22 Aralık 2010 Çarşamba

Feliz Cumpleaños Bernd Schuster



Mutlu seneler Dayı. Bizle kal ve hep böyle kareleri yaşat.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Beşiktaşlı Berkan Abatay


"Futbol, en çıplak haliyle yoksul halkın sporudur. Çünkü ucuzdur, oynamak için pahalı ekipmana gerek yoktur.

Gecekondu mahallelerinin çocukları yürümeyi öğrenir öğrenmez top oynamaya da başlar dense yeridir. Sen, ben, bizim oğlan, bir de kıytırık bir lastik top yeterlidir bunun için. Ondan sonrası sokak arasında koşturan çocukların "gol" sesleridir. Bu ortamda yetişenlerin takım tutmaması düşünülemez. Çevrenin etkisiyle hemen her erkek çocuk, bir takım tutmaya başlar. Genellikle de Kara Kartal tutulur.

En azından benim için böyle olmuştur.
"
Ruhun şad olsun.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Mühendis Oktay-Anma




12Aralık 2010 Pazar
12:00
Kazan'ın yanında buluşulup, Nakkaştepe Mezarlığı'na beraber hareket edilecektir.



"Bir cinayeti bütün ayrıntılarıyla izledikten sonra yaşamınız eskisi gibi kalamaz. Hele bu cinayet bir futbol karşılaşmasının sonrasında gerçekleşmişse, siz farkına varmasanız da, futbol tutkunuz bu başkalaşmadan payını fazlasıyla alır. Birkaç adım ötenizde, birkaç dakikada olup biten dehşetengiz bir şiddet gösterisi, insanlığınızdan utandırır. Duyduğunuz çaresizlik tüm kâinatı sarsacak denli uçsuzdur."

Ruhun şad olsun Oktay Abi.

10 Aralık 2010 Cuma

Kahin misin Be Adam?


Bursaspor maçından sonra, çok sevdiğim bir Kara Kartal, Volkan Şen'in atılmasına sebep olan kırmızı kart ile ilgili bir şeyler yazmıştı. Söylemiş olduklarını kendi aramızda da konuşmuştuk, haklıydı. Guti'nin oyundan atılması ile haliyle yazı geldi aklıma. Hemen aradım kendisini. "Kahin misin be adam" diye takıldım. Görünen köyün kılavuz istemeyeceğini söyledi O da.


Denizcan Bulut'un 6 Aralık'ta kaleme almış olduğu yazı:


" “ben tek bir faul yaptim bana sari kart gosterdin” demeye calisirken vucut dilini kullanan Delgado’ya ikinci saridan kirmizi cekmisti hakem.


Hakemin izani kim nerede ne anlatmak istemis acabaligina hakim olamayacaksa bu onlarin terazisinin ayarini hepten bozar. Kurali en ilkellestirilmis hali ile yorumlayip icra ediyorlar; “elinde hayali kart tutarak benimle konusursan cezalandirilirsin.”


Bunu gayri insani buluyorum. Futbolcunun hakemin kararina duydugu hosnutsuzlugu surekli kilmayip anlik bir vucut dili ile ifade etmis olmasindan cikan cezayi sacma bir kural olarak degerlendiriyorum.


Dusunun ki bir futbolcu hakemin karsisina ellerini arkada kavusturarak cikip “hocam ama bu hareket sizce sari kartlik bir hareket degil mi?” diye gogsunde yumusatarak sorarsa, hakem bunu diyen futbolcuya sari kart gosterebilir mi? Gosterirse ne diyecek? Bana bu hareketin sari kartlik olup olmadigini sordu o yuzden ben de kendisine sari kart gosterdim mi diyecek? Hakemin bu kararini hangi hakim dogru bulacak? Ya da bunu hangi yazili kurala dayandiracak? Hakemden rakibine kart gostermesini istemiyor, hareketin sari kartlik bir hareket olup olmadigini soruyor. Meramini giderecek diyelim. Simdi ayni sahnede bir futbolcu ayni cumleyi vucut dilini kullanarak beyan ederse, yani elinde hayali bir kart tutarak hocam sizce bu hareket sari kartlik bir hareket degil mi diyecek olursa durum yine en ilkel haline donmus olacak.


Sola dogru ceviriniz diyor kapagin ustunde. Ulan ne olur sola dogru cevirmezsem? Saga cevirdim acilmadi. Baktim olmuyor sola cevirdim ve actim ama sen niye beni bu denlicesine kucumsuyorsun? Sahip oldugum aklin bunu muhakeme edemeyecegini sana dusunduren sey ne? Bilimsel tarihin bir adim oteye gitmis olmasi deneysel calismalarin sonucu degil mi? O sisenin icindeki kimyayi bana sunan benim aklimin deneysel calismalarinin sonucu degil mi? O halde sen nasil oluyorda ayni akli bu denlicesine yok sayiyorsun? Bruksel’in kravatli takimi sart kosmus bunu, yazacaksin diyor, insanlar kapagi ne tarafa cevirmeleri gerektigini benim direktiflerim sonucunda uygulayacaklar.


Ders esnasinda kar yagmis ise cocuklarin okul bahcesine cikmasi yasak. Cocugumu dusundugunden degil; cocuk onun egemenlik alaninda duser de bir yerini morartirsa kendisine tazminat acilir korkusu. Yok abi acmam, yeter ki benim cocugum kar yagdiginda disarda oynayabilsin, dussun. Ne kadar cok morarmis ise dizleri o kadar mutluyum ben halbuki ama 28inci maddenin 2inci bendinin c sikkinin buyrugu benim insani duygularima da hukmediyor, cocugumu da edinecegi bir tecrubeden mahrum kiliyor. Buyukada’da ruzgara karsi basimizda kask ile bisiklet surmekte neyin nesi? Ruzgar kaskima degiyordu diye mi yazsin sair?.


Ayni zihniyet yasamin her alanina el attigi icin insanin vucut diline de bir sinirlama getiriyor. Tek otorite benim. Senin kendini ifade edis seklini dahi benim getirdigim kurallar belirler.


Otorite olsam Volkan Sen’in lisansini yirtarim. Spor etiginden ve sporcu ahlakindan ne denlicesine yoksun oldugunu cogu zaman sergiledigi hareketlerle gostermis oldu. Lakin kendisinin sari kart pozisyonunda yapmis oldugu davranisin cezalandirilmasindaki hukmu baska bir gozle inceliyorum;


Volkan Sen hakemin kararini protesto etmek icin alkis hareketi yapti ve kart gordu. Hakem kuralin geregini yerine getirmis oldu di mi? Ayni karari elini asagidan yukariya dogru kilic gibi cekerek hadi be hoca nidasi ile protesto etmek ile alkisla protesto edilmis olmasinin arasinda nasil bir vucut dili farki var ki birinde kart gorursun digerinde gormezsin? Gecirmis oldugu kazadan oturu gecmis olsun demeye vesile olmasi icin Guti'yi analim. Bir an Guti’nin bir macta hakemi ayni vucut dili ile prostesto etmis oldugunu dusunelim. Etmezse cok profesyoneldir. Peki etmis olursa daha mi az insandir? Guti orada hakemin kararina alkis tuttugu icin cezalandirilirsa kendisini kural ihlali yapan olarak mi analim yoksa takim arkadaslarini yalniz biraktigi icin mi kizalim? Ya da duygularini ifade etti, alayina gider cekti mi diyelim?


Insanlarin vucut diline getirilen bir yasak ile saglanmaya calisilan otoritenin hakkaniyet icermesini bekleyemem. Yasak ile ahlak tahsis edilemez; otorite ise carpik icra edilir. Kuralsiz bir oyundan soz etmiyorum. Sadece muhakeme etme vasiflarina hakim bir hakemin akil melekelerine guvenilmesini istiyorum. Verdigi karara duyulan hosnutsuzluga gosterilen tepkinin agirligini birakin hakem degerlendirebilsin. Yoksa, elinde hayali kart tutup benim otoriteme kafa tutuyorsan cezayi yersine inecek kadar ilkellesmesin bu oyun. Zidan’a kafa attiran sey kendisinin kural tanimizligi degil rakibinin ahlaksiz olusuydu."

Faşist Bursaspor Taraftarı #2

İstanbul'a gelirken, kendi otobüslerinden çıkanları görmezden gelip, Beşiktaşlılar bize emanetle saldırdı diyenler, Ermeni köpekler diye bağırdıktan sonra bir anlık sinirle olduğunu iddia edenler, kendilerine toz kondurmayan Bursalılar... Zavallı pis adamlarsınız. (Adam burada lafın gelişi kullanılmıştır.)

Videodan Bay Kerahet sayesinde haberim oldu. Haberdarlığı için teşekkür ederim. Böyle bir rezilliğe şahit olduğum için ise çok üzgün olduğumu belirtmek isterim.


http://yehha.net/63422/facebook.com/bursa-texas-taraftar-habib-yldrm.html

6 Aralık 2010 Pazartesi

Faşist Bursaspor Taraftarı


Bursaspor taraftarının sık sık faşizan tavırlar, söylemler içerisinde bulunması şaştığımız bir durum değil. Şaşılacak olan bunların hep üstünün kapatılması, olmamış gibi davranılması, yok sayılması.

Uzağa gitmeye gerek yok, birkaç hafta önce Bursaspor Tv spikeri çapsız Seda Çapçı, kendi çapını aşan ifadelerde bulunumuştu. "Bursa'nın ekmeğini yiyen Trabzonlular, şehrimin erkeğine küfür etti yeaa" gibi zeka seviyesini ortaya çıkaran savunma vermişti bir de, yediği haltı meşru kılmaya çalışarak.

Dünkü maçta da Bursaspor taraftarı, "Ermeni köpekler, Beşiktaş'ı destekler." diye böğürdü. Bu faşist zavallılar, götünü yırttı bu cümleleri söylerken. İçlerindeki boku, kini haykırdılar. Çok yakışıyor ama o leş gibi kokan ağızlarına. Şaşırmıyoruz!

Faşist yavşaklara en güzel yanıtı veren Beşiktaşımız'a da sonsuz teşekkürler.

2 Aralık 2010 Perşembe

Kaptan Guti ve Bizim Çocuklar


Maçın ilk yarısına dari söyleyecek tek kelimem bile yok. Neredeyse uyumak üzereydim. İkinci yarı, Guti'nin kaptanlık pazubandını takışı ile oyuna ağırlığını koyması bir oldu. Schuster, böyle olacağını bilseydi, maça Guti'yi kaptan çıkarırdı heralde.

