31 Temmuz 2012 Salı

Korkunun Ecele Faydası Yoktur

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Çilekli Tesisleri'nin kira borcu yüzünden haciz işlemi başlattı an itibariyle. Bize kesinlikle ayrı bir prosedür uygulanmasın. Özel muamele de istemiyoruz. Sadece sormak istediğimiz var. Çilekli Tesisleri'nin kirası yalnızca Fikret Orman başkanlığındaki dönemde mi ödenmemiştir? Demirören dönemindeki borçlara ses çıkarmayan, görmezden gelen Ünal'ı bu kadar heyecanlandıran, görev aşkına saran şey ne? Denetim raporunun korku melodisi mi? Demirören ile sıkı ilişkisi olan Ünal'ı ne korkuttu?

Taraftar olarak kaç zamandır malum denetim raporunun sonucunu bekliyoruz. Raporda neler olabileceğini zaten tahmin ediyoruz da, bunun "bilir kişi" imzası ile yayınlanması çok mühim. Oradan çıkacak sonuca göre Beşiktaş ayağa kalkmak için bir şans bulacak. Oradan çıkacak usulsüzlüklerle ilgili "hesap sorma" fırsatımız doğacak.

Bu raporun açıklanması için 30 Temmuz tarihi söylenmişti. Ne yazık ki açıklanmadı. Üstüne başkan da şöyle bir açıklama yaptı: "Rapor henüz tam olarak elimize ulaşmadı. Denetleme firması bizden 10 gün daha süre istedi. Detaylı bir şekilde araştırma ve incelemeye tabi tutuyorlar. Elimize tüm detaylarıyla ulaştığında inceleyeceğim. Spor kamuoyu ve Beşiktaş taraftarı raporun tamamının yayınlanmasını istiyor olabilir, özellikle taraftarlarımızın bu yöndeki beklentilerini anlayışla karşılıyorum. Dediğim gibi önce müsaade edin gelecek raporu ben bir inceleyeyim, daha sonra detaylarını konuşuruz. Kimseden bir şey saklayacak değiliz ama Beşiktaş’ın iç meselelerini de kimseye malzeme yaptırmayız."

Sayın Başkan'a şunu hatırlatmak gerek. Bizim tek umudumuz ve kurtuluş reçetemiz bu rapor. Beşiktaş'ın iç meselesi, dış meselesi kalmadı. Aksine Beşiktaş'ı bu meseleler ile boğanı, Beşiktaş'ta meselelerin sayılarını arttıranları ve bunları nasıl yaptıklarını bize açıklamak zorundasınız. Hiç kimseden çekinmemelisiniz. Beşiktaş taraftarı, aldığı kombine sayısı ile sizi tatmin etmemiş olabilir. Ancak raporu açık şekilde yayınladığınız takdirde, bir ömür sizi başının üstünde taşıyacaktır. Bunu yapmadıktan sonra kombine satılmış, tişört satılmış mühim hadise değil.

Ve Beşiktaşlı, unutma İsmail Ünal'ı, YD'yi unutmayacağın gibi!


28 Temmuz 2012 Cumartesi

Şairler Parkı'nda Genç ve İhtiyar Kartallar

  

Kurban oluruz, siyah dediğimizde beyaz diyen çocuklara
2007 / Şairler Parkı

26 Temmuz 2012 Perşembe

Dejavu V


2008-2009 sezonu hazırlık kampı - Avusturya

2012-2013 sezonu hazırlık kampı - Avusturya

Canlı tanıklık ettiğimiz, en sıkıntılı sezon öncesi sanırım. Kırık, dökük, bolca sıkıntı, az umut. Ama işte o az umut bile bir yerlerden tutunmaya sebep. Beşiktaş olsun yeter.

Cartalete'nin şu yazısı da cila olsun.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Özledik Be Mehmet Abi

Sevimsiz Temmuz'un bitmesine az kaldı. Hoşçakalı Optik Başkan ile yapıyoruz. Veda bile edememişti Beşiktaş'ına. Veda ne demek ki? Günlerce şafak sayar gibi beklenmişti gelişi. Şeref Bey semalarına tekrar çıkması için, hindi baba diye haykırması için sabırla beklenmişti. Son bir defa göremeden Beşiktaş'ını ayrıldı aramızdan. Arkasında tonlarca hikaye, güzel tümceler, sözler, dersler kaldı.

Optik Başkan denilince, en sevdiğim satırlar Ada Kartalı'na ait.Vaktiyle asmıştık bloga. Tekrarlamakta sakınca yok. Optik Başkan'ın ruhu şad olsun. Keşke çıkıp, gelse...

"1969 yılında, İstanbul’da bir Kadırgalı olarak dünyaya geldi Optik.

Herkes babadan, o dededen Beşiktaşlı olarak altısında iken gittiği ilk maçında Beşiktaş yenilmiştir ve hüzne gark olup ağlar.
Gaziosmanpaşa’da orta mektepte iken, tribünle birlikte nefes almaya başladığında aynı dönemlerde sabahlamaların ortasındadır Optik. Kulağından çekilip, kıçına tekme vurularak hadi doğru eve bakiim denen çocuk. Annesinin gözünü yollarda bırakan çocuk.

Deplasman otobüsü hareket edip, uzaklaştıktan sonra geri gönderilmesini imkansızlaştırıp, ortaya çıkan çocuktur Optik. Kabataş Erkek Lisesi’nin 343 Mehmet Işıklar’ı, zeki ve Beşiktaşlı oluşu ile hafızalarda yer eder hep.

Pazartesinden sonraki her gün yoklamada mevcuttur Optik. Pazartesi, onun tatil günüdür. Ya pazardan Beşiktaş ile beraberdir, ya da deplasmandan yeni gelmiştir.

Aynı yıllarda çArşı’nın temellerini atarlar arkadaşları ile beraber.

Lise sonrası Mimar Sinan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenimine devam ederken, tarihten daha çok feyzaldığından olsa gerek üniversite sınavına tekrar girip, iyi bir derece ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne girer. Aksatmadan sürdürdüğü öğrenim döneminden sonra Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik stajını yapar.

