaklaşarak 
Eski-Yeni Açık arasında tercih yapmak zorunda kalmıştı.




Hayatınının merkezine Beşiktaşı koyanlar 


                                          
                                                İyi günde Kötü Günde bu taraftar hep yanında

                                         
                                         
                                                          Sol duyulu Beşiktaş taraftarı



                                                                Her şey seninle güzel




                                 Mekanımız Eski Açık ama Gönlümüz Kapalı Senden Başkasına

                                       

                                                Sen ben yok Beşiktaş var Beşiktaşımız var




                                                        Bizde gerçekten çok sakat var.
                                         http://www.youtube.com/watch?v=2RUldEbWwBE


                                          Tribünler hınç ile değil sevdalılarla dolu.












                                                 
                              Optik Başkan Tribünü
       










                                             

Maç başlıyor. Bu dakikadan sonra elim gitmez fotoğraf makinasına. Şu dakikada yaşanılan heyecanı anlatabilecek kadar ya da en azından fotoğraflayacak kadar yeteneğim olsa keşke.

                                       
               

Hikayenin güzel tarafına değinmeye çalıştım. Devamını hep beraber izliyoruz zaten.