Serbest vuruşta Zapo'ya adrese teslim bir top yollayarak, öne geçmemizi sağladı muhteşem insan. Golü Zapo'nun atmasına da ayrı sevindim. Gol atan stoperleri severim. Zago-Ronaldo'dan sonra o istikrarı yakalayamadık. Ayrıca Zapo'nun profesyonelliği takdir edilesi bir durum. Denizli ile şampiyon olduğumuz sezonda da döneme 11'de başlamış ve yedeğe düşmüştü. Tek bir an bile sorun çıkarmadan kulübedeydi. Bursa'ya gittiğinde de işini yaptı. Döndüğünde taraftarın bir kısmının tepkisi vardı, hiç gönül koymadan işine baktı ve bugün yine haftalar sonra kendisine şans verildiğinde çıkıp, görevini yaptı.

Bu akşam Nobre sakatlanmasaydı, Ali bu kadar erken oyuna girmezdi sanırım. Galatasaray maçında kısa bir zaman diliminde sahada kalmasına rağmen olumlu bir görüntü çizmişti. Bugün ise unutamayacağı bir gece yaşadı. O'nun muhteşem Beşiktaş kariyerinin ilk günleri bunlar olur inşallah. Kaçırdığı gol adeta merak etme olacak bugün bir şeyler dedirtti. Yoktan var ettiği pozisyonda Holosko'ya da hayatının en kolay golünü attırmış oldu. Keşke Holosko vurmasaydı da Ali devam etseydi diye geçirdim içimden. Golün peşinden tüm takımın Ali'yi tebrik etmesi, yanaklarına vurmaları harika bir kareydi:)

Hakan Arıkan... Beşiktaş'ın ikinci Fevzi Tuncay'ı olma yolunda ilerliyor ne yazık ki. Bir alttaki yazıda, Cenk'in yediği hatalı gol sonrası söylediklerini konuşmuştuk. Cenk, önüne nasıl özgüven ile bakıyorsa, Hakan da tam tersi mevcut. Hala ilk yaptığı hatanın etkisinde, yani unutamıyor. Ve sahaya çıktığı her an, yeni bir hata yapar mıyım endişesi taşıyor. Bu yüzden de bol hata yapıyor. Bugün yediği golden daha evvel kaç tane yemişti, artık sayısını hatırlamıyorum ben. Dönüş yolunun en mutsuz adamı olacağı kesin.

Ligde arzu ettiklerimiz olmasa da, Beşiktaş Avrupa'da hala yoluna devam ediyor. Deplasmanda uzunca bir süredir yenilmiyoruz, bir maçımız daha olmasına rağmen gruptan çıkm ayı garantiledik. Beşiktaşlı'nın uzak olduğu şeylerdi bunlar. Devre arasında yapılacak doğru hamleler ile daha iyisi olması mümkün.

Cenk, aman çocuğum yetişiver Bursa maçına.

28 Kasım 2010 Pazar

Unutan İyileşir


Maç bittikten sonra az çok kafamda tasarlamıştım ne yazacağıma dair. Guti'den bahsedecektim, Schuster'in birkaç haftadır süren üzgün, sessiz halinin geride kaldığından söz edecektim, vs., vs. Maç sonu, Cenk'in demecini dinledikten sonra hepsi ikinci planda kaldı.

Yediği hatalı gol kendisine sorulduğunda hem öz eleştirisini yaptı, hem de kurduğu düzgün cümleler ile mest etti beni. Puan almamızı etkileseydi, çok üzülürdüm dedi. Mevcut Türk futbolcusu profilinin dışına çıkarak, söylemiş oldukları takdire şayan.

" Nietzsche'nin sevdiğim bir lafı var, unutan iyileşir der. Bu laf da benim hayat felsefemi yansıtıyor. Ben, yediğim golü unuttum, futbolcu balık hafızalı olmalı. Daha yeniyim bu işte."

Maç sonlarında, birbirinin kopyası cümlelerin telafuz edildiği, "şey, yani" demeden cümle kurulamayan bir ortamda "ben, farklıyım" demeyi başardı Cenk.

Galibiyet haliyle keyiflendirdi; Cenk'in sözleri bunu pekiştirdi. Beşiktaş'ın kalesinde Nietzsche okuyan bir adamın varlığı çok hoş.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Kifayetsizlik


Maç benim için henüz devre olmamışken, 2-1 önde iken bitti. Sakatlanan Quaresma'nın yerine Erhan Güven'in girmesi ile. Ne olan biteni Erhan'ın üstüne yıkıyorum , ne de Quaresma'nın olmayışına sığınıyorum. Sadece Beşiktaş'ta oyundan çıkan Quaresma yerine Erhan'ın girmesine tahammül edemiyorum. Elde edilecek maksimum verim bile belliyken Beşiktaş'ta bu denli kalitesiz oyuncuların çokluğu canımı sıkıyor. Sahada zaten bolca mevcutken onlardan, bir yenisinin girmesi kahrediyor beni.

4-1 bitebilecek olan bir maç bu akşam 2-2 bitiyorsa, ne rotasyon, ne sistem anlamam ben.

Hoca, seni yiyecekler haberin olsun.

14 Kasım 2010 Pazar

Siyah-Beyaz Atkılar


Kaç zamandır kafamda vardı. Nihayet yayında artık. Atkı koleksiyoncularını bekleriz.

http://www.siyahbeyazatkilar.blogspot.com/

Bir Parça Huzur


Ya bir parça huzur ile soluk alacaktık ya da huzursuzluk ortamının dibine batacaktık. Tam anlamıyla böyle bir maçtı. Oynanacak oyundan ziyade skor önemliydi. Ve Beşiktaş nihayet galip geldi.

Maç başlar başlamaz görüldü ki, oyuncular bir an önce gol bulmak istiyor. Üzerlerindeki mevcut sıkıntıyı, olumsuzluğu bu golle yok etmek istiyor. Oyunun ilk yarım saatindeki iştahlı görüntünün bana hissettirdikleri bunlar. Sonrasında yorulan orta saha, hakimiyetini kaybedince biraz baskı yemeye müsait bir Beşiktaş ortaya çıktı. Yine mi aynı dert derken hem penaltı, hem de devre arası yetişti imdadımıza.

Hiçbir Beşiktaşlı için 1-0 rahat bir skor değildir. Bizim rahat etmemiz için ikiyi, hatta üçü atmamız lazım. Takım da bunun gayet farkında. Bu yüzden aceleci davrandılar ve cömertçe harcadılar ele geçen fırsatları. Oyuncuların büyük bir bölümünde golü atayım, rahatlayım bilinci olduğu için 2 bir türlü gelmedi arzuladığımız dakikalarda. Holosko'nun Quaresma'ya vermek yerine kaleye vurması, Quaresma'nın herkesi ipe dizip, sıfıra indikten sonra içerdeki arkadaşlarına vermeyip, kaleciye nişanlaması, Hilbert'in sağdan girdikten sonra kaleyi düşünmesi vs. . Uzatma dakikaları ile beraber yine stres tavan yapmışken, Quaresma yetişti imdadımıza. Hilbert' attığı harika pasla 2. golü bulduk. Birçok Beşiktaşlı, goool diye sevinmek yerine oh bee demiştir sanırım.

Takıma şöyle bir bakınca aksayan yerler yine aynı. Tabata ve Holosko bu takımın en verimsiz isimleri olmayı başkalarına devredemeyecek gibi gözüküyorlar. Tabata'yı Holosko'dan ayıran özellik koşuyor olması, kendince mücadele ediyor olması. Tabi bu yeterli değil. Çünkü demek ki doğru yere, doğru zamanda koşmuyor ve mücadelesi verim almaya yönelik değil. Holosko'nun hali ise bir garip. Umursamayan bir hava içerisinde. Bu da bir futbolcu için en büyük sıkıntı olsa gerek. Bunun çözümüne dair net bir yanıtım yok. Devre arasında umarım gönderilirler. Hem kendilerine yeni bir sayfa açıp, mutlu olurlar, hem de Beşiktaş'a zarar veren isimler olmaktan kurtulurlar.

Toraman'ı stoperde izledikçe Sivok diye sayıklıyorum.

Quaresma, bu takımı sahiplendi, bunu her haliyle hissettiriyor. Şu an en büyük falsosu siniri. Bir maçta, hiç ummadığımız bir anda kırmızı kartı görebilir. Çok fazla tekme yediği aşikar. Fakat hükmü kendinin vermeye çalışmasını doğru bulmuyorum. Milleti çalımlarıyla ipe dizsin yeter. Diğer türlüsüne girmesin hiç.

Rakip takım oyuncularına: Yapmayın oğlum, Guti'ye vurmayın bu kadar. Adamın her maç dizi, bacağı kanıyor. İnsafsız herifler.

9 Kasım 2010 Salı

Mevsimsiz Kar ''1-1''


Uzun bir aradan sonra Şeref Bey stadında maç izleyecek olmanın heyecanı vardı güne başlarken. Hala bıraktığım gibi miydi herşey yoksa değişen var mıydı herşeyde biraz ?

Blogun ilk yazısında da hala mevcuttur, benim için maça gitmenin en nostaljik kısmı Üsküdar'dan motorla Beşiktaş'a hareket etmektir. Öyle de yaptık bugün zaten. Ve blogun tanıtımında olduğu gibi biraz kazandibi biraz şairler'de vakit geçirdikten sonra çokça Şeref Bey'de olabilmek için dünyanın en güzel yolundan Dolmabahçeden koyulduk stada. Etraf zifiri kalabalık, quaresma formalı çocuklar ve kızlar heryerde.

Hasret giderildi maç öncesi arkadaşlarla-abilerle. O arada dinleyemedik kadroları. Bekler değişmiş, Necip kesilmiş, M.auralio'dan ekstra, Holosko'dan ışık beklenmiş. Koca 90 dakikanın analizini yapmaya yeltenmeyeceğim. Ertuğrul ya da Denizli'nin Beşiktaş'ıydı sanki sahada. Kaybedilen puanlara değil ama hala hiçbirşeyin değişmediğine tanık olmak üzdü beni.