Sonrası Çubuk’da bir yatılı lisede öğretmenliktir. Herkese hak ettiği kadar; ama Beşiktaşlı kardeşlerine gönül kanaati olarak bir not fazlasını veren bir öğretmen. Gönlündeki zenginlik ile fakir fukara babalığı yapan bir öğretmen. Öğrettikleri yalnızca sınıfındaki yatılı öğrencileri ile sınırlı değildir.

İki yıllık bir aradan sonra askerliğinin ertesinde bir daha terk edemez semti. Tribünlere kalıcı olarak döner.

Sokak köpekleri dahi sahipsiz değildir artık.

O bir liderdir. Liderliğini şöyle anlatır; “Anadolu’dan gelen kendimizin ve rakibimizin taraftarları ile bile tek tek ilgileniyorum; çünkü liderlik bunu gerektiriyor.”

Beşiktaş’ı mazeretsiz yasayan güzel insan...

Daha çok şey varken, bir umutken, birden perde kapanıyor. Daha çokça güzelliklerin hep birlikte yaşanabileceği ihtimali varken birden Işıklar gitti ve hepimizin ev ödevi yarım kaldı."

Denizcan  Bulut

24 Temmuz 2012 Salı

Şan Ökten Tesisleri


Öncesiyle, sonrasıyla Şan Ökten Tesisleri. Bir zamanlar göz bebeğimiz olan, Beşiktaş ne demek diye sorulduğunda muhakkak bahsi geçen. Şimdilerde adı anılmayan, unutulan, vaatlerin baş kahramanı olan. Şan Ökten, Beşiktaş'a yeni bir tesis kazandırmak için bu uğurda hayatını kaybeder. Adını yaşatmak için isminin verildiği tesis de seneler sonra faaliyetini durdurup, bu çirkin hale düşer.  Beşiktaş'ın son senelerinde bolca bulunan çelişkilerden sadece biri.


Beşiktaş'ın Şehidi Şan Ökten

Şan Ökten denildiğinde mahcup olurum hep. Yönetimlerimiz ve bizlerin unuttuğu, adını anmaz olduğumuz, büyük ayıp ettiğimiz Şan Ökten. Beşiktaş'ın çocuğu olmanın kolaylaştığı, 2 laftan birinin samimiyetsiz şekilde "feda" olduğu şu günlerde, ömrünü gerçekten Beşiktaş için, Beşiktaş uğruna yollarda vermiştir. Beşiktaş'ın şehididir; ama nice Beşiktaşlı'nın artık adını anmadığı, hatırlamadığı şehidi. Büyüklük yapsın ve affetsin bizleri.

Rahmetli İlker Ateş'in yayın yönetmeni olduğu, Mart 1992'de baskısı yapılan bir kitap var elimde. Kapağında sadece Beşiktaş arması var ve 1903-1992 yazıyor. Bir nevi Beşiktaş tarihi üzerine bir inceleme diyebiliriz. Bu kitaptaki Şan Ökten satırlarını paylaşarak analım büyüğümüzü.


"Beşiktaş için canını veren görev şehidimiz

Beşiktaş'ın son yıllardaki en büyük kaybı kuşkusuz Şan Ökten'in aramızdan ayrılışı idi. Bu büyük Beşiktaşlı'yı 24 Temmuz 1987'de kaybetmiştik. Şan Ökten, milyonlarca Beşiktaşlı'yı göz yaşlarına boğarak, edebiyete intikal etmişti.

Beşiktaş yönetim kurullarında yıllarca görev alan, mert, dürüst, sözünün eri gerçek bir Beşiktaşlı olan Şan Ökten, geçirdiği bir trafik kazası sonucu günlerce yaşamla ölüm çizgisi arasında dolaşmış, iyileşme belirtilerinin görüldüğü, sevdiklerinin umutlandığı bir sırada ansızın hayata gözlerini yummuştu.

O, bizim görev şehidimizdi. Çünkü yaşamını çok sevdiği Beşiktaş uğruna feda etmişti. Hatırlanması bile tüylerimizi diken diken eden olaydaki tesellimiz, kaza sırasında aynı arabada bulunan diğer iki yöneticimiz Metin Keçeli ve Ergün Gökalp'in günler süren tedavi sonrası hayatta kalmaları olmuştu.

Kaza Nasıl Oldu?

Beşiktaş'ın 87-88 sezonu hazırlıklarına başladığı Abant'ta, daha sonra kamp çalışmaları için Bartın ideal bir yer olarak düşünülmüş, bu amaçla yöneticilerimizden Şan Ökten, Metin Keçeli ve Ergün Gökalp 7 Temmuz gecesi Abant'tan kamp tesislerini görmek için Bartın'a hareket etmişlerdi.

Abant kampından, gece büyük bir neşe içinde futbolcularımız tarafından uğurlanan yöneticilerimiz, Bolu'ya 22 km mesafedeki Korukaya Tesisleri civarında ölümle burun buruna geldiler. Metin Keçeli'nin kullandığı İstanbul plakalı otomobil, bir anda karşı yönden gelen bir başka aracın korkunç darbesi ile paramparça oluyordu. Yöneticilerimizi taşıyan araç, adeta hurda haline gelmişti. Etraftan yetişenler, yaralılarımızı derhal hastaneye taşımaya başladılar.

Şan Ökten, Bolu Devlet Hastanesi'ne, Metin Keçeli ve Ergün Gökalp de ambulansla İstanbul'a getirildiler. Ökten'in durumu ağırdı. Kaburga kemikleri kırılmış, akciğer kanaması geçirmişti. Metin Keçeli ve Ergün Gökalp, hayati tehlikeyi atlatmışlardı; ama vücutlarındaki yaralar, aylarca sürecek tedavi gerektiriyordu. 

Spor kamuoyu, günlerce durumu ağır olan Şan Ökten için dua ediyordu. Ökten'in Bolu'daki tedavisi sırasında her türlü ihtimam gösteriliyor ve yöneticimiz ilerleyen günlerde iyileşme belirtileri gösteriyordu. Bu arada bir böbreği de alınmış, buna rağmen bir gün taburcu olma umudu devam ediyordu. Tedavi, Bolu'dan helikopterle getirildiği İstanbul'da sürüyordu. 


