31 Ocak 2010 Pazar

Özet Budur !

''Alnı öpülecek Futbolcu
Eli öpülecek Başkan istiyoruz ! ''

Kim yapmışsa eline yüreğine sağlık.

Kangren


"Yarın sonuç ne olursa olsun Beşiktaş kazanacaktır. "
Bunu diyebilmeyi çok isterdim.

29 Ocak 2010 Cuma

Tat Vermiyor İnan


İnsan, bir umut diyor, başlıyor maçı izlemeye. Söz konusu Beşiktaş ise o umut hiç bitmiyor.

Olmayan bir penaltı ile gelen galibiyet. Penaltı olmasa biz gol falan atamazdık zaten. Ki oyuncular bunu da kanıtladılar.

Bu akşam sahada izlediğimiz oyuna ilk kez şahit olmuyoruz. Ne yazık ki sahada gördüğümüz şey, -ben, bunun adına futbol diyemiyorum- Beşiktaş'ın kimliği olma yolunda hızla ilerliyor. Beşiktaş, gün geçtikçe birbirinin aynısı kötü oyunlar sergilemeye devam ediyor. Yok canım, bir daha bu kadar kötü oynanamaz dedikten 1 hafta sonra, görüyorsunuz ki Beşiktaş o kadar kötü oynamayı tekrar beceriyor. Tekrar, tekrar, tekrar.

Ee peki geçen sene nasıl şampiyon olundu, bu oyuncular değil miydi şampiyon yapan gibisinden cümleler ise yanıtları görmeyi engelliyor. Beşiktaş'ın derdi çok, sistemi yok. Bir sistem yaratıp, onu aşılayacak kalitede hocası yok. Ve ne yazık ki yetenekli ve sorumluluk duygusu taşıyan futbolcusu az.

Beşiktaş'ın bünyesinde, Beşiktaş'ta oynayamayacak oyuncular var. Bunların kimisi hakikaten hiçbir şey yapmıyor. Misal: Nobre. Nobre'den konu açıldığında durduramıyorum kendimi. Aldığı ücret ile verimi kıyaslayınca korkutucu bir tablo çıkıyor ortaya. Bu tablo aynı zamanda Beşiktaş'ın ne kadar kötü yönetildiğinin kanıtı.

Beşiktaş'ta oynayamacak oyuncular grubunun bir başka versiyonu: Çok koşangiller. Bizim ülkede böyle bir anlayış da hakim. "Abi, tamam bir şey yapmıyor ama çok koşuyor, bak her topa basıyor." Ülkede kötü futbol ağırlıkta olduğu için, çok koşan adama kıymetli muamelesi yapıyoruz. Ara sıra göze hoş gelen 1-2 hareket de yaptığı zaman ondan kıymetlisi yok. Ben de bu hatayı yapıyorum. Ekrem'i seviyorum mesela. Ama Ekrem 'in Beşiktaş'ın oyuncusu olmadığını kabul ediyorum. ( Hadi bir itiraf, önceden kabul etmiyordum :) )

Üzülmez var mesela... Artık bıraksa, jübile yapsa dediğimiz. Bunu yapsa da kötü anılmasa. Üzülmez'i eleştirince de "vefa" yı sunuyorlar karşımıza. Benim bildiğim vefa ile Üzülmez'i anarken bahsedilen vefa aynı kavramlar değil. O yüzden bunun tartışmasına girmiyorum.