Askere gitmeden önce geldiğim Gs maçıda 1-1 bitmişti bu maç gibi. Tribün o günde rezaletti bugünde. Maç sonu yine moraller bozuk, boyunlar bükük.

Ben gidince düzelir umarım Beşiktaş. Bizim bahtsızlığımız olarak hafızalara kazınsın sezonun en kötü maçına denk gelmem. Sezon sonuna doğru olur da şampiyonluğa oynarsak biraz daha uzatırımız hasretliğimizi.

5 Kasım 2010 Cuma

Gülüm Benim

Ne güzel zamanda geldin be çocuk...

31 Ekim 2010 Pazar

Bir Soru Bir Yanıt


Soru : Kırmızı kart görmediği halde görmüş gibi davranan kimdir?

Yanıt : Holosko

30 Ekim 2010 Cumartesi

Allen Iverson Beşiktaşımız'da

NBA'de 4 kez sayı kralı olan, kariyer ortalaması 26 sayının üstünde olan The Answer artık kulübümüzün sporucusu. Tüm dünyada yankı uyandıran böylesine büyük bir transferi gerçekleştirmek çok büyük bir başarı.

Sol omzunun başındaki dövmede yazan 'Only The Strong Survive' cümlesi, Iverson'un adeta hayatını özetliyor. Iverson'ın da acıklı bir hayat hikayesi, sorunlu bir aile yaşantısı ve yaşadığı güçlükler var. Lise yıllarında ırkçı bir grupla çıkan kavga sonucu 4,5 ay hapiste kalan Iverson'a, özellikle hapisteyken sağ koluna yaptırdığı panter dövmesi nedeniyle, ABD'nin dindar ve ırkçı kesimi oynadığı çoğu maçta tepki göstermiştir. Iverson'ın cevabı ise hiç durmadan sayı atmak olmuştur.

Maddi imkansızlıklar nedeniyle öğrenimini yarıda kesen Iverson, NBA tarihinin gelmiş geçmiş en iyi draftı olarak gösterilen 1996 seçmelerinde birinci sırada seçilerek Philadelphia 76ers formasını giymeye başlamıştır. 1997'de Yılın Çaylağı seçilen Iverson, 2001 yılında ise dünyanın en iyi basketbolcusu ödülüne layık görülmüştür. 4 kez NBA sayı kralı olan, 11 kez NBA All-Star maçına davet edilen Iverson, artık kariyerine kulübümüzle devam edecek.

Bizleri çok sevindiren bu transfer aynı zamanda kafamızda bazı soruların uyanmadına da yol açmıştır.

Adına Cola Turka ekleyerek mücadele eden basketbol takımımızda daha geçen seneye kadar oyuncular paralarının ödenmediği için antremanlara çıkmıyor, takım kaptanı hukuki yollara başvurmayı ima ediyordu. Buna yöneticilerin cevabı ise 'kulaklarını çekeceğiz' oluyordu. Şimdi ise 4 milyon dolarlık bir transfer yapılıyor. Geçen seneden bu seneye neler değişti, bilemeyiz. Ancak bu rakam her şeyden önce 'Cola Turka' adının gereksiz olduğunu gösterir. Dünyada adına reklam almadan başarıdan başarıya koşan kulüpler varken, Iverson'ı transfer edecek güçte olan kulübümüzün adının böyle reklamlarla kirletilmesine bir son vermenin zamanı geldi de geçiyor. Ayrıca madem 4 milyon dolarlık bir basketbol transferi yapılabiliyor, o zaman neden 5-6 ay önce medyaya malzeme verecek kadar kötü bir anlayışla oyuncuların parası ödenmiyordu? Bunu gerçekten merak ediyoruz. Hentbol şubesinin mali sorunları da 4 milyon doların çeyreğinin çok daha altında bir miktarla çözülebilirdi. Yöneticilerimizin bir kez daha bu konular üzerine yoğunlaşmasını talep ediyoruz.

Bu transferle birlikte basketbol şubesi ve diğer amatör branşlara üvey evlat muamelesi reva gören yönetim anlayışının son bulmasını umuyoruz.

Iverson'ı Beşiktaş'a kazandıranlara teşekkürler...

SonBarikat

29 Ekim 2010 Cuma

Beşiktaş Kartal Yuvası

Trabzonspor maçından önce, bu takım iyi gidiyor, oynadığı 14 maçta vs. vs demiştim. O günden sonra tepetaklak olduk resmen. Üst üste ligde 3 mağlubiyet, arada Porto yenilgisi. Takıma nazar değirdim, başını yedim resmen.

Şaka bir yana bizim için durumun özeti: Yukarıdaki fotoğraf. Guti, golü attıktan sonra öyle bir tavır sergiledi ki, sayfalarca yazıya, cümleye bedel.

Bu kadar sıkıntıya, bu kadar eksiğe ve olumsuzluğa rağmen nedense takımdan çok ümitliyim ben. Tabi bazı oyuncuların gitmesi ile bu umut gerçeğe dönüşecektir. Ruhunu kaybetmiş Holosko, bal yapmayan arı ifadesi bile kendisine övgü olacak olan Tabata yine bu maçın fenaları idi.

Beşiktaş, kendisini eksi yapan olumsuzluklarından sıyrılırsa, devre arası çok olumlu hamlelerde bulunacaktır diye umuyorum. Ki burada Schuster'e güvenim sonsuz.

Cenk, İsmail, Ersan, Necip, Onur... Böyle bir kadro hayal değil. Ve bunu gerçekleştirecek cesarete sahip olan hoca da başımızda.

Kayserispor maçı sonrası, Schuster'in Necip ve Onur hamlesine " kreş" benzetmesi yapan kendini bilmezler, elbette ki bu maçı kazandıran iki isimin Necip ve Onur olduğunu görmezden gelecektir. Adres: Beşiktaş Kartal Yuvası.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Orta Saha Çökünce


Bu akşam ki mağlubiyet sonrası, " Q7 ve Guti olmadan Beşiktaş kazanamaz, kazanırsa da zor kazanır." diyenler artacaktır. Her iki oyuncunun da " özel "oldukları aşikar, mevcut yetenekleri ile her an her şeyi yapabilecek kapasiteye sahipler ve Beşiktaş'ın ofansif anlamda en önemli isimleri konumundalar. Bunların hiçbirine itirazımız yok. Fakat Beşiktaş'a maç kaybettiren, bu iki oyuncunun yokuluğundan ziyade; Beşiktaş'a maç kazandıran orta sahanın yok olmasıdır.

Yeni sezonla birlikte, Ernst-Necip-Guti orta sahası hem bize keyif veren futbolun mimarı oldu, hem de Beşiktaş'ın aldığı galibiyetlerde imzasını attı. Marco'nun transferinden sonra hoca, Ernst-Marco-Guti üçlüsüne döndü. Fakat hem Guti, hem de Marco'nun aynı zamanda sakatlanması Beşiktaş'ın en önemli alanını zedeledi.

Ki buna rağmen endişe duymadık(m). Ernst'in yanında hali hazırda bir Necipimiz(bana göre Marco yerine her daim Necip oynamalı) vardı zaten, aylardır yüzüne bakılmayan Fink de 3. adam olacaktı. Fink'i bu akşam eleştirmek haksızlık olur bana göre. Aylardır adamın yüzüne bakılmadı; ancak son derece disiplinli şekilde mücadele etti yine de. O'nun yerinde bir Brezilyalı olsaydı, kazan kaldırırdı.

2. golü yedikten 2 dakika sonra Tabata atılınca, bizim için iş değişmeye başladı. Schuster de tüm riskleri alarak, Fink-Holosko değişikliğini tercih etti. Evet, o dakikaya kadar harika bir orta sahamız yoktu. Fakat bu değişiklikten sonra berbat bir orta sahamız oldu. Fink'in oyundan çıkışı ile o bölgede hakimiyeti elimizde tutamadık. Böyle olunca hem 3. gol geldi, hem de dönen topları almakta zorluk çektik.

Orta sahadaki bu sıkıntıya, eksik kalmışlığa ve kötü oyununa rağmen Beşiktaş maçı kazanabileceğini gösterdi. Bizim adımıza sevindirici olan tarafı bu.

Bireysel olarak oyuncularımıza bakınca; Ernst'in ne zaman heykelini dikeceğiz merakla bekliyorum. Ben, her zaman Nobre'ye kızmışımdır. Bana göre Beşiktaş'ta oynayacak kapasiteye sahip değil ve yetenekli bulmuyorum kendisini. Ancak uzunca bir süredir öyle bir Holosko var ki, Nobre şirin gözüküyor gözüme, siz anlayın durumu. Adam, oynama arzusunu kaybetmiş gibi. Kazansak da, kaybetsek de onu etkilemiyor. İnanmadan oynuyor.

Tabata, yetenekli bir adam. Antep'te daha çok iş yaptığı da su götürmez. Beşiktaş için çaba da harcıyor. Ama bu yeterli değil ne yazık ki. Çok koşuyor, çok mücadele ediyor, çok iyi niyetli... Bunlar, Beşiktaş'ın topçusu olmak için ilk kriterler değil ne yazık ki. Oyundan atılışı bize pahalıya mal oldu bu akşam.

Bu mağlubiyet sonrası çok üzgün olurdum normalde. Tribün, resmen bana hayat verdi. Hakan'ı yuhalayanlara gösterdiği tepki ve peşine gelen sağanak gibi tezahuratlar iyi hissetmemi sağladı.

Çok özlemiştim takımı. Yenilse de farketmez, yeter ki yeşil çimlerin üstünde Siyah-Beyaz daim olsun.

2 Ekim 2010 Cumartesi

Kısa Kısa ( hala Bayburt'tan )

- Bu takım bu sene şampiyon olmasa bile bu futboluyla benim gönlümü kazanmıştır. Futbol ezberimizi bozdu Schuster. Rapid Wien karşısında 2-1 öndeyiz ama hala saldırıyoruz. Öyle alışmışız ki o skora sahip olduğumuzda o dakikalarda defansa daha fazla önem vermeye.

- Dili dışarda Q7 ve saçları her daim bakımlı Guti. Oynadıkları futbol bir yana sahada ki imajları bile daha marjinal. Yakından göremedik daha.

- Yeni besteler ve yeni pankartlar taraftarında sezona iddialı girdiğinin göstergesi. Formanda ter olmaya geldik aslında bir kaç senelik maziye sahiptir ama ancak girebilmiş tribünün içine. Güzel de olmuş.

