Süleyman, bir yandan Kabataş Erkek Lisesi futbol takımında
bir yandan da Beşiktaş genç takımında top koşturuyordu. Eve pestili çıkmış,
ölesiye yorgun geliyor, yatağa sürünerek gidiyordu. Dersler aksamaya
başlamıştı. Hocalarının hoşgörüsü ve arkadaşlarının çalıştırdığı derslerle
açığım kapatmaya çalışıyor, babasına mahcup olmamak için elinden geleni yapıyordu.
Aynı zamanda okul arkadaşı olan Mesut Arda, Süleyman’ın hiç ikmale kalmadığını
anlıyordu. "Beş al geç” talebesiydi.
Genç takımda sadece futbolu İle değil, efendiliği ve uyumlu
kişiliği ile takdir topluyordu. Lisedeki takım arkadaşlarından Nazım Özbay ile
genç takımda da beraberdi. “Lawton” lakaplı santrafor Suphi Ural ile Kabataş’ın
gol makinesi oluvermişlerdi. Üç arkadaş bir araya geldiğinde, beraber A takımda
oynayacakları günün hayalini kuruyordu.
Ancak bir sabah, Lawton Suphi geldiğinde ikisini bir kenara
çekti. Fenerbahçe ye gidiyorum’ dedi. Süleyman ve Nazım sevgili arkadaşları
için sevinmişti. Fenerbahçe de güzide bir kulüptü. Nazım, " genç takımına
mı” diye sorduğunda, aldıkları yanıt daha da mutlu etmişti. A takımına
santrafor olarak gidiyordu. Birbirlerinden ayrılacakları için üzgün ama bir
hayali gerçek kılmanın heyecanı ile beraberce kutlama yaptılar.
Aslında tarihi bir dönemdi. 1936’da “öğrencilerin spor
kulüplerine üye olması yasaklanmış, o nedenle de futbol kulüpleri öz kaynak
düzeninde sıkıntıya girmişti. Beşiktaş ise, yasağa rağmen genç takımını
korumayı tercih ermişti. Bu yasağın 1943’ten itibaren kaldırılması ile birlikte
futbol kulüpleri, özellikle lise futbol takımlarını mercek altına almış ve
eksiklerini bu mecradan tamamlamak İstemişti. Kabataş’ın santraforu da
listenin ilk sırasındaydı.
Ama Süleyman’ın aklının ucundan başka takımda oynamak
geçmiyordu. O “Beşiktaş’ın çocuğuydu. Öyle de kalmak istiyordu. Beşiktaş genç
takımına seçilmesinin üzerinden henüz bir yıl geçmeden takımın kaptanlığını
üstlendi. Takım arkadaşı Nazım Özbay, ona “hadi bakalım Süleyman, uzun bir
yolculuğa başlıyorsun. Beşiktaş’ın genç takım kaptanlığı sadece bir
başlangıçtır. Dansı A takımının başına dediğinde genç Süleyman, mahcubiyetle
başım öne eğmiş ve sadece “bu şeref bana yeter” demişti.
Büyükleri ona güveniyor, o da bu güveni boşa çıkarmıyordu.
Şimdi, takım kaptanı olması nedeniyle bambaşka sorumluluklar da yüklemişti.
Geceleri, uykusuz derslerine çalışıyordu. “Beşiktaş genç takım kaptanı sınıfta
kaldı dedirtmemeliydi. Arkadaşlarına örnek olmak için çaba gösteriyor, giyimine
ve konuşmasına ona göre hassasiyet gösteriyordu. Arkadaşlarıyla geliştirdiği
dostluk ortamı, takımın başarısına da yansımıştı. Bir defasında, tüm takımı
evinde ağırlamış ve annesi Nazlı Hanım, hepsine Çerkeş tavuğu ikram etmişti. O
yıl, Beşiktaş genç takımı İstanbul şampiyonu oldu. Süleyman, şampiyonluk
kupasını kaldırdığında, başarıya aç ve inançlı o gencin tutkusunu Beşiktaş
yöneticileri de fark etmişti. Hayırla yad edilen yıllardı. Beşiktaş, Ortaköy
arasında sadece iki kahvehane vardı. Bir tanesinde yöneticiler oturur sohbet
ederdi. Oyuncular, o kahvehaneye girmek bir yana önünden geçerken bile kılığına
kıyafetine dikkat etmek zorundaydı.