24 Temmuz 1987'de kara haber tüm yurda yayıldı. Şan Ökten, Beşiktaş aşkı ile dolu gözlerini hayata kapatmıştı. O, bizim ebediyyen kalbimizde yaşayacak görev şehidimizdi.

Nur içinde yat..."

22 Temmuz 2012 Pazar

Büyük Yetenek Yusuf Tunaoğlu

"Bu çocuk, bizim atmosferimiz içerisinde yetiştirilmeyip de, bir Güney Amerika doğumu ve ekolü içerisinde olsaydı, bugün ismi bir Pele'den, bir Didi'den daha önce gelirdi."

Milliyet'teki köşesinde Türk futbolunun yetiştirdiği en büyük yıldızlardan rahmetli Şükrü Gülesin, Yusuf için böyle yazıyordu. Tarih 21 Ağustos 1976. Yusuf'un futbola veda günü...

Gerçekten de futbol sahnesinde, meşin yuvarlak hiç kimsenin ayağına yakışmadığı kadar yakışmıştı Yusuf'un ayağına. Kimselerin hükmedemediği kadar şiirsellikle hükmetmişti futbol topuna. Daha ilk bakışta fark edilen öyle bir yeteneği vardı ki, adım adım değil, üçer beşer atlayarak, yükseldi şöhret basamaklarında. Kader birliği ettiği arkadaşı Sanlı'yla birlikte, BJK genç takımından A takıına, ardından da A milli takıma uzanan yolu koşar adımlarla katetti.


Hakkı Kaptan, Şeref Stadı'nda ilk izlediği andan itibaren bu iki genç yıldızın üzerine titremiş, yeni bir cevher diye adlandırmıştır. "Şenol, Birol gitti; ama bizim şimdi yeni Şenol ve Birol'umuz var. Bu sezon, Yusuf ve Sanlı üzerinde duracağız. İkisi de bizim için büyük kazanç olmuştur. Göreceksiniz, bu amatör iki futbolcumuz çok yakın zamanda Şenol ve Birol'u aratmayacaklardır." diyerek, heyecanını paylaşmıştı gazetecilerle.

1963 baharında, aynı hafta Cumartesi günü Sanlı, pazar günü Yusuf ilk kez giydiler Beşiktaş A takım formasını. Giyiş, o giyiş. 65-66 ve 66-67 sezonlarında ilk kez, hem de peş peşe şampiyonluk sevincini yaşadılar Beşiktaş'ta.

Ya sonra? Sanlı, hiç çıkarmamacasına formasını giymeye devam etti. Yusuf, her geçen yıl eksilen maç oynama sayısıyla, kadro harici geçirdiği günler, haftalarla uzaklaştıkça uzaklaştı formasından. Futboluna tutkun hayranlarını kahreden bir biçimde kayıp giden, ancak tüm bunlara rağmen gönüllerdeki yükselişini sürdüren bir yıldız oldu Beşiktaşlılar için.

İddia üzerine, Tünel'den başlayarak Taksim'e kadar sektire sektire topu ayağında, İstiklal Caddesi'ni boydan boya katetttiği anlatılır Yusuf'un. Sihirli ayakları izleyenini öyle bir büyüler, öyle unutulmaz bir tat bırakır ki izleyicisi üzerinde, bir "hokus pokus" ile diğer "hokus pokus"u arasında haftalar, aylar da geçse, izleyicisi umutla, sabırla bekler yine de...

Bir, iki bel kıran cinsten çalım, birkaç ustaca gol vuruşu, birkaç milimetrik pas, gözlerine çalınan bir parça güzellikle avunmak zorunda kalan hayranlar. Bekleyen, umutla, sabırla bekleyen milyonlar...

Birbiri ardına sahneye çıkıp, inen başkanlar. Hakkı Yeten'ler, Hasan Salman'lar, Talat Asal'lar, Ağasi Şen'ler, Himmet Ünlü'ler, Mehmet Üstünkaya'lar. Teknik direktörler, Spajiç'ler, Janevski'ler, Çiriç'ler, Milev'ler, Teodeorescu'lar, Baba Gündüz'ler, Gegiç'ler, Metin Türel'ler... Yusuf hala sahnede. Hala sergiliyor oyununu kendi senaryosuna göre. Kimseyi takmadan, umursamazca... Ancak yeni patron Üstünkaya ve yeni yönetmen Türel, kendi senaryolarına uymayan baş aktörü çıkartırlar oyundan, uzaklaştırırlar Beşiktaş'tan.


Yusuf, ilk kez ayrılır çok sevdiği Beşiktaş formasından. Alışmıştır siyah-beyaz renklere bir kere. İzmir'in siyah-beyaz takımı Altay'a gider bir seneliğine. Egeli futbolseverlere sergileyecektir bir süre için ayaklarındaki sihri, İzmir sahnesinde. Ve İstanbul'da bir başka forma altında, ilk kez Beşiktaş taraftarının önüne çıkacağı gün gelir, çatar. Onur meselesi yapmıştır, yıllar boyunca oynadığı oyunun sahneden indirilmesini. Bir oyun sergiler ki çok sevdiği Beşiktaş'a karşı, hallaç pamuğu gibi dağıtır, darmadağın eder Beşiktaş defansını. Kendisini Niko ve Ünal tutmaya çalışmaktadır. Ama ne mümkün. Bir çalım ona, bir çalım öbürüne. Beşiktaş kalesinin dibine kadar gelir. Sabri ile karşı karşıyadır. Vursa golü atacak. Vurmaz ama. Vuramaz. İçi kaldırmaz. Geriye doğru çıkarır topu.
 
Beşiktaş tribünleri inlemektedir: "Yusuf... Yusuf..." diye. Bu Beşiktaş taraftarı değil midir, Yusuf'un kadro dışı bırakılıp, Beşiktaş amatör takımıyla idmana çıkarıldığı günlerde, aynı saatlerde Mithatpaşa Stadı'ndaki Beşiktaş'ın 1. lig maçı 5 bin taraftara oynanırken, Ali Sami Yen Stadı'ndaki Beşiktaş amatör maçında sırf Yusuf'u izlemek için 15 bin kişiyle tribünleri dolduran?