- Beşiktaş yarın Trabzon'a geliyor. Bana mesafesi 2-3 saat arası. Gidemesek bile yakınımızdan geldi de geçti diye sevineceğiz.

- Şeref Bey'de maç izlemek bir yana Semt havasını bile özledim. Belki gelirim bu aralar. Bir maça denk gelemesek bile bir Dolmabahçe yolu yaparız sessiz sakin bir günde.

- Sağlıcakla kalınız.

marmara

30 Eylül 2010 Perşembe

Az Biraz Keyif


Oynanan 14 maçta tek mağlubiyet. Mağlup olunan tek maçta da kazanmaya yetecek kadar net gol pozisyonu. Ve buna rağmen, hala ciddi rakiple oynamadı eleştirileri.

Bu akşamdan sonra Beşiktaş gösterdi ki gerçekten iyi yolda. Çok geriye gidip, eşelemeye lüzum yok. Bundan 1 sene öncesinin Beşiktaş'ını akla getirmek yeterli. Öne geçtiği maçlarda dahi endişelendiren, mağlup olduğu ya da berabere olduğu maçlarda 60. dakikadan sonra doldur-boşalta başlayan ve mütemadiyen 70. dakikadan sonra "tamam, bu maç gitti artık" dedirten.

Bir de şimdiye bakalım. Rakip kim olursa olsun sistemden vazgeçmeyen, mücadele boyunca tempoyu düşürmeyen, 90 dakika boyunca disiplini her daim ön planda tutan, koşan, yırtan, isteyen Beşiktaş. Mağlup duruma düşse dahi atacağını bildiğimiz Beşiktaş. Hani işte Bizim Beşiktaş.

Schuster, Beşiktaş'a çok şey kattı. Mağlup olacağımız, kötü oynayacağımız maçlar da olacaktır muhakkak. İşte o dönemlerde hem yönetim, hem taraftar arkasında olabilmeli hocanın. Senelerdir unuttuğu şeyleri yaşatıyor Schuster Beşiktaş'ın. Ve bunu asla eğilip, bükülmeden, bizleri kanser etmeden yapıyor.

Bu akşam ki galibiyet ile Beşiktaş kazanmayı iyice alışkanlık haline getirdi. Takımın bunu benimsemesi, bunun ne demek olduğunu öğrenmesi en önemli detaylardan biri. Bu yüzdendir ki hiçbir zaman mücadeleyi bırakmıyor.

Kalede Hakan ile başlayarak, hem oyuncusuna güvendiğini gösterdi, hem de kolay yem etmeyeceğini. Hakan, yine güzel maçlarından birini çıkardı. Üstüste 2 top çıkardığı pozisyonda eli uzadı adeta. Homurdanan, yuhlayan kesime harika bir yanıt verdi.

Quaresma oynadığı dakikalar içerisinde yine istekliydi. Rapidli oyuncuların başını bolca döndürdü. Ancak adam şanssız. Harika vurdu, direğe çarpan top, içeri girmedi. İkinci yarı Veli ,aynı direğe nişanladı; ama içeri girdi top.

Hilbert'i birçok Beşiktaşlı'nın aksine beğeniyorum ben. Üzerinde ihale ile sezona başladı adam. Buna rağmen iyi performans gösterdiğini düşünüyorum. Bu akşam da çok alışık olmadığı bir mevkide oynamasına rağmen sırıtmadı. Zamanla daha sık görev alıp, güven veren adam konuma geçecektir.

Ernst, Ernst, Ernst... Şampiyon olduğumuz sene en büyük katkısı olan adam olarak her daim anımsanacak. Ancak bu sene bambaşka bir hale büründü. Adamın içinde 2 tane Guti var sanki. Yapmadığı hiçbir şey yok, aksine fazladan katkısı ile herkesi rahatlatıyor. Bu hali ile Alman Milli Takımı'nda oynayabilecek konumda bana göre. O'nun da şanssızlığı Löw. Şu an ki performansı ile Guti ve Q7'den epey önde.

Holosko, geldiğinde bolca umudumuz vardı. Sağolsun, her geçen zaman tüketti. Kendini geliştiremeyenler kervanına katıldı. Bu saatten sonra da değişiklik olacağını sanmıyorum. Zaman zaman patlamaları olacaktır, o kadar. Aldığı parayla, oynadığı oyunu kıyaslayınca bizler de sinirleneceğiz bolca. İyi ki Bobo var.

Beşiktaş, deplasmandan 3 puanla dönüyor. Cebinde toplam 6 puanla. Üstelik mağlup duruma düştüğü bir maçı kazanarak yaptı bunu. Neredeyse Beşiktaş adına klişeleşmiş olan her şeyi yıkarak.

Biraz da keyif zamanı.

26 Eylül 2010 Pazar

Dejavu II

28 Ekim 2001 Denizlispor - Beşiktaş

25 Eylül 2010 Beşiktaş - Antalyaspor

17 Eylül 2010 Cuma

Dejavu

4 Kasım 2003 Beşiktaş - Sparta Prag
Ronaldo

16 Eylül 2010 Beşiktaş - CSKA Sofya
Ernst

5 Eylül 2010 Pazar

Phantom 10 Kaplan Gücündedir


Guiza yeni geldiğinde Sinan Engin bir açıklama yapmıştı. Bobo, 3 Guiza eder diye. Geçen süre zarfında Guiza başarısız olmuş olabilir, hakikaten verimsiz bir oyuncu da olabilir. (ki zerre umurumda değil, F.Bahçe'nin sorunu) Sinan Engin, muhtemelen keh keh diye sırıtıp, ben demiştim demiş de olabilir. Olabilir değil hatta, kesin demiştir. Ancak mesele bu değildir. Mesele, bir oyuncu hakkında yapılan değerlendirme şeklidir.

Şimdi de Aziz Yıldırım benzer yola başvurdu. Alex, 10 Guti eder demiş. Türk futbolunun başındaki isimlerden biri bu adam. Kulüp yönetiyor. Oyuncu değerlendirme şekli böyle. Söyleyeceği bir argümanı yok, kolay yola kaçıyor. Sinan Engin ile benzer tavrı sergiliyor. Oyuncu hakkında 2 tane cümle kur. İyi yönleri ne, eksik yönleri ne diye sor, yanıt veremezler. Ama güç onlarda ya, at babam, tut babam.

Alex'in Fenerbahçe için ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu, bugüne kadar neler verdiğini tartışacak değiliz. Benim şahit olduğum en verimli yabancısı Fenerbahçe'nin. Her sene eleştirilir, sene biter, şöyle bir bakılır, takımın en verimli adamı yine o. Ee tamam, kabul. Peki ne alaka Guti-Alex kıyaslaması? Nasıl bir matematik bu? Alex = Guti x 10 Benim diyen matematikçi çıkamaz işin içinden. İşin içinden çıkamadığı gibi matematikle uğraşmayı da bırakır.

Her fırsatta dünya kulübü zırvalarına başvuran Aziz Yıldırım, öncelikle dünya futbolunda yer edinmiş isimler hakkında bilgilense iyi olur.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Nobre'nin Bile Gol Attığı Beşiktaş


Dün maçtan sonra bir şeyler yazacak vaktim yoktu ne yazık ki. Yazılacak çok şey olmasına rağmen bu seferlik es geçmek durumundayım.

Maçın benim için kısaca özeti, aynen başlıktaki gibidir. Ancak anlamlı olan Necip'in ilk golde harika süzülüşü, şoparın isteği, Guti ve Q7'nin gol sevinçlerinde takımla bütünleşmesi. Ayrıca Nobre'yi sevmeme sebeplerimden biri de budur. Anca tekmeliğini çıkarıp, dursun.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Kara Kartal Necip


Havada süzüldü adeta bu gece Necip. Mest olmamak elde değil, O'nu izlerken. Quaresma gol attı, Guti gol attı. Hepsi ayrı ayrı mutlu etti. Ancak Necip başka hissettiriyor. 4. gol öncesindeki pasını da es geçmeyelim. Necipli Beşiktaş'ın kıymetini bilmek lazım. Guti'nin attığı gol sonrası Guti'ye sarılışı, kendi attığı golden sonra Nihat abisine sarılışı, gözleri parlayarak dinleyişi söyleneni. Necip, bu yüzden büyük ve de önemli bir oyuncu olacak. Sahada olan, biten her şeyi dikkate alıyor ve içinde yer alıyor.

Cartalete, "Necip, Beşiktaş'tır." demişti. Ne de güzel söylemişti, tekrar ağzına sağlık.

24 Ağustos 2010 Salı

Bukalemun


Yukarıdaki fotoğraftaki pankartı çok severim. En sevdiğim pankartlar arasında yer alır. Kelime oyunlarına, akıl oyunlarına başvurulmadan yapılmıştır. Çok samimi gelir bana.

Kötü anlarda hep bu pankart gelmiştir aklıma, gözümde canlanan tribün karesinin içinde her daim yer bulmuştur kendine. Ali Tandoğan'ın gelişi ile rafa kaldırdım ben bu pankartı. Yine çok sevdim; ancak Ali hariç dedim. Beşiktaş'ın oyuncusuna kasıtlı bir biçimde kafa atan adamı sevmedim. Üzerine Beşiktaş forması giyse dahi kabullenmedim. Statta kendisine ağız dolusu küfürler etmedim. Sevgimi de göstermedim. Beşiktaş formasını giymesini talihsizlik olarak değerlendirdim.

Ardından Nobre geldi. Sorun, Fenerbahçe'den gelmiş olması değildi. Sorun, Fenerbahçe'de oynarken sergilediği tavırları idi. Sorun, Nobre-Emre arasında geçenlerdi. Ve akabinde bizlerin taraftar olarak sergilediği tavırdı. Hal böyleyken Nobre'yi hiç sevmedim, hiç benimsemedim. Beşiktaş'ın topçusu olarak görmedim. Kendisini hiç alkışlamadım. Ama Delgado gibi yuhlamadım da. Yokmuş gibi davrandım her zaman.

Bugün resmi olarak da açıklandı yeni transferimiz. Adını zikretmek istemiyorum. Kendisini hiç sevmiyorum. Kendisini sevmediğim kadar, O'na Beşiktaş formasını giydirenleri de sevmiyorum. Beşiktaş'ın topçusuna, otopark köşelerinde mafya bozuntuları gibi saldıran zihniyetin şimdi Beşiktaş formasını giyecek olması delirtiyor beni. Bu pankartın anlamını kaybediyor oluşu üzüyor beni.