Gelip de gelişimlerini devam ettiremeyenler var mesela. Bunda sorumsuz olan sadece oyuncu değil, aynı zamanda takımın mevcut hocası ve teknik ekibi de sorumludur. Bu kategoriye Holosko'yu koyabiliriz. Geldiği zaman yarattığı heyecanı düşünüyorum, bir de az önce kaçırdığı golleri düşünüyorum. Topla hızlı hareket edebilen, bulunduğu kanatta rakibini eksiltebilen bir yapıya sahip olan Holosko için, Türkiye Ligi'nin genelini de göz önünde bulundurunca çok can yakar diye düşünüyorduk. Sonuç?? Sarsıcı bir can yakmaya henüz şahit olamadık. Anlık patlamalar ile idare ettik. Üstüne koydukları ve koymadıkları ortada. Bir futbolcu sakatlıktan çıktıktan sonra aksayabilir, bunlar çok doğal. Ama kimi pozisyonlar vardır, onun affı yoktur. Bu gece harcadığı pozisyonları görünce "nasıl" sorusu haliyle çıkmıyor akıldan. Ve biz Holosko ile sözleşme yeniledik. Sözleşme detaylarına göre önümüzdeki sene 1.750.000 (10 taksitte), bir sonraki sene 1.850.000 (10 taksitte), daha sonraki sene 2.000.000 (10 taksitte) ödenecekmiş, euro bazında. Holosko, bu parayı almak için ne yaptı ben bulamıyorum. Ya da herhangi bir başka kulüp, Holosko'ya bu parayı verir miydi? Verimsizliğiniz de bile böyle bir sözleşme imzalamayı başarıyorsanız, takdir edilmelisiniz.

Gelişimini devam ettiremeyenlerin açık ara farkla en önemli temsilcisi Serdar Özkan. 16 yaşında Luce'nin Şampiyonlar Ligi'nde kadroya aldığı adam. O'na dair dişe dokunur tek detay da bu sanırım. Tek bir cümle. Bu cümlenin yanına, başka cümleler ekleyemedi . Serdar, fiziği itibariyle 16 yaşında neyse şu anda da öyle. Pek bir farkı yok. Dış görünüş olarak saçını uzattı, onu fiziğinden sayabiliriz.

Tribal enfeksiyon hastalığından çıkamayıp, yediği serumlara rağmen iyileşmeyenler. Tello, 2 kupanın kazanıldığı sene başarılı bir sezon geçirdi. Her daim hareketli ve istekli oluşu, yaptığı hataların ve gereksiz topla oynama isteğinin sorun edilmemesini sağladı. Nobre ile yenilenen sözleşme sonrası, kendi maaşını düşününce saf mıyım ben diye düşündü. Hala o düşünce içerisinde ve oynamıyor. Başka da bir izahı yok. Takım arkadaşlarının hobbitlerden oluştuğunu düşündüğü için tüm kornerleri ön direğe ve bel seviyesinde ortalıyor. Frodo'nun gizli santraforumuz olduğu gün sağlam bir kafa golü bekliyorum.

Listeye eklenecek daha birçok oyuncunun olması beni üzüyor ve sinirlendiriyor. Çünkü liste bu var, bu da var, ee bu da var şeklinde ilerliyor. Şu anki görüntü de bu listenin her daim uzun kalacağını gösteriyor.

Takıma dair bu sıkıntılar dışında maçtan söz etmek gerekirse; en başta da dediğimiz gibi alakasız bir penaltı kazandık. Hakemin bir diğer yanlış kararı, Ömer'in Ernst'e yaptığı müdahaleyi sarı kartla değerlendirmeseydi. Gözünün önünde olan bir pozisyona bu kadar uzak kalması da ayrı bir meziyet.

Antalya yönetiminin belirlediği maç bileti fiyatları terbiyesizliktir. Para kazanayım da ne olursa olsun mantığı. Daha makul bir fiyat olsa hem tribünler dolacak, hem de atmosfer çok daha keyifli olacak.

Atmosferin keyifli olacağını dile getiriyor oluşum genel bir söylem. Genelde öyle olur. Antalya hariç. Beşiktaşlı oyuncuların sakatlık geçirdiği anlarda garip sesler çıkarıp, Beşiktaş'a küfür ederek gösterdikleri coşkuyu maçın genelinde de görmek isterdim. Yok biz protesto yüzünden sessizdik diyorsanız, Beşiktaş kısmında niye coştunuz?