Alkışlarlar, gönüllerinden hiçbir zaman söküp, atamadıkları yıldızlarını, avuçlarını patlatırcasına. Henüz izlemeye doyamadıkları oyunu sahneden indirenlere yöneltirler tepkilerini, olanca şiddetiyle:

"Yönetim istifa!... Türel İstifa!..."

Yusuf'un Beşiktaş'a karşı oynadığı bu maç, kendisini kadroda görmek istemeyen teknik adamların da Beşiktaş'taki son maçı olur. Bir sonraki sezon, transferin son gününde Altay'dan geri alınır Yusuf. Onun bir kez daha, Beşiktaş'a karşı böylesine  bir futbol oynama ihtimalinin dahi sonları olacağını farketmiştir kulüp idarecileri.

Son senesinde, çoğu karşılaşmaların ikinci yarılarında olmak üzere, sadece 8 kez giyer siyah-beyazlı formayı. 30 yaşındadır. Kilo almıştır. Hiç de iyi bakmadığı bedeninin, kıvrak zekasının emrettiklerini eskisi gibi başarıyla yerine getiremediğinin farkındadır.  21 Ağustos 1976 günü, Ağustos ayı olmasına rağmen sanki gökler göz yaşı dökmektedir, hiçbir izleyicisinin doyamadığı bu aktörün son kez sahneye çıkmasına. Şimşekler çakmakta, seller boşalmaktadır İstanbul semalarından. Hava şartlarına rağmen, 12 bin futbolsever nefeslerini tutarak izlerler, baş roldeki büyük aktörün 22 dakika sahne aldığı bu son oyunu.



Aradan yıllar, yıllar geçer. 22 Temmuz 2000 Cumartesi'nin ilk saatleri. Yine bir yaz günü, yine bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun İstanbul sokaklarını yıkadığı bir günde, hiç de hesapta olmayan bir şekilde, son kez; ama bu sefer herkesi hıçkırıklara boğan bir rolde çıkar sahneye büyük aktör. Bu kez hayata karşı oynar son oyununu. Verir selamını, veda eder sevenlerine. Çekilir sahneden, bir kez daha dönmemecesine...

Ruhun şad olsun baş aktör.

Kaynak: 1903'ten Bugüne BJK (2008)

20 Temmuz 2012 Cuma

Ruhun Şad Olsun Vedat Okyar

İzleyemediğimiz için hayıflandığımız isimlerden birisi olan sevgili Vedat Okyar'n aramızdan ayrılışının 3. senesi. Tek tesellimiz, onu sahalarda Beşiktaş forması ile göremesek de sonrasında Beşiktaş'ı nasıl sevdiğine şahit olduk senelerce.


Güzel hikayelerinden biriyle yad edelim Kaptan'ı.

1980 Aralık'ında Milliyet Gazetesi'ni ziyarete gitmiş Vedat Kaptan. Spor servisindekilerle arasında geçen sohbeti de ertesi günkü gazeteye aktarmış Şansal Büyüka.

-          Hayırlı olsun Vedat.
-          Bir şey yok abi…
-          Nasıl yok? Beşiktaş’a menajer olmuşsun.
-          Hayır, hayır… Sadece futbolculara ağabeylik yapacağım, onlara yardımcı olacağım.
-          Ne zamandır istiyorlardı seni?
-          Evet, geldiler, konuştular. Kendilerini kıramadım.
-          Ee, ne de olsa Beşiktaş hastalığı var…
-          Öyle abi…
-          Ama maçlarda pek gözükmüyordun.
-          İster inanın, ister inanmayın. Son 5 yıldır iyi bir basketbol seyircisi oldum. Hem de ikinci lig maçlarına bile gidiyorum.
-          O da nereden çıktı?
-          Bizim basketçiler alıştırdı, bir daha kopamadım.
-          Ama futbol takımında işin zor…
-          Bizim çocuklar iyidir. O zorlukları birer birer aşarız.
-          Herhalde bu işi amatörce yapacaksın?
-          Elbette… Bir lira para almayacağım. Sahaya girmeyeceğim. Teknik işlerle uzaktan, yakından ilgim yok. Sadece futbolcu kardeşlerime yardımcı olacağım.
-          Miliç de yakın arkadaşın…
-          Evet… Zaten bizim çocuklar da Miliç’i çok seviyor. “ Böyle hocayla çalışmadık” diyorlar.
-          Herhalde futbolcuların saha dışı davranışları seni daha çok ilgilendirecek.
-          Öyle olacak… Hepsi ile konuştum. Eğlenirsek, birlikte eğleneceğiz. Beşiktaşlı futbolcu, bir Beşiktaşlı futbolcuya yakışır şekilde eğlenecek. Kaliteli yerlere gidecek. Bir Beşiktaşlı futbolcuya yakışır şekilde yaşayacak.
-          Umutlusun…
-          Tabi… Bizim çocukların hepsi iyidir. Söz de verdiler. Sezonu yeni açıyormuş gibi işe başlayacaklarını söylediler.
-          Hayırlı olsun Vedat. İnşallah Beşiktaş özlediği günlere en kısa sürede ulaşır.
-          İnşallah… Bizim de istediğimiz bu zaten.
 (12/12/1980)

Güzel kere güzel insan Vedat Okyar'ın ruhu şad olsun.


Not: Milliyet arşivinden yararlanılmıştır.

17 Temmuz 2012 Salı

Güle Güle Cumhurbaşkanı Fabian Ernst















Şeref Bey'den yeryüzünün hakimi cumhurbaşkanı Fabian Ernst geçti.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

96 Kiloluk Çalımcı

FourFourTwo'nun Temmuz sayısında Şöhretler Köftecisi ile ilgili bir bölüm var. Kimi fotoğraflar eklenmiş, kısa kısa da satırlar. Ne zaman Şöhretler Köftecisi denilse, aklıma hep aynı yazı gelir. Benim çok sevdiğim Ada Kartalı, birkaç sene önce tatilden gurbete dönerken, başından geçenleri kaleme almıştı. Yazıdan önce, sohbetlerimizde durumu dillendirirdi, gülerdik. Yazıyı okuyunca, boğazıma oturmuştu bir yumru. O gün, bugündür ne zaman mekanın bahsi geçse, aklım takılır buraya.