Beni daha çok delirten başka bir husus, zamanında bu olay sonrası kıyametleri koparanların, şimdi durumu daha düzgün gösterme çabalarına girişmiş olması. Hele Zidane-Materazzi benzetmesi yapanları da duydum ya, bu saatten sonra ne duysam şaşırmam gibi geliyor.

-Rotasyon
-Yerli statüsü
-Mevkisinin iyilerinden
-Tecrübeli

Bla, bla, bla... Günümüzde profesyonellik anlamını yitirmiş durumda. Benim gördüğüm profesyonellik nidaları bukalemunluğu daha çok andırıyor.

Hele bu herifçi oğlu Necip'in yerine oynarsa, kahrolurum, kahrolurum.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Hoşçakal Mati


Delgado'yu sevenlerdendim. Her sene patlama yapacağını umut edenlerdendim ayrıca. Olmadı... Hep belli bir çıtanın üzerinde performans bekledik, onu veremedi. Gayet de iyi oynadığı maçlar da bile performansı yetersiz gördük. Çift kupalı sezonda iyi çıkardığı maçlar olmuştur bana göre. Ama yetmemiştir nedense bize.

Bu sene başındaki kampta " en hırslı " oyuncu olarak anıldı. Acaba dedik? Fakat oynatıldığı mevki itibariyle acaba bize kaldı.

Beşiktaş'ta gördüğüm en mütevazi yabancı oyunculardandı. Bugüne kadar tek bir sefer dahi çirkinleştiğini görmedim. Ne arkadaşlarına, ne rakiplerine, ne de taraftara. Yolu açık olsun. Biz çok istedik bizi güldürmesini, umuyorum gittiği yerde güldürür onu sevenleri.

Şampiyon olduğumuz sene, Denizlispor maçının son dakikalarında kenarda bir çocuk gibi zıplayan halini ve Zürih maçındaki gol sevincini unutmak mümkün değil.

Hoşçakal Mati!

Not: Yazıyı yazdıktan sonra izledim videoyu. Tek başına yollamışız adamı. Bir güle güle diyen olmadan. Binlerce kişi karşılar, teneke bağlar yollarız.

http://www.holigan.com.tr/n.php?n=delgado-turkiyeye-veda-etti--2010-08-23

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Hocam Asıl Şimdi Hoş Geldin


Hocam, bana göre savunmayı önde kurmanın bir sakıncası yok. Hatta kafandaki şablonu gerçekleştirdiğin takdirde bu sistemin tıkır tıkır işleyeceğine inanıyorum. Kafandaki savunma anlayışı ile neden Ferrari'yi istemediğini bu maçta tam anlamıyla idrak ettim.

Önümüzde lig-Avrupa-kupa üçgeni varken, her oyuncuya şans vererek, durumlarını görmek istemeni de anlayabiliyorum. Şayet yanında -bana göre- işe yaramayan Tayfur Havutçu var. Yapması gerekeni yapmadığı için zaman kaybettiriyor.

Ligin 2. haftasında aldığımız mağlubiyete çok dertlenmiyorum. İyi de oldu aslında diyerek, hafiften kendime gaz da veriyorum. Hem yerden kesilen ayaklarımızı tabanla buluşturdu, hem de Ernst-Delgado aşkından bir şey olmayacağını net şekilde gözler önüne sundu.

Hiçbir şeye itirazım yok hocam. Bu satırlar ne ima, ne kinaye içeriyor. Tüm samimiyetimle yazıyorum. Takımın başında sizin olmanızdan son derece memnumum. Sabredersek, güzel top oynayan Beşiktaş uzakta değil.

Sadece bir ricam var. Bizi Nobre ve Holosko'ya mahkum etmeyin. Bu takımın golcüsü Bobo'dur. Bobo yoksa da, yine bu iki adam oynamasın.

Ha hocam, çakallar tv köşelerinden anında saldırmaya başlamış. Sen, dert etme. Burası böyle bir ülke. Suratına güler, açığını bulduk mu saldırmaya başlarız hemen. Senin hoca olmadığını, bu işi bilmediğini söyleyenler olacaktır. Hakkında türlü benzetmeler yapıp, seninle dalga geçmeye çalışanlar olacaktır. Dedim ya dert etme; ama sakın alışma da. Alışmak, onlara benzemek gibi bir şey çünkü.

17 Ağustos 2010 Salı

Quaresma'nın Abisi Süreyya



- Hilbert, beni hafife almayın dedi.

- Zapo, taraftar ile barıştı gibi.

- Q7, olağanüstü bir gol attı.

- Haydi imam, haydi imam, haydi... Tam zamanı, tam zamanı, şimdi...

- İsmail, bu kafayla giderse neden oynatılmıyorum diye düşünmemeli.

- Guti, sahada olsun yeter.

Vs. vs....

Yukarıdaki satırlara daha nicesi eklenebilir. Ve herbiri için uzun uzun paragraflar yazılabilir. Benim için bu gecenin özeti yukarıdaki fotoğrafta gizli. Dünya yıldızı olarak Beşiktaş'a gelen oyuncu, gol sevincini takımın malzemecisi Süreyya Abi ile paylaşıyor. Q7 geldiğinden beri sık sık duyar olduk. Süreyya Abi ile arası iyiymiş, saçlarını da şopar kazımış. Bugün, attığı harika golden sonra sevincini ilk paylaştığı adam takımın emektarı.

Seni sırf bu yüzden bile sevebilirim Quaresma. Süreyya abimiz, senin de abin olmuş.

15 Ağustos 2010 Pazar

Necip Diye Bir Çocuk Var


Lig fikstürü kuraları çekilmeden önce ilk deplasman Buca olsa keşke demiştim. Buca olunca da epey sevinmiştim, sevinen kendime bolca sövdüm dün. Fenalar fenası sıcak bir hava vardı. Terden tişörtümün renk değiştirişine şahit olmak pek hoşuma gitmedi.

Maçın biletlerinin ticketturk diye bir firma aracılığı ile satışa çıkması ile sorun yaşanacağını tahmin etmiştim. Bilet satılırken, kota konmaması karaborsanın önünü açtı tabiki de. Stat önünde biletsiz sağlam bir kalabalık vardı. İçeri girerken de, "bu taraftarı nasıl sokarsak zulüm yapmış oluruz?" mantığı izlendiği için, epey uzun kuyruklar oluştu.

Atatürk Stadı, rezalet bir stad. Zemin kötü, tribünler sahaya oldukça uzak (oyuncuları, yürüyüş ya da koşuş tarzlarından tahmin etmeye çalışıyorsunuz.), maç çıkışlarında yığılmanın önüne geçemeyen kapıları, zeminin leş gibi oluşu...

Bu kadar olumsuzluğa rağmen tribünde hatrı sayılır miktarda Beşiktaşlı vardı. Tezahurat etmenin çok zor olduğu bu statta, iyi bir tribün vardı denilebilir.

Maçın geneline bakılınca, sıcak havanın etkili olduğunu düşünenlerdenim. Oldukça zorlayıcı bir hava vardı. Kendimce takıma 3-4 hafta süre verdim. Evet, polyannacılık oynuyorum. Bu süreç içerisinde ne gibi bir şekil alacağımızı, iyi ya da kötü yol çizeceğimizi düşünüyorum. Dün, ara ara iyi top oynadığımız oldu. Ancak bu süre yeterli değil. İyi oyun süresini yukarı çekebildiğimiz takdirde -70 dk- arzuladığımız Beşiktaş'ı izleyebiliriz.

Oynanan Avrupa maçları ve bu maça bakınca, insan Rıdvan'ın sakatlandığına daha çok üzülüyor. Erhan Güven'i o bölgede izlemek hakikaten tam bir kahır havası. Özellikle ilk yarıda Guti, epey besledi Erhan'ı. Ama hiçbirinde heyecanlanmadım, sonucu bildiğim için. O bölgeye gelecek olan iyi bir Rıdvan, dertleri götürür.

Nihat istekli, bundan hiçbir zaman şüphe etmedim. Fakat nedense bu isteğini kendini ispat etme çabası ile karıştırıyor. Bu da O'nu verimsiz kılıyor. Neden böyle bir psikoloji içine girdi ve niye bunu halletmesi için yardımcı olmuyorlar anlamış değilim. Takımın en rahat adamlarından biri olması lazım. Schuster'in eli, kulağı olabilecek bir adam çünkü. Aynı şekilde Guti'nin de alışma evresini kısa tutabilecek bir adam.

Q7, küsmezse bize çok daha faydası olacaktır. Rakibini karşısına aldığında, endişelendirdiği kesin. Çünkü ne yapacağını kestirmek güç. Kaçırdığı pozisyonlar sonrası küsmek yerine, aynı istekle devam ederse ve her pozisyonda gerekli-gereksiz fantaziyi denemezse, çok faydalı olacaktır. Sayesinde bolca faul kazanırız.

Guti... İzmir'e Guti geldi, hem de Beşiktaş formasıyla. Bu ana tanıklık etmek garip. Gerçek olduğunu idrak edince, insan daha çok keyif alıyor. Özel bir adam, verdiği paslar ile mest etti. Daha çok mest etmesi dileğimiz. Erhan Güven, takım arkadaşı:)

Necip, Beşiktaş'ın neden Beşiktaş olduğunun en güzel kanıtı şu günlerde. Takımda 2 tane yıldız oyuncu varken, birçoklarımızı daha çok heyecanlandıran adam olmayı başardı. Özkaynaktan gelen adam zaten kıymetlidir. Ama O, kıymetini arttırmayı bildi. En büyük şikayetimiz her daim aynıydı: Bu çocuklar, aşağıdan gelince neden üzerlerine bir şey koymuyorlar, bu çocuklar neden çok değişiyor? Necip, bahsi geçen " bu çocuklar" dan olmadığını gösterdi. Şimdiler de Guti ve Ernst ile birlikte oynayarak, bildiklerinin üstüne katma fırsatını elde etti. Televizyonsuz dönemde olsak, maça gidenlerin " Necip diye bir çocuk var, maşallah döktürüyor." diyeceği adam Necip. Dün gece de tek bir dakika bile pes etmeyen, mücadelesinden ödün vermeyen ve tekmeye kafasını sokan Beşiktaşlı'ydı. İnşallah uzun yıllar Beşiktaş formasıyla izleme şansını elde ederiz, kaptanımız olarak.

