26 Mart 2016 Cumartesi

Eve Dönüyoruz





Şu "Eve Dönüyoruz" hikayesi epey etkiledi beni. Evet, hep bu anı bekledik, birbirimizle konuşurken zaten dillendiriyorduk ama böyle herkesin aynı anda söyleyip, duygularını salıvermesi daha fena yaptı sanırım. İki kelime ama inanılmaz bir ağırlığı var. Düşündüklerimi, hissettiklerimi eksiksiz anlatabilir miyim endişesi var bende daha ne olsun. Bazen kafanda, içinde bir şeyler döner.  Az, çok bilirsin ama kurcalamazsın hani. Kurcalamak istemezsin. Sonra öyle bir şey olur ki senin kurcalamana gerek kalmaz, patır patır dökülür her şey.

Ayın 23'ünde başlandı eve dönüyoruz denmeye. İnsanlar öyle güzel şeyler paylaştı ki duygulanmamak, coşmamak elde değil. Herkesin özlemi, sevinci çok gerçek. Tek bir tane samimi olmayan, yalan olan yok. Hayatında kaç defa insan böyle bir şeye şahit olur? Net. Bembeyaz. Bunun sevincini yaşarken sonra o stada giremeyecek olma hüznü bastırdı. Evine giremiyorsun. Şart koşuyorlar, kabullenmezsen ayrılık diyorlar. Seni istemediğin bir ayrılığa hapsediyorlar.

Bizler mabede neden ev diyoruz? Ev nereye denir? Kafamda deli gibi bu dönüyor sürekli. Benim için en basit tabirle insanın kendini güvende hissettiği, sorgulanmadığı, yaftalanmadığı yerdir ev. Bu bir dört duvar arası olabilir, bazen bir şehir olabilir, bazen bir insan olabilir. Mabede ev demek de bu yüzden cuk oturuyor. Oraya ne zaman girsen gram endişen, şüphen, acaban olmuyor. Merdivenleri çıkıp, çimle ilk göz göze geldiğin an. Akabinde refleks olarak deplasman tribününe bakman. Hemen peşine tüm stadı gözünle turlaman. Resmen ritüel. Keza semt. Her ne kadar başka şehirde doğmuş, büyümüş ve yaşıyor olsam da (ve her ne kadar semt şu an arzu edilen halinden uzak olsa da ) semtte yürümenin verdiği huzur, o ağaçlı yol, o yolun sonunda köşede birazdan stadı görmenin garantisi. Al işte sana ev.

Babam ve Oğlum'da Fikret Kuşkan'ın babasına isyan edip, evladını ona emanet etmek istediği sahne vardır ya hani. Hem de babayla büyük hesaplaşmayı yaşadığı. Orada şöyle diyor: " Bana gittin diyorsun baba ama ben gitmedim, gidemedim, kalamadım, evim nerede bilemedim; çünkü aklımın bir tarafında, bir köşesinde hep sen vardın, seninle bu... Bu olmamışlık, bu küslük... İnsanın dönebileceği bir evinin olmaması ne demek biliyor musun baba? Elimi neye attıysam kurudu. Karım öldü. Bir zamanlar aynı yola baş koyduğum arkadaşlarım, reklam şirketlerinde, iktidar borazanı çalan gazetelerde bana acıyıp iş verdiler. Köpeğe kemik atar gibi... Kendilerini temizlemek, ruhlarını temize çıkarmak için... Dur! Konu bu değildi. Ben başka bir şey diyordum. Hah tamam. Ev diyordum. Baba buraya niye geldim biliyor musun? Deniz'e bir oda ver, onu yanına al, burada büyüsün, bir evi olsun, gidecek başka hiçbir yeri yok. Ona bir oda ver baba, bir evi olsun, ama zaman zaman da çıkıp gidebileceğ bir ev..." Zaten adamı darmadağın eden bir film ama benim için en can alıcı sahneydi bu.

Nerden, nereye geldi konu değil mi? Ev işte. Bazen dört duvar, bazen bir şehir, bazen bir insan. Evsiz kalmayın, en zoru evsiz kalmakmış.