Şifo Mehmet...Kıyafeti ile, hareketleri ile Fatih Terim'i andırdı, üzüldüm. Yanlış şeyler öğrenmişsin Şifo, başka şeyleri kapman gerekiyordu. Maç sonunda yanına gelen Zafer'i baştan savma bir kafa hareketi ile uğurlayan Şifo çok değişmiş.

Bu akşam sıkılan, yorulan, bıktım ulan diye söylenen herkes, hayat bulmak istiyorsanız:

Gerçek Beşiktaş, yarın saat 15:30'da Süleyman Seba Spor Salonu'nda olacak.


28 Ocak 2010 Perşembe

Manzara



Beşiktaş 31 Ocak günü Başkan'ını seçecek. Ve herşey değişecek mi ?
Demirören kalırsa ne yapacağız ? Beşiktaş'a küsüp kenara mı çekileceğiz ?
Ya da Aksu seçilirse herşey güllük gülistanlık mı olacak ?

Taraftarın adayı ve F.D zorlamasıyla imza kampanyaları başlatılan Altınsay.
Beşiktaş Camiasında tek bildiğimiz ve güvenebilebildiğimiz ismin sadece Altınsay olması biraz çelişkili değil mi ?


Ne Demirören Ne Aksu. Ne de katılmasa bile Altınsay.
Benim taraftar olarak adayım yok.
1 Şubat'ta kim gelirse gelsin onlardan gayrı aynı seveceğim Beşiktaş'ı.
Ama sormayın bana Demirören mi ? Aksu mu ? diye.
Beşiktaş tarihinin en yüz kızartıcısı sorusunu sormayın bana.
Çünkü tek cevabım Yazıklar olsun böyle Camia'ya.

Önümüzdeki Başkan'a şimdiden tezahuratlar yazalım da kalsın kenarda.

Vallahi yeter yeter
Billahi yeter yeter
Defol git artık Y.D
kanser ettin bizi yeter

2 sene oldu
Senin süren doldu
Yeter artık Aksu
Artık İstifa

Biraz daha ileriye taşıyalım kehanetlerimizi .
Y.D seçilirse önümüzdeki seçimde Başkan adayları ;
Y.D ve karşısında şimdi listesinde olan Ertunç Soğancıoğlu
Aksu seçilirse önümüzdeki seçimde Başkan adayları ;
Aksu ve şimdi listesinde olan Emre Berkin.
Beşiktaşa başkan adayı olmak için ilk kriter TÜSİAD üyesi olmak.

Hakeden kazansın-mış. Son bir soru ile bu umut dolu yazıyı sonlandıralım.
Bir daha ne zaman Beşiktaş'ta yetişmiş, yıllarca formasını giymiş ve jubilesini yapmış bir Başkanımız olur ?

Balibo



2009 yılında vizyona girmiş Avustralya yapımı bir film. Doğu Timor'da yaşananları anlatıyor.
Tamamıyla gerçek hikayenin anlatıldığı film belgesel özelliği taşıyor.

Doğu Timor neresidir ? 500 yıl kadar Portekiz kolonisi. 1974 yılında Portekiz'de Karanfil devrimi sonrası bağımsızlığı verilir. Ancak 1975 yılında bu sefer de Endonezya tarafından işgal edilir. 2000 yılına kadar Endonezya'nın 27. vilayeti olarak kalır. 2000 yılında tekrar bağımsızlığını ilan eder.

Film 1975 yılı Endonezya işgali öncesi ve sırasında yaşananları anlatıyor. 5 Avustralya'lı gazeteci işgal öncesi bölgedeki durumu haber yapmak için Doğu Timor'a gider. Bu 5 gazetecinin kaybolması üzerine bir yaşlı gazeteci (Roger East ) daha istemeyerek bölgeye gider. Onun bölgeye çağıran ve orada yaşanları haber yapmasını isteyen o zamanlar Doğu Timor Dışişleri başkanlığında çalışan Jose Ramos-Horta'dır.