Rakibimiz hakkında saygısızlık etmek istemiyorum. Bülent Uygun, benim sevmediğim karakterdeki insanlardan birisi. Ve çalıştığı takımlara, kendi karakterini yansıtmayı başaran bir teknik adam. Dün gece izlediğim Bucaspor, Bülent Uygun'un sahada vücut almış haliydi. Necip'e yapılan hareket sonrası kart gören Ediz'in, duruma itiraz etmesi ve yüzündeki çirkin ifade, benim için Bucaspor'un özetidir.

Unutmadan ekleyeyim, bizim golün pasını Guti vermiş olabilir, golü Bobo atmış olabilir. Ama Kartal payı Smyrnian Kiwi'ye aittir.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Bir Yaz Gecesi


Aksayan, eksik yerler var. Zamanla düzelir umudunu taşımaktan başka bir şey yok. Rakip, eksik oynadığı anlarda da geri çekilmedi hiç. Eksik kalmasalardı da golü bulurduk; ancak zorlanacağımız kesin olurdu.

Toraman da 3 hafta yokmuş. Bizi etkileyecektir bu durum, umarım yanılırım. Bu tabi lig maçlarında yabancı kontenjan sorunu olarak dönecek bizlere.

Necip, uzun zamandan sonra özkaynaktan çıkan en yetenekli, istekli adam. Kendine olan özgüveni, kaleyi görünce çekinmeden vurması. Bugün Bobo'ya verdiği pas da çok şıktı. Bu şekilde ilerlerse, Beşiktaş'ın çocuğu Necip Uysal tezahuratlarını duyarız. Çok ayrı yazıları, uzun cümleleri, paragrafları, her şeyi hakediyor.

Hakan Arıkan, çok zor zamanlar geçirdi. Metalist ve Liverpool maçlarını yaşadı. Yavşak basın sırt numarasından yola çıkıp, dalgasını geçti. Zaman zaman hataları olsa da, bu adam kaledeyken güven sorunu yaşamıyorum ben. Aksine maçın başında kritik bir kurtarış yaptıysa, maçın sonuna kadar üstüne koyarak ilerliyor.

Quaresma, alışır mı, şımarık mı, kendini gösterememiş mi... Oynanan maçlar da gösterdi ki adam futbol oynamak istiyor. Ve sevildiğinin farkında. Bunun da karşılığını vermeye çalışıyor. İmza attığı gün gerekirse kanımı akıtacağım demişti. Dalga konusu olmuştu. Şu an sergilediği performans ile ne demek istediği daha iyi anlaşıldı. Adam, oynadığı yere, kulübe ait olduğunu hissetmek istiyor. Beşiktaş, onun için biçilmiş kaftan bu anlamda. Vikingur ve Plzen takımlarına karşı dahi müthiş bir ciddiyet içerisinde oynadı. Deplasmandaki Plzen maçında kazandırdığı penaltı, bu maçta rakibini oyundan attırması... Lig boyunca sık sık yaşatabilir bu manzarayı. Attığı gol çok güzeldi. Kaçırdıkları gol olsa idi, attığından daha güzel olurdu.

"Burası Şeref Bey, hastane değil." Gecenin en güzel anıydı...

Yazının başında dediğim gibi eksikler var. Ama en azından şimdilik konuşmak istemiyorum. Şu anın tadını çıkarmaktan yanayım.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Altıncı His

İçine doğmuş; ancak adres yanlış...

Fotoğraf için CinCihan'a teşekkürler:)

30 Temmuz 2010 Cuma

Nerede Kalmıştık?


Evet, çok kısa süre içerisinde "Sensiz geçen günlerin..." kıvamından, "sinir hastası olacağım!" bölümüne geçtik. Geçen sene, nasıl ki kahreden bir görüntü sergilemişse Beşiktaş, bu gece de özellikle ilk yarıda benzer bir görüntü sergiledi.

Hocanın yeni olduğu, dönemin yeni başladığı, takımda yeni oyuncular olduğu bir gerçek. Zaten niyetimiz büyük harflerle eleştirmek de değil. Sadece merak ettiklerim var. En çok da Tayfur Havutçu'nun ne işe yaradığını merak ediyorum. Daha doğrusu Beşiktaş'taki görevi nedir, misyonu nedir, ne yapıyor kendisi? Çünkü şu an için görünen hiçbir şey yapmadığı.

Beşiktaş, bugüne kadar oynadığı tüm maçlarda farklı kadrolar ile sahaya çıktı. Hadi bunlardan hazırlık maçlarını çıkaralım. Geriye bugün ki ile beraber 3 maç kalıyor. 3 resmi mücadele. Netleşen bir tablo yok ortada. Geçen yıl Mustafa Denizli'nin en çok eleştirilen yönlerinden biriydi bu. Sene bittiğinde herkes 2 ismi direk yazıyordu 11'e. Ferrari ve Ernst. Şimdi Ferrari düşünülmeyen adam, deplasmandaki Vikingur maçında ikinci yarı oyuna giren adam. O'nun yerine kalacağı söylenen Zapo, sadece deplasmandaki Vikingur maçında oynadı. Ernst, hep yalnız adamı sergiledi bu maçlarda. Bir İsmail oynadı, bir Deli. Delgado, hep oynadı. Gerçi yoklar kısmında başarılıydı hakkını yemeyelim.

Tamam, hoca bunların hepsini takımı tanımak için yapıyor. Peki bu sırada Tayfur Havutçu ne yapıyor? Görülen o ki, hocanın işini kolaylaştıracak tek bir hamlesi yok. Ferrari neden kesildi merak ediyorum. Yetersiz görüldü ise, hocanın kafasındaki sistemde yok ise; tam tersi olanı Zapo veya Toraman mı? Tayfur Havutçu, geçen sene Ferrarili ve Ferrarisiz dönemden hiç söz etmedi mi? Toraman'ın mücadele gücünün çok yüksek olduğundan; ancak stoperde el bombası kıvamında olduğundan bahsetmedi mi? Ernst'in orta sahada tek başına olmasının yetersiz olacağından, Beşiktaş'ın şampiyonluğunun Cisse-Ernst orta sahası ile geldiğinden söz etmedi mi? Nobre'nin rüyalarda bile golcü olmadığından az da olsa bahsetmedi mi?

Tayfur Havutçu'ya yükleniyor gibi bir hava oluştu, farkındayım. Ancak kendisinin yetersiz olduğu kanısındayım. Hocanın işini kolaylaştıran bir havası yok gibi. Yok, eğer tam tersi ise, bütün anlatılanlara rağmen, çabalara rağmen bu çıkıyorsa; bu sene bizim için daha ızdıraplı geçecektir.

Henüz 3. maçta karamsarlığa kapılmak falan değil bu. Bu gece olumsuz anlamda bize yansıyanları çok daha derinlemesine düşünecektir hoca muhakkak ki. Umutlar bu yönde.

27 Temmuz 2010 Salı

Guti Sendikalı Hentbolcüler Harran'lı

Son Dünya Kupasına katılamamış bir ülkenin spor medyasını son Dünya Kupasını alan ülkenin spor medyası takip ediyor. Yaşı ve fotoları çekemeyenlerin malzemesidir. Bize göre ise en nihayetinde hayırlı bir transferdir. Taraftara güzel futbol izletir, Üzülmez - Yusuf ve Rüstü'ye okey'de 4. adam olur, Demirören'e golf arkadaşı olur.

Schuster, Hilbert, Q7 ve Guti. Yeni bir takım yeni bir çehre. Her Beşiktaşlı gibi bende heyecanlıyım. Üstelik böyle bir takımı en fazla televizyondan izleyebileceğim. Deplasman yapamayacağım.

Ege değinmiş. Bende oyunbozanlık yapayım. Keyfinizi bende biraz kaçırayım. Bu futbol takımı efsaneler yaratsa, ligde ki kupalara ambargolar koysa, avrupa'da başarılar alsa. Olmayacak şeyler de değil yani. Ve böyle bir takımın oyuncuları paralarını alamasa 1 ( bir ) sene boyunca. Bu taraftar kıyametleri koparır mı koparmaz mı ? Yapamıyorsanız gidin diye rest çekmez mi yeniden yönetimine ? Beşiktaş sevdası başarıya endekslendi de bizim mi haberimiz yok. Spor gazetelerinde ilk sayfa manşetlerinde olunca yetiyor mu yeter demirören dememek için ?

Orada bir takım var ve üzerlerinde Beşiktaş forması ile her sene kupalar alıyorlar. Çıtlarını çıkarmıyorlar bu adaletsizliğe. Bazen 10 taraftara oynuyorlar bazen 1000 kişi ile birlikte uçuyorlar. 1 sene boyunca maaş almazsanız hanginiz çalışmanıza devam ederseniz. Ya da Büyük başkanı düşünün 1 sene boyunca şirketi müşterilerinden parasını alamazsa devam eder mi onlarla çalışmaya. İlle de skandal bir eyleme imza atması mı lazım bu takımın. Çıkıp gazetelere demeç mi vermeliler paralarını alamadıkları için. Rakip takım işadamlarından birinin şirketi sponsor olsa mangalda kül bırakmayacağımızıda eminim. Ama şimdilik sorun yok. Çünkü sessiz sakin takılıyorlar işte Hentbolcüler.

Benim aklım Guti, Q7 transferini de almıyor 1 sene boyunca parasını alamayan Hentbol takımını da. Sanırım Guti sendikalı Hentbolcüler Harran'lı !


26 Temmuz 2010 Pazartesi

Gutiee

Tüm hayatını Real Madrid'de geçiren, sadece İspanya değil, aynı zamanda ilk dış ülke tecrübesini de bizle yaşayan Del Bosque'yi Yeniköy Kasabı diye uğurlamıştık. Benzer şekilde gelen Guti'yi umarım yakışıksız sıfatlar ile uğurlamayız.