Süleyman Seba, üç yıl Beşiktaş genç takımında oynadı. Genç
takımda onu en çok öne çıkaran olay, Fenerbahçe genç takımı ile yapılan
maçlarda rakibin âdeta “belâlısı’ na dönüşmesiydi. Süleyman, bu maçlarda
Fenerbahçe’ye tam 7 gol attı. Ezeli rakibe attığı bu goller nedeniyle yıldızı
parlamış, konuşulur olmuştu.
Kabataş’ı bitirdiğinde bir kez daha yol ayrımındaydı. Babası
bir kez daha suskunlukla tercihini yapmasını bekledi. Süleyman kendi deyişiyle
“el pençe divan durduğum babamın dediklerini sadece futbol için yapmadım”
diyecekti. Tercihini bir kez daha Beşiktaş’tan yana kullandı. Ancak, babasının
da dileğini gerçekleştirmek için şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi’nin Fransız
Filolojisi bölümüne kaydını yaptırdı. Henüz ortaokul yıllarındayken
hayallerini, Deniz harp Okulunda okumak ve o bembeyaz üniformasıyla çakı gibi
bir denizci subayı olmak süslerdi. Ama futbol yaşamını kökten değiştirmiş, hiç
bir sevgi ve hayal Beşiktaş’ın ötesine geçememişti.
1945 yılında A takım ile antrenmanlara çıkmaya başladı, ilk
antrenmana başladığında ayak ölçüsü alındı. O yıllarda takımın futbolcuya en
önemli katkısı, verilen krampondu. Bu kramponu da oyuncunun ayak ölçülerine
uygun biçimde, bir Rum ayakkabıcı tarafından imal edilirdi. Süleyman Ölçüyü
verdikten sonra Hakkı Kaptanın onu yanma çağırdığım gördü. Hakkı Kaptan, bu
“kendi kumaşından” genci çok sevmiş, Özel olarak antrenmanlarda onunla
ilgilenmeye başlamıştı. Kıvrak, çalımcı ve inatçı karakteriyle ideal bir topçu
bulduğunun bilincindeydi. Süleyman gözünü formaya dikmişti. A takımı
oyuncularından Ethem Karpat, bu hırslı ve gözü pek genci beğeniyle takip
ediyordu. Özellikle, attığı çalımlarla Karpac’ın takdirini kazanmıştı.
Takımda, Hakkı Kaptan gibi karizmatik bir liderden çok şey öğrendi. Hepsi
Hakkı Kaptan a saygıda kusur etmezdi. O ve takımın ağabeyleri antrenman
sonrası duşa girdiğinde -ki, sadece iki taneydi- diğerleri saygıda kusur
etmemek için dışarıda beklerdi.
Bir defasında, takımın genç oyuncuları hevesle Kristal
Gazinosu na gitmeye karar verdi. O yıllarda Kristal Gazinosu bugün Tarlabaşı
Bulvarının bulunduğu yerde, anıta nazır daire yayı şeklinde bir yapıydı.
Döneminin en önde gelen Türk Sanat Musikisi sanatçıları, bu gazinoda sahne
alırdı. Safîye Ayla, Hamiyet Yüceses ve Müzeyyen Senar bu gazinonun
sanatçıları arasındaydı. Süleyman da arkadaşlarıyla gazinoda felekten bir gün
çalmaya karar vermişti.