Roger East Doğu Timor'da yaşananlardan çok 5 gazetecinin durumunu merak etmektedir. Ülkesinde ve dünyada burada yaşanan işgalin pek önemli olmadığını şu sözleriyle vurgular.
'' burada yüzbin kişi ölse arka sayfada küçük bir haber olarak yer alır ama 5 Avustralya'lı gazetecinin de kayıp olması bu haberi manşete taşır''. Roger 5 gazeteciyi ararken bir işgale tanıklık eder.

Filmi hem Roger East'ın gözünden hem de kayıp olan 5 gazetecinin gözünden görüyoruz. Bize tüm filmi anlatan ise Roger'in kaldığı otelden tanıştığı, o zamanlar 8 yaşında olan Juliana.

Hiç bilmediğim bir yer üzerine yapılmış bu filmi izlemeyi uzun zamandır erteliyordum.
Film sonrası biraz wiki'den biraz ekşi'den baktığımızda bu ülkenin kaderinin hala ''dert'' olduğunu görüyoruz. Bununda öncelikli sebeplerinden birinin '' petrol ''olması ne kadar enterasandır.

Jose Ramos-Horta şu anda ülkenin Başbakanı. Biraz araştırdığımızda yakın bir zamanda suikasta uğradığını öğreniyoruz. 2 sene önce kadar ülkede 6,3 şiddetinde deprem olmuş.
Filmin finali ile yazıyı finale bağlayalım. Arka jenerik akmaya başlarken sahilde futbol oynayan çocuklar görürüz. Biliriz ki futbol her nerede ve nasıl oynanıyorsa oynansın orada hayat güzeldir.
Sahillerinde futbol oynanan Doğu Timor Asya'nın ve Dünya'nın en fakir ülkelerinden biri.

İzlenmesi gereken bir film.

26 Ocak 2010 Salı

Kırık Kalpler Kulübü

Bu kadar boş ilk defa gördüm. Bunu da gördüm, daha ne olsun.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Beşiktaşımız'ın Yeni Sportif Teknik Direktörü: Metin Tekin


Bir gün Beşiktaş'ta görmeyi çok istiyorduk, çok istiyordum.

Hoş geldin Sarı Fırtına.

Efsanenin parçasıydın, yepyeni bir efsanenin başlangıcı olman dileğiyle.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Kısa Kısa

- Direnişteki Tekel işçilerini canlı yayından sürekli takip etmek için sendika.org'a girebilirsiniz.
Sokakta ateş başındalar şu anda.

- Ağca'yı takip etmek için ulusal kanallarımız yeterli hizmeti veriyor, daha iyi görüntüleyebilmek için bibirlerini eziyorlar. Ağca ise şöminesinin başındadır şu anda büyük ihtimal.

- Kertenkele Abdullah ile tanıdığım adam bir kertenkele gibi yaşamamayı seçerek kuyruğundan fazlasını adadı bu uğurda. Bugün anmasında Sırrı abi diye seslendiğim güzel insan anlamlı bir konuşma yapmış. ''her dilde arkadan vuran puşttur''.

- 320 milyondolarlık süper lig vergileriyle 400 küsur milyon euro. Tekel işçilerinin hakları doğrultusunda alacakları para senelik 15 milyon euro kadar. Buna direniştekiler ve direnemeyenler dahil. Kaliteli Süper lig - kalitesiz Tekel.

- Geçen haftanın Uykusuz kapağı. kapakta bir tip. balon 1 ''maalesef etnik ayrımcılık yapan arkadaşlarımız var'' balon 2 ''benim için kürdü, çingenesi, ermenisi, rumu hep bir'' balon 3 ''Hangisini Bulsam Saldırırım''

- Bir futbolcu deyimi artık önemini yitirdi '' akşama erman hoca yorumlar''.