25 Temmuz 2010 Pazar

Değişen Beşiktaş


Günümüzde endüstriyel futbol başlığı altında yapılan değerlendirmelerin temelinde değişim yatıyor. Beşiktaş'ın da bu değişim konusunda ne kadar başarılı olduğu, geçiş sürecini sağlıklı bir şekilde kendine has yapısına uydurup, uyduramadığı muamma olmaktan çıkmıştır. Beşiktaş, bu geçiş sürecini başarısızlıkla tamamlamıştır. Başarısızlık, ne yazık ki hala devam etmektedir.

Şöyle bir geriye gidelim:

16 yıl başkanlığımızı yapan Süleyman Seba'nın yerine göreve gelen Serdar Bilgili ve para işlerinden sorumlu Hüsnü Güreli, " Beşiktaş değişiminin " ilk adamları oldular. 100. yılda iyi futbol ve şampiyonluk, ertesi sene ise hüsran vardı bizim için. Serdar Bilgili, kendisine küfür edildiği için başkanlığı bıraktığını söylemişti. Ancak, özel işlerine ait borçlarına karşılık Beşiktaş'ın şampiyonluğunun sistemli bir şekilde verildiği iddialarına açıklık getirmemişti. Yine aynı şekilde, Sinan Engin'in Beşiktaş'ın sağladığı avantajları "çirkin bağlantıları" için kullanması da hesapsız kalmıştı. "Beşiktaş adının geçtiği her şeyi satarım" diyen Hüsnü Güreli, tribünün kalbi olan Kapalı'ya yapılan localardan sonra "taraftara nasıl geçirdik?" dediğinde de "nasıl?" diye sorulmamıştı.

BEŞİKTAŞ DEĞİŞİYORDU.

Serdar Bilgili'den sonra başlayan Yıldırım Demirören dönemi, Beşiktaş'ın borçlarını katlayarak gittiği dönem diye adlandırılacak büyük ihtimalle. Sık teknik adam değişikliği, 60 küsur oyuncunun alınması bu dönemin futbol şubesinin özeti. Gelen başarısızlıklar da hiçbir zaman sorumluluk almayan Yıldırım Demirören, suçu her daim teknik heyet ve oyunculara yıkan bir yaklaşım sergiledi. Vasat ve vasat altı oyuncuları, yüksek bonservis fiyatları ile Beşiktaş'ın bünyesine kattı. Aynı oyuncuları elden çıkarırken, zarar hanesine bir çizik daha atıyorduk. Beşiktaş'ın kapısından içeri giremeyeceğini iddia ettiği Sinan Engin'i göreve getirdi. Sivok ve Zapo transferlerinde rol oynadı Engin. Her iki oyuncunun bonservislerine verildiği iddia edilen para hakkında da türlü şeyler söylendi. İtalyanlar başka, bizimkiler başka rakamları telafuz etti. Netleşmedi durum.

BEŞİKTAŞ DEĞİŞİYORDU.

Kulübün futbol takımı bunlarla boğuşurken, futbol harici şubeler yokları oynamaya başladı. Bu şubelerin ortak sorunu maaş alamamak oldu. Basketbol takımı adına sponsor aldı. Sponsorlu dönem, sponsorsuzdan başarısız oldu. Her sene oyuncular ayrıldı, gerekçe maaş oldu. Voleybola yatırım yapılmadı, erkek takımı bir alt lige düştü. Yükselme maçlarının yapıldığı şehire otobüsle gitti. Beşiktaş'ın son yıllardaki en başarılı şubesi konumunda olan hentbol takımı, her sene büyük para sorunları yaşadı, yaşıyor.

BEŞİKTAŞ DEĞİŞİYORDU.

Beşiktaş'ı, Beşiktaş yapan değerlerin en başında gelen özkaynak, acıklı bir hal almış durumda. Beşiktaş'ın en başarılı dönemlerine bakıldığında tablo aynı: Özkaynakla yol almak. Özkaynağın en son çıkardığı isim Nihat Kahveci (istikrar dikkate alınmıştır.) Bundan sonraki isimler ya vasatın üstüne çıkamadı ya da sorunlu oldukları gerekçesiyle verim alınamadı. Sorunlu oyuncular diye bir gerçek yaşıyor Beşiktaş. Serdar Özkan, İbrahim Kaş, Batuhan Karadeniz. Üçü de kulüpten ayrıldı, üçü de ayrıldıktan sonra kulübü suçladı. Oyuncuların, Beşiktaş'ın büyüklüğünü hiç sayıp, ahlaksızca konuşmaları tartışılması gereken bir konu. Fakat burada tartışılması gereken ilk şahıslar kendileri değil. Özkaynak dediğimiz yerde neler dönüyor da, nasıl bir eğitim veriliyor da bu çocuklar ayrıldıktan sonra kötü konuşuyor? Bunca yıldır aşağıdan tonla adam çıkmıştır, tutunan sayısı azdır; ancak hiç kimse ayrıldıktan sonra bu denli küstah olma cesaretini göstermedi. Demek ki aşağıda "Beşiktaşlılık" doğru öğretilmiyor. Doğru öğrendiğini umut ettiğimiz Necip, şimdi tek dalımız.

BEŞİKTAŞ DEĞİŞİYORDU.

Ve biz.. Ne kadar kabul etmesek de ta dibindeyiz değişimin. Beşiktaş, her şeyin en iyisine layıktır. Ancak bu iyi sadece futbol takımı için olmamalı. Quaresma, Guti diye kendinden geçen taraftar, sırf üstünde futbol forması yok diye diğer oyuncuları unutmamalı. Popüler olan futbol yaftasına takılmamalı. Ahmet Fetgeri'yi, Seba'yı dolduran bu taraftardı, bu sene Dalaman'a deplasman yapan bu taraftardı. Herkesi baş tacı etmeyen de bu taraftardı.

-------------------------------------------------------------------------

Yaklaşık 10 gün önce yazdım yukarıdaki satırları. Boş bir anda hızlıca alınan notların bir toparlaması idi. 10 gün önce de, bugün de aynı olan bir şey var. Hentbol takımı hala bu seneye ait maaşlarını alamadı. 1-2 maaş değil, tüm maaşları. Sadece ufak bir dipnot: Hentbol şubesinin yıllık masrafı (tüm oyuncuların, ekibin maaşları + masraflar) 800 bin euro ile 1 milyon arası değişiyor.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Işıklar İçinde



1969 yılında, İstanbul’da bir Kadırgalı olarak dünyaya geldi Optik.


Herkes babadan, o dededen Beşiktaşlı olarak altısında iken gittiği ilk maçında Beşiktaş yenilmiştir ve hüzne gark olup ağlar.

Gaziosmanpaşa’da orta mektepte iken, tribünle birlikte nefes almaya başladığında aynı dönemlerde sabahlamaların ortasındadır Optik. Kulağından çekilip, kıçına tekme vurularak hadi doğru eve bakiim denen çocuk. Annesinin gözünü yollarda bırakan çocuk.

Deplasman otobüsü hareket edip, uzaklaştıktan sonra geri gönderilmesini imkansızlaştırıp, ortaya çıkan çocuktur Optik. Kabataş Erkek Lisesi’nin 343 Mehmet Işıklar’ı, zeki ve Beşiktaşlı oluşu ile hafızalarda yer eder hep.

Pazartesinden sonraki her gün yoklamada mevcuttur Optik. Pazartesi, onun tatil günüdür. Ya pazardan Beşiktaş ile beraberdir, ya da deplasmandan yeni gelmiştir.

Aynı yıllarda çArşı’nın temellerini atarlar arkadaşları ile beraber.

Lise sonrası Mimar Sinan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenimine devam ederken, tarihten daha çok feyzaldığından olsa gerek üniversite sınavına tekrar girip, iyi bir derece ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne girer. Aksatmadan sürdürdüğü öğrenim döneminden sonra Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik stajını yapar.

Sonrası Çubuk’da bir yatılı lisede öğretmenliktir. Herkese hak ettiği kadar; ama Beşiktaşlı kardeşlerine gönül kanaati olarak bir not fazlasını veren bir öğretmen. Gönlündeki zenginlik ile fakir fukara babalığı yapan bir öğretmen. Öğrettikleri yalnızca sınıfındaki yatılı öğrencileri ile sınırlı değildir.

İki yıllık bir aradan sonra askerliğinin ertesinde bir daha terk edemez semti. Tribünlere kalıcı olarak döner.

Sokak köpekleri dahi sahipsiz değildir artık.

O bir liderdir. Liderliğini şöyle anlatır; “Anadolu’dan gelen kendimizin ve rakibimizin taraftarları ile bile tek tek ilgileniyorum; çünkü liderlik bunu gerektiriyor.”

Beşiktaş’ı mazeretsiz yasayan güzel insan...

Daha çok şey varken, bir umutken, birden perde kapanıyor. Daha çokça güzelliklerin hep birlikte yaşanabileceği ihtimali varken birden Işıklar gitti ve hepimizin ev ödevi yarım kaldı.

SonBarikat

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Yeniköy Kasabı

Tebrikler Vicente Del Bosque

İmza: Futbolu çok iyi bildiğini iddia edenlerin ülkesinden bir futbolsever.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Bayburt'tan Kısa Kısa

* Kısa kısa serimize İstanbul'dan başladık yeri geldi iş dolayısıyla gittiğimiz Mardin'den devam ettik. Ardından askerliğin acemilik dönemi için Balıkesir ve şimdi de Bayburt'tan bildiriyoruz.

* Denizli'nin gidişi ve Schuster'in gelişi. Hoca istikrarına inananlardan biri olmama rağmen Denizli'nin Beşiktaş'ta süresi dolduğuna ve takımda bir hava değişikliğinin mutlak gerekli olduğunu düşünüyorum.

* Q7 transferi yurt genelinde infial yarattığı gibi bulunduğum kışla içinde de çeşitli sevinç gösterilerine sebebiyet verdi. Kanatları çalışan Kartal uçar. Hayırlara vesile olsun.

* Guti ve Robinho. Eğer ki bunlardan biri gelirse artık kesin olarak inanacağım ki Demirören kastı banadır. Benim gitmemi beklemiş adam akıllı transfer yapmak için. Tabata'ya verilen para çıkmaz o ayrı.

* Vakti zamanı gelince Bayburt analizleri yaparız. Kısaca bahsetmek gerekirse küçücük bir şehir. O kadar küçük ki şehrin tek caddesi 10 dakikada 2 defa turlanıyor.

* Umarım ben askerliğimi yaparken iyi filmler çıkmıyordur. Veyahut çıkan bütün iyi filmleri iyi arkadaşlarım benim için arşivliyordur.