Gazinodan içeri girdiklerinde garsonlar Beşiktaş’ın genç yeteneklerini
hemen tanıdı. Hevesle “Hakkı Kaptan ve diğerleri de burada. Masayı büyültelim
siz de öne geçin” diyerek hareketlendi. Süleyman ve arkadaşları birbirlerine
bakarak kalakalmış». İçlerinden biri bizim Hakkı Kaptan mı? Başka kim var?”
diye sordu. Beşiktaş’ın bütün “ağabeyleri” ön masadaydı. Çekinerek kendi
aralarında “girsek mi” tartışmasından sonra garsona “bize arkalarda bir masa
verin” dediler. Eğlencenin de adabı vardı. Kaçamak bakışlarla ağabeylerden
yana bakarak, keyifle Hamiyet Yüceses’i dinlediler. Gecenin sonuna doğru hesabı
istediklerinde, garson “ödendi” dedi. Hakkı Kaptan arkada oturan
kardeşlerinden haberdar olmuş, hesabı kapatmıştı
*****
Hakkı Kaptan, henüz Kabataş yıllarından itibaren Beşiktaş’a çağırdığı, antrenmanlarda gözünü hiç ayırmadığı, saygısı ve tevazuu ile kendine benzettiği Süleyman’ın gelişiminde en önemli rolü oynayan isimlerden biriydi.
Artık, A takıma yükselmesi gerektiğini yine o kararlaştırdı. A takımda oynama sorumluluğunu verdiğinde, tutkulu ve enerjisini sonuna kadar kullanması gerektiği konusundaki ilk uyarıyı o yaptı. Seba, yaşamı boyunca Hakkı Kaptana olan hürmeti ve liyakatini korudu. Öyle ki, hangi yaşta olursa olsun Hakla Kaptanın olduğu yerde yine o genç takımdaki Seba oluveriyordu. Sonraki yıllarda, Hakkı Kaptan la birlikte İdealist Grup’un oluşturulması ve ilkelerinin belirlenmesinde beraber hareket ettiler.
Hakkı Kaptanın başkanlığını yaptığı yönetimlerde yer aldı. Sonraki yıllarda, Beşiktaş Başkanlığı yaptığı dönemlerde ise Baba Hakkı’nın görüş ve düşüncelerini başarının ölçütü olarak gördü. Beşiktaş’a bir tesis ya da hizmet gerçekleştirdiğinde gururla ve aynı heyecanı duyacağını bildiği için ilk Hakkı Kaptan la paylaştı. İşte, böylesi bir günün sonunda Beşiktaş tarihinde bir geleneği temsil eden o fotoğraf çekildi.
Hakkı Kaptan'ın Süleyman Seba’yı alnından öptüğü o fotoğrafı, İlyas Namoğlu çekti. O gün Hakkı Kaptan, Başkan Seba’nın Akatlar ’da Beşiktaş için bir yatırım yaptığını öğrenmişti. “Süleyman bir şeyler yapıyormuşsun Levent’in oralarda dediğinde Seba, İştiyakla tesisi gezdirmek istedi. Hep birlikte, bugün Çilekli tesislerinin olduğu araziye gittiler. Seba, heyecanla yapılacak olan tesisi anlatıyordu. Baba Hakkı, yapılacak tesisin maketini dikkatle inceledikten sonra, “Süleyman büyük işler yapıyorsun. Benim yapamadıklarımı gerçekleştiriyorsun, gel seni alnından öpeyim” deyiverdi.
Namoğlu bu ölümsüz anı fotoğrafladı. Seba’nın ikinci dönemiydi. Önceki seçimi kaybeden Mehmet Üstünkaya, bir kez daha şansını denemek için aday olmaya hazırlanıyordu. Ancak,o fotoğraf, Seba’nın gelenek ve değerlerle buluştuğu o an, gazetelerde yayınlandığında Üstünkaya taraftarları, “bize, o fotoğraf seçim kaybettirdi” diyecekti. Bugün o fotoğraf, Beşiktaş müzesinin en müstesna yerinde sergileniyor.
Kaynak: Beşiktaş'ın Dervişi Süleyman Seba / Rıdvan Akar