Kaç zamandır eskilerden paylaşım yapmıyorduk. Bu yazı ile de bir geri dönüş yapalım.


" Eskiden her evde; ama eksiksiz her evde bir ecza dolabi vardi. Simdilerde ise, memlekette kimin evine gitti isem olmazsa olmaz demirbaslardan biri de tarti aleti olmus. Ya mutfak kapisinin ardinda, ya banyosunda ya da misafir ettikleri yatak odasinda bir tarti var. Ye tartil, sic tartil, uyan tartil. Her gram bir dram olsa ne yazar, maydonoz kürü ile yasayacak degiliz.

En guzel, en islevli tarti ise anamin evindeki tarti. Ilk gun evin kapisindan girip tartiya cikiyorum, ibre 92’yi gosteriyor. Son gun bir daha cikiyorum, 96. Hic de fena degil; iki haftada 4 kilo almisim, daram ortada, demek ki iyi bakilmisim diye vedalasiyorum.

Boyle cok yiyince insanin gordugu ruya, ruya degil karabasan olurmus; ama bende karabasan degil Kara Kartal oldu. Bu 96 kilo, uykusunda 8 numarali beyaz formasi ile nasil oluyorsa oluyor, Besiktas’in ilk 11’inde kendine yer buluyor. Fakat kArtal sizi inandirsin, bi gorseniz diyecem; ama Eda’dan baska Uzay Yolu manyagi olarak bir tek kendimi bildigim icin gorme sansiniz da yok. Ben anlatayim. Mesela Ilhan Mansiz’in Kore’de Carlos’a cektigi hareketi, ben idmanda once Ekrem Dag’a cekiyorum, sonra da akli sira kademe almak icin ustume kosan Toraman’a. Idmanda boyle de Manchester macinda farkli mi sanki… Once defans oyunculari nasibini aliyor, ardindan ben hizimi alamiyorum ve gobegim yuzunden ofsayt diye bana zirt-pirt duduk calan yan hakeme de ayni calimi atip cizgiye iniyorum.  

 Hayirlara vesile olsun.

Bir seyi cok dusununce, cok arzu edince olurmus. Cok dusunuyordum, keske Besiktas’ima Liverpool’da nasil kavustu isem yine tekrar kavussam diye, ki kurayi ceken eller dert gormesin bana Besiktas’imi tekrar gorecek olmami nasip etti.

Belki bircok insan, bircok Besiktasli yine bir İngiliz takimi cikti diye Liverpool faciasi yuzunden Allah kahretsin demistir demesine; ama benim icin durum farkli. Ben bencilim. “Kimseler garip olmasın/Hasret oduna yanmasın/Hocam kimseler duymasın/Şöyle garip bencileyin Bir hesap ettim; neredeyse son ceyrek asirdir, ellerimin parmaklari kadar anca dunya gozu ile gormuslugum var Besiktas’i. Olsun, O’na bir sey olmasin da, varsin biz parmak hesabi yapalim. Hem boyle sanki kiymeti daha bi fazla. Bu sansa sahip olanlar, bu kiymetin kiymetini iyi bilmeli, iyi anlamali.

Geri donusum sevdalisi Gurhan abimiz cikartma yapmis, yandan artan malzemeden, amblem cikartmasi, bir karis buyuklugunde. Onu cama cikartmaya kiyamiyorum mesela. Ya ev sahibi, evi bosaltin derse de ben o amblemi sag-salim camdan geri cikartamazsam… Dursun kitabimin arasinda. Ovunmekte Hakliyiz Cunku Besiktasliyiz kitabinin arasinda dursun simdilik. Doktor takintili davranislari OCD kisaltmasi ile  tanimliyor, ben de doktoru OÇD olarak tanimliyorum..
 
Doyamam sana, doyamam.
 
Ben doyamiyorum. Oyle ki; guvenlik tacinin altindan geciyorum havaalaninda, otuyor meret. Kot pantolonumun dugmesini sokecek halleri yok. Cebimde, ustumde ne kadar metal bir sey varsa cikarmisim zaten.

Geciyorum, yine otuyor. Islak mendil var mi ustunuzde diye soruyorlar, yok diyorum. Teslim ol seklinde kollar havaya kalkiyor. Ellerindeki alet sadece kot pantolonumun dugmeleri hizasinda otuyor. (yan etkisi var midir ilerde belli olur). Bir de arka cebimde. Cuzdani istiyorlar, evirip ceviriyorlar. Icini bosaltin lutfen diyorlar.  Ulan cuzdana biri barut koymus olamaz diyorum; ama ben barut gibiyim.  Ayakkabilarim dahi cikarttirilmis vaziyette bekletilirken, cuzdani bosaltiyorum. “Bu ne?” diyorlar cuzdandan cikardigim islak mendil icin. “Soruyoruz size islak mendil var mi diye; ama yok diyorsunuz!” babinda firca kayiyor Sir. 


 Gel de anlat hadi. O benim icin islak mendil degildi ki… Baska bir hikaye var orada, baska bir anlam. Da, sen bunu anlamazsin simdi. Bizim teskilattan degilsin. Bizim oralarda insan sevdiginin gozunun capaginin yagini yer de yine doymaz aska. Gurbetcidir ne yapsa yeridir. Kiyamamisiz iste acip, kullanip atmaya. O, uzerinde Besiktas yazan Sohretler Koftecisi idi.  Semt idi.  Siyah-Beyaz idi. Cuzdanin icine koymusuz kimlik gibi tasiyoruz ustumuzde Sohretler Koftecisi’nin islak mendilini."

Ekim 2009

Dipnot olarak da düşelim: Sonrasında yazı mekana götürüldü. Şöhretler'in sahibi ve çalışanlar, beğendiklerini, mutlu olduklarını söylediler. Duvardaki güzel fotoğraflar gibi o da yerini aldı.