*Eylül'de belki izin kullanırım. Fedarasyon akıllı ol Eylül'de Beşiktaş'ım maçlarını hep iç sahada oynasın. Gelip de görememek olursa Kara çelenk koyarım kapınıza.

* 20 yıl sonra bu dünya kupasını kimin aldığını belki unutacaksınız ama Vuvuzela'yı asla.

20 Haziran 2010 Pazar

"Baba" Takım

Beşiktaşlı babalara saygılar, hürmeteler...

18 Haziran 2010 Cuma

Medcezir

Önce şopara koca bir hoş geldin. Taraftar çok şey bekliyor ondan. Umuyorum ki gördüğü bu ilgiyi karşılıksız bırakmayacak. Umutlu düşünenlerdenim. Bolca konuşacak zamanımız olacak.

Benzer karşılamalarda hep aynı şeyi düşünürüm. Bu kadar coşkuylu karşıladığımız adamları, neden giderken bir başına yollarız? Aynı kalabalığı beklemek hayalperestlik. Ancak bir avuç bile olamıyoruz çoğu zaman. Cordoba'yı yalnız bırakmayanlara da selam olsun buradan.



31 Mayıs 2010 Pazartesi

Beşiktaş, Şeref'tir; Şeref, Beşiktaş'tır!


BEŞİKTAŞ ŞEREF'TİR; ŞEREF, BEŞİKTAŞ'TIR!

Beşiktaş'ın Şeref'i için "VARIM" diyorsan, ŞEREF'İMİZİN yanında ol.

13 Haziran Pazar

15:00 - Kazan Yanı


16 Mayıs 2010 Pazar

Gerçek Beşiktaş


Haketmeyenlerin diline doladıkları "Beşiktaşlı duruşu ve ahlakının" gerçek temsilcisi onlar. Kendi kulüpleri umursamazken, kendi kulüpleri maaşlarını vermezken, hiçbir zaman üzerlerindeki formaya ihanet etmediler.

Yeri geldi şampiyonluk hediyesi olarak kol saati aldılar, yeri geldi kazandıkları kupa sonrası yemek olarak ekmek arası peynir yediler, yeri geldi koca Şeref Bey Stadı'nda kendilerine yer bulunamadı Eski Açık'ta maç izlediler. Hiçbirini dert etmeyip, kendilerine sahip çıkan bir avuç taraftar ile omuz omuza durup, mücadele verdiler.

Son 6 sezonda ambargo koydular lige. Avrupa'da Beşiktaş Hentbol Takımı diye bir gerçeği duyurdular. Gerçek Beşiktaş adını hakettiler.

Bugün de İzmir Belediye karşısında galip gelip, seneyi duble ile kapadı Beşiktaşımız. İmkansızlıkların zirve olduğu bir senede, imkansız diye bir şey yoktur dediler.

Müfit Hocam, İlker Hocam, tüm oyuncularımız... Hepiniz ayrı ayrı teşekkürü hakediyorsunuz. Biz, sizin hakkınızı ödeyemeyiz.

14 Mayıs 2010 Cuma

09-10 Beşiktaş ve Ben



Beşiktaş 2009-2010 sezonunu Büyükşehir belediye maçı ile açarken ben iş dolayısıyla Mardin-Midyat'ta bulunuyordum. Kaldığımız otele binbir ricada bulunarak decoder ve kart bulmalarını sağlamış. Maçı ancak gol olduktan sonra izlemeye başlamıştım. Otelde maçı izlemede ısrarcı olan birtek ben varken maç başladığında herkes tek tek dökülmüş televizyonun karşısı dolmuştu. Sezonun ilk golünü canlı izleyemediğim gibi tv'den bile anbean o heyecanı yaşayamamıştım.

İstanbul'a dönüp maçları eski açıktan izlemeye başladığımda da çok gol gördüğüm söylenemez.
Deplasman açısından da kısır bir sezon geçiriyordum.. Eskişehir deplasmanı ve Samiyen'le kapadık koca sezonu. Mabedde oynadığımız Galatasaray maçı benim bu sezon canlı izleyeceğim son maç olacaktı. Gs maçının hemen ertesi gün askerlik için Balıkesir yolunu tuttuk. Takım evinde olsa da ben her maç deplasmandaydım.

Balıkesir'de ilk haftalar maç izleme olanağımız pek yoktu. Sonralardan ilk devre ya da sadece 2. devrelerini izleyebildiğim maçlar oldu. İçerde ki son maçımız eğer C.tesi günü olsaydı Şeref Bey stadında olacaktım. Lakin Fedarasyon maçı cumaya almış ben de sezon başında yaşadığım olayları bu sefer askeriyede yaşamak durumunda kalacaktım. Lig tv olan televizyon özel olarak korunuyordu ve anahtarı ne hikmetse nöbetçi subay'da yoktu. Tek başıma uzun uğraşlar vererek maçın 20. dakikasından ilk yarının sonuna kadar olan bölümünü izleyebilmiştim. Ekranın karşısında yine bir sürü Beşiktaşlı doluşmuştu. Rütbeliler de dahil olmak üzere.

Yolculuk bu sefer daha uzaklara; Bayburt'a. Orada lig tv var mıdır bilmiyorum ama Mardin'de açtığım sezonu İstanbul ve Balıkesir devam ettirip Bayburt'ta sonlandıracağım. Seneye sezonun tamamını geçireceğim şehirde ...

Sezon değerlendirmesi mi ?

Az gol az sevinç ...
Eski Nihat özlemi ...
Rüştü'nün sakatlanıp Hakan'ın oyuna girdiği maçlar ...
Tabata kazığı ...
Demirören - Aksu seçimi ...
Gökhan Zan'dan gelen sevindirici haber ...
Necip'le özkaynak düzenine olan özlemin giderilmesi ...
Rıdvanımız ...
Batuhan ve Serdar Özkan ...


Fotoğrafta ki pankarta istinaden ; Beklediğim ve özlediğim an işte bu an'dır.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Kelepir Fiyatına Sahibinden Az Kullanılmış Genç Yetenek



Şenollar Birollar gider Yusuflar Sanlılar gelirdi. Batuhanlar Serdarlar da gider lakin kimse gelir mi bilinmez. Bundan 4 ay önce bloga koyduğum bir yazıyı aynen aktarıyorum.


''Genç oyuncu nasıl tecrübe kazanır ?

Bana göre oynayarak kazanır. Kupa ve hazırlık maçlarında 90 dakika, lig maçlarında sonradan oyuna girerek.

Kapasitesi belli olan İnce düşüncelerin adamı Uğur ile başlamanın sonucunda kafadan kalende 2 gol gördün. Bunu yapan Necip olsaydı Beşiktaş'ta futbol hayatı bitmişti. Ki bitmişi var; Serdar Kurtuluş.

Ekrem ile ne bekte başarılı olabildin ne de hücumda etkili olabildin. Rıdvan'ı oynatsan en azından 3 posizyona girerdi Beşiktaş. Bek olarak Ekrem kadar başarılı olabilmesi için 2 top çalması yeterliydi. Ama ileri çıkışlarında tek top kaptırsaydı Rıdvan göremezdi bir daha forma yüzü. Göremeyeni var; Serdar Özkan.

Hoffenheim'in 3. kalecisi Ramazan Özcan. En iyi yaptığı şey degajlar. Boyu bile yetersiz. Hava toplarında başarısız. Denizli şöyle buyurmuş Ramazan'ın hataları için ''"Normaldir, ilk kez bir resmi maça çıkıyor. Takım arkadaşları ile mutlaka bir süreci birlikte geçirmesi lazım. Bunların hepsi, bir kaleci için futbolun içinde yaşanabilecek hadiseler". Aynı hadiseleri Korcan'ın yaşama lüksü yoktur. Çünkü o genç kalecidir. Tecrübesizdir.

Batuhan nasıl bir deli fişek ki bir türlü uslanamadı. Bu çocuğu karşınıza alıp kaç defa konuştunuz acaba. Konuştuysanız da büyük golcü Nobre'nin yedeği olmayı teklif etmişsinizdir. Nobre'nin yedeği olmayı ben bile kabullenemem.

Tello kadar toplara vuramaz mı Serdar Özkan ? Ondan daha fazla koşacağı ve top kapacağı zaten kesin. Ama Şili'li adamımız olmalı. Yabancı kontenjanını nasıl dolduracağız yoksa.

İsmail Köybaşı bugün ilk 18'de yoktu galiba. Tecrübeli genç yetenek Üzülmez varken gerek yok zaten. İsmail yetenekli oyuncu ama kulübede beklerken yeteneklerini köreltmeme konusunda ne kadar yetenekli bekleyip göreceğiz.''
13 Ocak 2010 tarihli yazı

Batuhan ve Serdar'dan kurtuldular. Serdar'dan 1tl bile kazanmadan , Batuhan'ı Nobre'ye verdikleri yıllık ücretden daha az bir bonservise satarak. Gerçi o gelen para da Bobo'nun sözleşmesi yenilenirse Figer'e imza parası olarak gider.

Rıdvan, Denizli gibi kurt bir hocanın elinde olmasına rağmen nasıl sakatlanıp-sakatlanmayacağını bilmediği için en az 5-6 ay sahalara döneyemeyecek. Sürekli futbol oynayıp deneyim kazanmadığı için kendini ispatlamak, seneye formayı daha uzun süre giymek uğruna belki bu sene giydiğinden daha az forma şansı bulacak.

Korcan ise Rüştü futbolu bırakana kadar 3. kaleci olarak futbol hayatına uzun yıllar devam edebilir. Eğer sabırlıysa 30 yaşında kaleye geçebilir.
İsmail'in sezon sonu kaptığı formayı sezon başı tekrar oranın daimi sahibine teslim etmeyeceği muğlak. İbo abisinin ciğerleri izin vermiyor İso'nun yorulmasına.
Kadroda yer bulması en muhtemel isim Necip olarak karşımıza çıkıyor. Nazar boncuğumuz !


Yabancı oyuncu kontenjanını boşaltmadan yabancı oyuncu almaya çalışan Beşiktaş.
Elinde ki 3-5 yerli genç oyuncuyu çarçur eden yine Beşiktaş.
Başkana borcumuz 3 haneli milyon dolar olmadan durmak yok ...