- Geç kalmış bir isyan. Üründül paran kadar konuşma ! Bobo kadar başına taş düşsün. Nobre'yi paket yap evine götür. Tabata'yı nüfusuna geçir.

- Deli Deli Olma ve Karanlıktakiler hiç beklemediğim kadar iyi 2 yerli film. Özellikle Karanlıktakiler Çağan Irmak'ın izlediğim en iyi filmi diyebilirim.

- Türkiye'nin ilk Kısa Film Sinema Salonu, Nazım Hikmet Kültür Merkezi'n de açılıyor. Yılmaz Güney Sinema salonunda düzenli olarak kısa filmler gösterilecekmiş.

- Meteorolojinin bütün çabalarına rağmen İstanbul'a tutan bir kar yağmıyor.

- Doğumgünümde Denizli bana pasta yedirmedi. Üzülsem mi, sevinsem mi ?

19 Ocak 2010 Salı

Hrant Dink


"Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözü var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için..."


17 Ocak 2010 Pazar

Mutlu Seneler

Seni askere yollamadan önce İBB galibiyeti görebilir miyiz acaba diyordum. Yok kardeşim... Sen, git-gel, belki o zaman görürüz.

Seneye bu zamanlar Beşiktaş belki daha güzel olur. Belki, ha?

Doğum günün kutlu olsun, şu dilek hakkını iyi kullan gözünü seveyim.

14 Ocak 2010 Perşembe

Gökhan Zan'ın Türk Futboluna Katkıları


Matteo Ferrari ve Lucas Neill. Ancak Lucas konusunda tam emin değiliz, Demirkol hazretlerinin görüşleri ışığında aydınlanabiliriz. Belki de 5 Lucas bir Zan etmez.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Necip, Rıdvan, İsmail, Serdar, Batuhan, Korcan


Genç oyuncu nasıl tecrübe kazanır ?

Bana göre oynayarak kazanır. Kupa ve hazırlık maçlarında 90 dakika, lig maçlarında sonradan oyuna girerek.

Kapasitesi belli olan İnce düşüncelerin adamı Uğur ile başlamanın sonucunda kafadan kalende 2 gol gördün. Bunu yapan Necip olsaydı Beşiktaş'ta futbol hayatı bitmişti. Ki bitmişi var; Serdar Kurtuluş.

Ekrem ile ne bekte başarılı olabildin ne de hücumda etkili olabildin. Rıdvan'ı oynatsan en azından 3 posizyona girerdi Beşiktaş. Bek olarak Ekrem kadar başarılı olabilmesi için 2 top çalması yeterliydi. Ama ileri çıkışlarında tek top kaptırsaydı Rıdvan göremezdi bir daha forma yüzü. Göremeyeni var; Serdar Özkan.

Hoffenheim'in 3. kalecisi Ramazan Özcan. En iyi yaptığı şey degajlar. Boyu bile yetersiz. Hava toplarında başarısız. Denizli şöyle buyurmuş Ramazan'ın hataları için ''"Normaldir, ilk kez bir resmi maça çıkıyor. Takım arkadaşları ile mutlaka bir süreci birlikte geçirmesi lazım. Bunların hepsi, bir kaleci için futbolun içinde yaşanabilecek hadiseler". Aynı hadiseleri Korcan'ın yaşama lüksü yoktur. Çünkü o genç kalecidir. Tecrübesizdir.

Batuhan nasıl bir deli fişek ki bir türlü uslanamadı. Bu çocuğu karşınıza alıp kaç defa konuştunuz acaba. Konuştuysanız da büyük golcü Nobre'nin yedeği olmayı teklif etmişsinizdir. Nobre'nin yedeği olmayı ben bile kabullenemem.

Tello kadar toplara vuramaz mı Serdar Özkan ? Ondan daha fazla koşacağı ve top kapacağı zaten kesin. Ama Şili'li adamımız olmalı. Yabancı kontenjanını nasıl dolduracağız yoksa.