10 Temmuz 2012 Salı

Ruhun Şad Olsun Efsane Şükrü Gülesin

Beşiktaş tarihinin en güzel efsanelerinden Şükrü Gülesin'in, aramızdan ayrılışının 35. senesi. 1940 senesinden, 1950'ye kadar 1 sene hariç aralıksız Beşiktaş formasını giyen, korner olduğu zaman rakiplere "eyvah gol geliyor" dedirten, ilk Türk oyuncu olarak İtalya'ya giden, İtalyanlar'ın da gönlünde taht kuran, Lazio kulüp binasının girişindeki onur listesinde adı yazılı olan, Beşiktaş'ta yöneticilik yapan, milli takım komitesinde çalışan, spor yazarlığı yaptığı dönemde herkesin sevgilisi olan bir efsane. Canlı izleyemediğim, göremediğim için hayıflandığım isimlerden.

Efsaneyi kendi kaleminden satırlar ile anmak en güzeli. Ruhu şad olsun büyük Beşiktaşlı'nın.

" Galatasaray'daki Beşiktaşlı
Bir uğultu yükseldi dükkandan… Sis halini alan sigara dumanı tabakasının örttüğü bir boşluktan, birer, ikişer insanlar üzerime doğru geliyor ve kimi elimi sıkıyor, “hoş geldin” diyor, kimi boynuma sarılıyordu.

Yanaklarımın ıslandığını hissediyordum. Sonra da ben koy verdim kendimi ve kaç dakikadır hapsettiğim gözyaşlarımı bırakıverdim. Bu benim, unutulduğumu sandığım çevreye bir veda işaretiyle geride bıraktığım dost insanlara dönüşümdü.

Sonra her şey bir çorap söküğü gibi gitti. Önüme kim çıksa, “Beşiktaşlı Şükrü” diye boynuma sarılıyor, tanıyanlar, tanımayanlara “Bak, Beşiktaşlı Şükrü Gülesin” diye beni gösteriyorlardı. Hoş bu kimlik İtalya’da oynadığım 4 yıl boyunca da hatırlanmıştı. Lazio’daki, Palermo’daki takım arkadaşlarım da beni öyle çağırırlardı: “Beşiktaşlı Şükrü Gülesin”. .. Sadece kendimi değil, Beşiktaş’ı da götürmüştüm İtalya’ya. Bu, artık benim için nüfus kağıdı gibi, lisans gibi geçerli bir şey olmuştu. Hatırlayacaksınız, bir aralık Türkiye’ye dönmüştüm. Beşiktaş’ta oynamak istedim, talihsizlik oldu, Galatasaray’a gittim. Bir maça çıktım. Sarı-kırmızılı forma, – kimse alınmasın, kimse gücenmesin- omuzlarıma, sırtıma batıyordu sanki.

Bir gün Hasnun Galip Sokağı’ndaki Galatasaray lokalinde oturuyordum. Telefon çaldı, benden başka kimse yoktu. Açtım. Bir erkek sesi: “Beşiktaşlı Şükrü Gülesin’i istiyorum.” diyordu. Kimdi, ne istiyordu, bilmiyordum. Ama adama: “Beşiktaşlı Şükrü Gülesin burada yok” dediğimi hatırlıyorum. Onun aradığı Şükrü, Çırağan Sarayı’nın ahşap tribünlerinde kalmıştı. Daha fazla dayanamadım ve İtalya’’ya döndüm. Bu defa İtalya’ya iş yapmak, ticaret yapmak için gidiyordum." (25/10/1965)

Not: Milliyet arşivinden yararlanılmıştır.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Çelişki



Yeni yönetimimiz, göreve geldikten kısa bir süre sonra, bir gazetede çıkan haberin ardından kamuoyuna duyuru başlığı ile bir basın bildirisi yayınladı. 11 Nisan 2012 tarihli açıklamada şu satırlar öne çıkıyordu:

" Futbol profesyonel bir oyundur; sözleşmeli futbolcuları da Beşiktaş'ın kölesi değil sözleşmeli futbolcusudur. Beşiktaş, her biri saygın bireyler ve iyi ahlaklı sporcular olan futbolcularının 'sahibi' değil, sadece işverenidir. 'Sahibinden satılık' gibi ifadeler, son derece çirkin, geri bir anlayışı yansıtan ifadelerdir. Beşiktaş Jimnastik Kulübü olarak bu ifadeleri kınıyoruz.


Berbat şekilde biten bir dönem ardından duyulan bu sözler, fazlasıyla umut vericiydi. Defalarca ve defalarca okuduk bu paragrafı. YD yönetimi süresince o kadar  çok şahit olmuştuk ki bunun tam tersi olan çirkinliğe. Şimdi bu sözler "işte bizim Beşiktaş'ımız" dedirtmişti. Sadece birkaç cümle bile bizi mutlu etmeye yetmişti.

Yine aynı başlık adıyla 23 Nisan 2012'de bir bildiri daha yayınladı yönetimimiz. Bu açıklamada da:

" Sportif başarı ile iyi yönetim birbirinin alternatifi değildir. Beşiktaş'ı hem hesabını kitabını bilerek iyi yönetmek hem de sportif başarı elde etmek mümkündür. Hatta aslında tek yol da budur."

" Beşiktaşlıların sabrının taşmak üzere olduğunun farkındayız. Ancak, kulübümüz ve futbol takımımızın içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için zamana ve çok çabaya ihtiyaç var. Kimsenin elinde sihirli değnek yok, hele yılların hasarının ve yıllar boyunca oluşmuş bir kötü kültürün bir günde ortadan kaldırılması söz konusu değil."

Bu sözler de fazlasıyla tatmin ediciydi. Çünkü yönetim, içinde bulunulan durumu inkar etmiyor, boş yere de vaat de bulunmuyordu. Durumu net şekilde tanımlayıp, kısaca çözümden söz ediyordu. Hele kötü kültür ifadesi en can alıcı noktaydı. Beşiktaş, geride bıraktığı yıllarda sportif başarısızlıktan daha büyük bir şey kaybetmişti. Ona has kültürünü.


25 Nisan 2012'de de başkanımız Fikret Orman bir açıklama yaptı. O açıklamada da şöyle bir alıntı mühim:

" Misyonumuz Beşiktaş'ı bu karanlık günlerden aydınlığa çıkarmak; vizyonumuz Beşiktaş'ı bir kurum olarak kişilere muhtaç kalmayacağı, sistemin hakim olduğu bir noktaya taşımak."

Orman'ın bu açıklaması en mühim olanı aslında. Kişilere muhtaç kalmayacağı... İlerleyen satırlarda bolca göreceğiz bunu.


Bu açıklamayı o dönem göreve gelen İbrahim Altınsay'ın açıklaması takip etti. 28 Nisan 2012 tarihli açıklamada söylediklerinden bazıları şunlardı Altınsay'ın:

" Biz taraftarlarımıza ancak sevinç gözyaşı vaat edebiliriz. Bu süreçte Beşiktaş elbette başarıyı da kovalayacaktır, ama bundan önce Beşiktaşlıların sahada gönüllerinden geçen takımı görmekten mutlu olacağını biliyoruz. "

" Ülke futbolunun itibarının içeride ve dışarıda tahribata uğradığı, futbola olan güvenin ciddi biçimde zedelendiği bir dönemden geçiyoruz. Beşiktaş bu ortamda eskisi gibi bir güven ve sempati odağı olmak zorunda. Eskisi gibi Beşiktaşlı olmayanların ikinci takımı olmak zorundayız. Futbolla ilgilenmeyenlerin de sevgiyle baktığı bir “örnek takım” olmak zorundayız."


Özellikle 2. paragraf vurucuydu. Bizlerin "neden Beşiktaşlı olduk"  hikayesinin mühim satırlarını barındırıyordu. Ne kupalar, ne şampiyonluklar... 15 sene boyunca şampiyon olamadığı dönemlerdeki gibi günden güne kalabalıklaşan bir kitleye sahip olan ve saygı gören bir Beşiktaş hayali.

Yönetim kanadı son derece doğru ve düzgün açıklamalar yaparken ne oldu peki?

Futbol şubesi ve hoca ile ilgili konularda, arzu ettiği olmadığı takdirde istifa ederim tehdidini sunan Levent Erdoğan sıkıntısı baş gösterdi öncelikle. Hukuk işleri ve eğitim kurumları komitesinden sorumlu olan Levent Erdoğan, kendisiyle alakalı olmayan bir sorumluluk alanı için "kapris" yaptı. İşin daha da üzücüsü, bu kaprisi kabul gördü. Bu kaprisin kabul göründüğü andan itibaren yukarıda alıntı yapılan birçok satır anlamını yitirdi. Beşiktaş'ın içinde bulunduğu sıkıntıların ana kaynağında "kişilerin" bu takındıkları tavır etkili olmuştu zaten. Yukarıda da alıntıladığımız, Fikret Orman'ın kişilere muhtaç kalınmayacağı sözünün de ilk göz ardı edilişiydi. Taviz bir kere verilirse, gerisi gelir.

Erdoğan, bu kaprisiyle - ki YD yönetiminde de benzer tavrı sergilemişti- kazanan oldu. İstediğini yaptırdı. Fikret Orman, buyurun istifa edin diyemedi. Ona diyemedi, bunun üzerine işine karışıldığı gerekçesiyle Altınsay istifa etti. Görüntüde Erdoğan kazanmış, Altınsay kaybetmişti. Asıl kaybeden yine Beşiktaş'tı. Aynı bir önceki yönetimdeki gibi şahıslar, Beşiktaş'ın önüne geçti.

Sonra Haziran ayının başlarında, Fikret Orman katıldığı bir tv programında Rüştü Rençber için: 
" Ben, 39 yaşında bir oyuncuyu takımda görmek istemiyorum. Yeni gelecek olan teknik adam ne der bilmiyorum ancak Rüştü'nün Beşiktaş'ta devam etmesi doğru değil." dedi. Başkanın kişisel fikrini paylaşmasında elbette bir sakınca yok. Ama bunu ifade şeklinde ciddi bir sıkıntı var. Fikret Orman, bu kulübün başkanı. Teknik direktörü değil. Bir oyuncudan nasıl verim alınıp, alınmayacağı hakkında uzman bilgiye sahip değil. Bu kararı verecek olan kişi de takımın hocasıdır. Yeni gelecek olan hoca ne der bilmiyorum diyip, peşine de Beşiktaş'ta devam etmesi doğru değil derseniz kimse ilk söylediğiniz cümleyi dikkate almaz. Rüştü'nün Beşiktaş'a gelişinden rahatsız olan bir Beşiktaşlı olarak, Rüştü'nün bu şekilde bir "hoşçakal"ı da hak etmediğini düşünüyorum.

Yönetimimiz, bu süre zarfında sık sık oyuncu maaşlarına ilişkin sıkıntılarını dile getirdiler, haklı olarak. Çünkü bir önceki yönetim " ayranımız yok içmeye..." modelini benimsemişti. Oyuncuların bonservislerine ve kendilerine verilen yüksek meblağlar maddi anlamda bizim elimizi, kolumuzu bağlayan baş sebeplerden biriydi. Buna çeki düzen verilmek istenmesi de çok normal. Normal olmayan bunu yaparken izlenen tavır.

Yüksek ücretli oyuncularımızdan biri olan Egemen Korkmaz'ın geçen sene başında geldiğinde imzaladığı sözleşme şöyleydi: Senelik 1.1 milyon Euro garanti para ve maç başına 25 bin Euro. Beşiktaş adına o kadar kötü bir sözleşme ki bu. Koca koca iş adamlarının, şirket yönetenlerin nasıl böyle bir sözleşme hazırladıklarını ya da nasıl kabul ettiklerini anlamak güç. Yılda 1.1 milyon Euro garanti para vermeyi taahhüt ettiğin bir adama, bir de maç başına para vermenin mantığı nedir? Maç başı para vereceksen, garanti ücreti neden bu kadar yüksek tutuyorsun? Üstelik daha sözleşmeyi imzaladığı an 11'de düzenli oynayacağı belli olan bir adama. Bu ve diğer oyunculardaki benzer sıkıntıların hepsi eski yönetimin eseri. Ne yazık ki düzeltmek de yeni yönetimin ana görevlerinden biri.