İsmail Köybaşı bugün ilk 18'de yoktu galiba. Tecrübeli genç yetenek Üzülmez varken gerek yok zaten. İsmail yetenekli oyuncu ama kulübede beklerken yeteneklerini köreltmeme konusunda ne kadar yetenekli bekleyip göreceğiz.


Denizli A2 takımdan neden oyuncu almıyor ?

10 Ocak 2010 Pazar

Bir Oyundan Daha Fazlası



Orjinal ismi ''More Than Just A Game'' olan 2007 yapımı film.

1960'lar Güney Afrikasında siyasi tutuklular Robben adasındaki hapishaneye gönderilir.
Kayaları çakıl, çakılları kum yapmaktan başka bir işleri olmayan tutuklular kendilerini uğraş olarak futbolu seçerler. Hapishane yönetimini ikna etmeleri pek kolay olmasada sonunda başarıya ulaşarak bir futbol topuna ve sahaya kavuşurlar. Çoğu futboldan anlamayan, topa vurmayı bilmeyen tutukluların olduğu hapishanede futbol'un ilk zamanları nasıl oynanacağını öğreterek geçer.

Yeterli sayıda topçu yetiştirildikten sonra takımlar kurulur. Takımlar arasındaki maçların seyir zevki yüksek oldukça futbol daha da popülerleşir. Daha fazla kişi bu oyuna dahil olmak ister. Yeni takımlar kurulur ve bununla birlikte bir lig statüsü oluşturulur. Önclikle maçlara Hakemlerde dahil edilir. Ligin kuralları Fifa'yı esas alır. Kuralları olan bir futbol liginin fedarasyonuda olmalıdır. Makana futbol Fedarasyonu tutuklular arasından seçilen kişiler tarafından kurulur. Fedarasyon her takımın başkası olmasını ister. Her takım futbolcuları kendi başkanlarını seçer.

Fedarasyon'a dahil 3 lig ve 8 takım vardır. Tabi ki taraftar gruplarıda oluşmaya başlar. Rekabet artar. Hakemlere itirazlar başlar. Siyasi tutuklular uğraş olsun diye giriştikleri futbola olan ilgilerini o denli arttırırlar ki siyasete olan ilgileri sekteye uğrar. Daha az sosyalizm daha fazla futbol olunca tartışmalar başlar. Hem ofsayt olan hem de elle atılmış bir gol sonrası 5 aylık bir dava süreci başlar.

1960'lardan başlayıp 1970'lere kadar devam eden bu süreçte futbolculuğu bırakıp yöneticilik-hakemlik-teknik direktörlük yapanlar oluyor. Film davaya konu olan maçta taraflardan birinin diğerinden özür dilemesi ile finale bağlıyor. Böyle tutkulu bir ligin olduğu hapishanede en zor durum ise tutukluluk süresi bitenlerin hapishaneden çıkışları oluyor. Mahkumlardan biri durumu şöyle açıklıyor '' biz orada çok fazla acı çekmedik hatta eğlendik bile diyebiliriz acıyı ailelerimiz çekti.''

Filmimiz gerçek hikayeden uyarlama. Belgesel sinema türünde olan yapımda o dönemki tutuklularla yapılan röportajlar şeklinde ilerliyor.

2007 yılında Fifa, Makana futbol Fedarasyonu'na Onur Üyesi Ödülünü layık görmüş.
Film 2010 Dünya kupasının Güney Afrika'da yapılacağının belli olduğu anda ki çeşitli şehir ve ülkelerde ki sevinçler eşliğinde bitiyor.

8 Ocak 2010 Cuma

Sen olmasan Biz ne yapardık ?

-Borcumuz 170 milyon TL. Marka değerimiz 1 milyar dolar
İyiymiş. Senin sayende o marka değeri oluştu.