Bu rakamlar doğrultusunda Egemen'e indirim teklif edildi. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Yönetim, açıkça bu rakamları karşılayamayacağını dile getirmişti. Egemen de bu indirim teklifini kabul etmedi. Oyuncu, teklifi kabul etmedi diye yargılamak oldukça gereksiz ve çirkin bir durum. Oyuncudan sana "yardımcı" olmasını istiyorsun; ancak bunu yaparken kullandığın üslup o kadar kötü ki, karşındakinin evet demesi neredeyse imkansıza yakın.

İkinci başkan Ahmet Nur Çebi, Egemen'in sözleşmesindeki rakamları ödemekte zorlandıklarını belirterek, Egemen'in de indirime yanaşmamasına istinaden şu sözler ile geleceğini yorumladı: "Fenerbahçe, Egemen'i almak istiyorsa gelsin, Egemen de oraya gitmek istiyorsa, onlar da bize gelsin. Kız, bizim kızımız. Gelin, evden istenir. Babasından istenir. Ama duyuyorum, duyum tabi bunlar. Herkes, Beşiktaş nasıl olsa ödemez, kontratlar iptal olur, herkes bonservisini bedava alır, gider. Yok, biz kızlarımızı öyle kimseye yok pahasına falan vermeyi düşünmüyoruz. Çok gerekiyorsa, Egemen, bu paralarda 50xX (aldığı maç başına istinaden) dediğimizi almaz, biz onun kalbini kırarız, o da oturur kulübede bekler bizi."

Kulübün ikinci başkanı bunları söyledikten sonra Egemen'in Beşiktaş'ta forma giymeye devam edeceğini düşünen bir Beşiktaşlı var mıydı? Ben, bir taraftar olarak bu sözlerden rahatsızlık duymuş ve utanmışken, bu sözlerin muhattapı olan oyuncunun ne yapması bekleniyordu? Egemen, Beşiktaş'a gelmiş olmasından rahatsızlık duyduğum isimlerden biridir. Sebebi de geçmişte Bursaspor forması ile Şeref Bey koridorlarında yaptıklarıdır. Bunu asla unutmam, Beşiktaş formasını giyerken de unutmadım. 50 maç boyunca Beşiktaş formasını terletirken, sergilediği performansı da unutmam. Ve onunla bu şekilde yollarımızın ayrılışını da. Benim için fazlasıyla utanç vericidir. Beşiktaş, yollarını ayıracağı oyuncuyla bu çirkin dialoglar sonrasında değil, karşılıklı güzel temenniler ile ayrılmalıdır. Kaç senedir her hangi bir oyuncumuz ile iyi ayrıldığımızı, alacaklarına karşılık bonservisini vermediğimizi anımsamıyorum. YD yönetiminde de böyleydi, şu kısa süreçte de böyle. "Ama eski yönetimin maddi yanlışları yüzünden elimiz, kolumuz bağlı" denildiğinde hak veriyorum; fakat bunu çözmeye yönelik izlenen politikayı da eleştiriyorum.

İlk göreve gelinen zamanda yapılan açıklamalar ile yapılanları görünce tezat bir tavır sergiliyor yönetim. Şubelerde maddi küçülmeler, kaybedilecek, hatta uzun süre alınamayacak kupalar korkutmaz bizi. 15 sene şampiyonluğun gelmediği dönemde Baba Hakkı ne de güzel söylemiş: "Hasretlik, bizim nüfusumuzu arttırdı"  Hasret, korkutmaz bizi. Bizi, biz yapandır. Zihniyet küçülürse, kötü kültüre esir düşerse kaybeder Beşiktaş. Korkumuz da bu yöndedir. O yüzdendir bu çelişkiye itirazımız.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Kara Temmuz



Temmuz'u hiç sevmedik biz. Temmuz, hep en sevdiklerimizi elimizden aldı. Her Temmuz andıklarımıza bir yenisi ekleniyordu. Bugün de Temmuz yaptı yine yapacağını. 109 yıllık Beşiktaş'ın boynunu büktü sözde evlatları.

Her 2 isim de adları anıldığında sadece bu kareler ile hatırlanacak artık. Ben, sıradan bir  Beşiktaş taraftarıyım. Sıradan bir taraftar olarak asla unutmam bunu ve yaşatanlarını. Benim canım, ne kaçan şampiyonlukta, ne farklı mağlubiyette, ne içinde bulunduğumuz zor günlerde bu kadar yanmadı. Hep, bu da geçer, bunu da atlatırız dedim. Ama bugün canım çok yandı. Bir ömür unutmayacak, unutturmayacak kadar. 

Sadece bu iki isimi değil, bu isimleri el üstünde tutanları, tekrar görev verenleri, adını haykırıp, eleştirenleri ihanetle suçlayanları da unutmayacağız.

 Bundan sonra, kulüp binasının önünden geçmek bile nasip olmasın size.

2 Temmuz'u Unutmayız

Yumrukluyorum duvarları, yumrukluyorum kara gecenin bedenini
Ellerim kan içinde, nehirler taşmış yanaklarımda
37 can, 37 gül çatlamış susuzluktan Sivas'ın içinde
Nasıl uyku tutar gözlerimi
Döne döne samaha duranlar tutuştu önce
Sonra türküler sonra da şiir çığlıksız düştü türkülerin
Yanı başına
Sivas Sivas yiğitlik midir emanet cana kıymak
Yiğitlik midir bir tutam ışığı kör bıçakla güneşten koparıp
Karanlığa kuban etmek
Söyle hangi kitapta vardır elleri kolları bağlıyı yakmak
Var mıdır kardelen akınında bir avuç inciyi ateşte tutmak
loov
Böyle garip düştüğüme bakma, böyle mahsun durduğuma
Varsın ateşim suskunlukla beslensin
Benimde yüreğim gençliğini almış yanına yürür başı dik
Senin de dağların var Sivas senin de dağların
Dağlarında şahanların!