-İnönü Stadı'nı 120 milyon Euro'ya yapacağız. Yap işlet devret modeli ile yapacağımız stadımızdan 50 milyon dolar gelir bekliyoruz.

Evet inanıyorum. Aslında hepten satsak daha kar ederiz.

-Benim yönetimimde 60 milyon dolar amatör branşlara gitti. Amatörlerin bir kuruş girdisi olmadığından, kulübe ağır bir yük getiriyor. Sponsorlara vermemiz şart.
Kapat gitsin yahu. Hentbolmüş, voleybolmüş, basketbolmüş salla gitsin.

-Del Bosque davasını, haklı iken kaybettik.
Evet Sen haklısın başkan. Biz göndermek istemedik kendi gitti.

-Beşiktaş, transferde çok hata yaptı, aldığı bir çok oyuncudan faydalanamadı diyorlar. Bu takım 6 senede 5 kupa aldı. Bunları kimse söylemiyor
İ.ne basın işte.

7 Ocak 2010 Perşembe

Gerçek Beşiktaş


Hentbol maçlarına bir kere gidenler, Müfit Hoca ile iki dakikada olsa sohbet etme şansını elde edenler "Gerçek Beşiktaş" farkını hemen anlayacaklardır.

Hocam çok başkasın.

Röportaj için :

SonBarikat
SonBarikat Blog

5 Ocak 2010 Salı

Şöför Erkan ve Şakir

Bu bizim takımın şöförü Erkan Zengin. Tıka basa doldurmuş aracı. Kendisiyle birlikte 12 kişi var.


Burda ise Şakir var. Onun arkasında ise Kupa şampiyonu Beşiktaş.

1 Ocak 2010 Cuma

Beşiktaşım Benim...#8 ( 4 Kasım 2003 Beşiktaş - Sparta Prag)



Epey zaman oldu, seriye devam edelim.

2003-2004 Şampiyonlar Ligi Grup maçları. Lazio, Chelsea, Sparta Prag ile aynı gruptayız. Stanford Bridge'de alınan galibiyet ve o maçın rövanşının son dakikalarında, ekranın sağ alt köşesindeki görüntü ile yıkıldığımız an. Bunlar da ayrı birer Beşiktaşım Benim konusu.

Deplasmanda oynanan maçı 2-1 kaybetmiştik. Ahmet Dursun'un maç boyunca dünyaları kaçırdığı maç olarak kalmıştır aklımda. O maçı kaybedince, evimizdeki maç daha anlamlı hale gelmişti.

Cordoba, Ahmet Yıldırım, Zago, Ronaldo, Tayfur, Guinti, Kaan Dobra, İbrahim Üzülmez, Pancu, Sergen, İlhan Mansız. En sevdiğim formalarımızdan biri ile sahadayız.

Kapalı tribün localı hale gelmiş. O eski büyülü görüntüsünden uzak. Bu olumsuzluğa rağmen tribünler o gün harikaydı. Maçın ilk dakikasından itibaren yüklenmiştik. Bir türlü erken bulamadık golü. Gol geciktikçe sıkıntı arttı. Son 10 dakikaya girdiğimizde, böyle biterse yazık olacak dediğimiz anda Sergen'in harika ortası, Ronaldo'nun doğru zamanda, doğru yerde oluşu : Gol!

Öyle bir rahatlama anıydı ki, Beşiktaşlı olmayan çoğu kişi bile nihayet demiştir. Gol sevinci de bir o kadar güzeldi. Golün olduğu anda İlhan'ın hareket etmeden tek başına sevinmesi olduğu yerde, ardından tüm takımın Ronaldo'yu kalenin içinden çıkarmaması. Sevmişimdir her zaman gole yakın olan stoperleri.

İlginç bir gruptu vesselam. Hem çok sevindik, hem çok üzüldük.

Arşive katmak isteyenler için:

Beşiktaş - Sparta Prag ( 4 Kasım 2003 )