31 Mart 2012 Cumartesi

Bak, Beyim. Sana İki Çift Lafım Var.


Bak, beyim. Sana iki çift lafım var. Koskoca bakansın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Yüzlerce kişi çalışıyor emrinde. Dudağından çıkan tek bir kelime ile halloluyor her şey. Yakışır mı sana Beşiktaş ile uğraşmak? Yakışır mı bunca sevdalıyı mabedsiz bırakmak. Ama nasıl yakışmaz? Sen değil misin çıkarları uğruna yolunu değiştiren? Sen değil misin Allianoi, Hasankeyf denildiğinde duymamış gibi yapan? Sen değil misin Gökkafes'e, Swiss'e ses çıkarmayan? Anlamıyor musun beyim, bu taraftar burayı seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Hayatı boyunca inandığı şeyin peşinden gitmeyip, yön değiştiren adama sevdadan söz ediyorum. Hıh, sen, büyük bakan, mevki sahibi, kültür bakanı Ertuğrul Günay! Sen mi büyüksün? Hayır! Ben, büyüğüm! Ben, Beşiktaş! Sen, benim yanımda bir hiçsin anlıyor musun, bir hiç. Gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil. Ne taraftarıma, ne de stadıma hiçbir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla, pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler, birbirimizi seviyoruz. Biz, bir aileyiz. Güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme. Dokunma artık stadıma. Dokunma artık taraftarıma. Eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Beşiktaş. Hiç düşünmeden kayarım Dolmabahçe'ye anlıyor musun? Kayarım ve dönüp arkama bakmam bile!

Münir Özkul'a saygı ve sevgilerimizle.

29 Mart 2012 Perşembe

Şeref Bey Stadı Bizimdir II

Beşiktaş sayesinde tanıdığım güzel adamlardan, arkadaşım, arkeolog Hüseyin Yıldırım, Ertuğrul Günay'ın "yapı bozuluyor"una hoş bir yanıt yazdı. Bizler için manevi kıymeti yüksek olan Şeref Bey Stadyumu'nun durumunu bir de bilir kişiden öğrenelim:

"Çocukken.. Aslında yazıma bu kelime ile başlamak istedim fakat beceremedim. Yazıp, sildim; yazıp, sildim. O yıllara dair aklımda kalan anıların teker teker silindiğini fark etmek, bende önce "yaşlanıyor muyum acaba" endişesi yarattı. Yaşlılıkla ilgili olmadığını anladım; ama keşke anlamasaydım da yaşlılığımdan kaynaklanıyor diye düşünmeye devam etseydim. O çocukluğumdan kalan güzel anıların hepsi yok oluyor, evet; ama bu sorun benim hafızamla ilgili değil, sorun bende o güzel anıları yaratan değerlerin teker teker silinip gitmesi. Örneğin, çocukluğumun geçtiği mahallede Mahmut Amcanın bakkalı yok artık. Yerinde süpermarket var ya da Fatma Teyzelerin içi meyve ağacı dolu olan bahçesi.. Orada da 8 katlı koca bir apartman var, üstelik bahçesi de yok..

Bunları bana düşündürten şey, çocukluk anılarımın en güzel yerinde duran Şeref Bey Stadı için çıkan "yıkılacak mı ?" tartışmaları oldu. Senelerdir sürüp giden bu tartışmalarda hemen her ihtimal kendine taraftar topladı. Siz, hangi ihtimale karşı çıksanız karşınızda o ihtimali savunan birini buluyorsunuz. Ya da tam tersi. Hangi ihtimali savunsanız, birileri muhakkak o ihtimale karşı çıkıyor. Geçtiğimiz ay, Suat Kılıç'ın yaptığı “Beşiktaş'ın stadı Beşiktaş'ın semtinden koparılmamalı” tadındaki açıklamaları yüreklere su serpmişken, Ertuğrul Günay'ın "tarihi dokuyu bozuyor" ve "altında tüneller var" açıklamaları yeniden endişelenmemize vesile oldu. Kültür Bakanı'nın "altında tüneller var" söylemi doğru. Dolmabahçe Sarayı yapılırken, tepelerden gelecek suların saraya zarar vermemesi için bu tüneller inşaa edilmiş ve stadın ilk yapıldığı dönemlerde bu tünellerin bir kısmı da zarar görmüştür. Bunların hepsinde sayın bakanla hemfikiriz. Fakat bakanın hesaplayamadığı bir şey var. Şeref Bey Stadı’nın özellikle eski açık tribünü artık tarihi eser niteliğindedir. Arkeolojinin olmazsa olmazı, bir bölgede kazı yaparken, başka bir tarihi değere zarar vermeden kazı yapmaktır. Sayın bakan "biz buradaki tünelleri koruyacağız" derken, acaba başka bir tarihi esere zarar verileceğinin farkında değil midir ?

İkinci olarak, arkeoloji bilimi bugünkü modern kazı tekniklerini altmışlı yılların sonlarından itibaren kullanmaya başlamıştır. Stadın yapıldığı otuzlu yılların sonunda bugünkü gibi arkeoloji bilinci mevcut değildir. Kazılar, daha çok bilimsel veri elde etmek yerine değerli şeyler bulmak amacıyla yürütülmektedir. Yani stadı tünellerin üstüne yaptı diye kimse suçlanamaz, çünkü bugünkü bilinç düzeyi yoktur. Nasıl ki Fatih Sultan Mehmet'e Topkapı Sarayı’nı tam da Bizans Sarayı üzerine inşa ettirdi diye kızma şansımız yoksa, bu stat tünellerin üstünde diye dönemin yetkililerine de kızma şansımız yoktur. Aynı zamanda alttaki Bizans Sarayı’nı ortaya çıkaracağız diye, Topkapı Sarayı’nı yıkamayacağınız gibi tünelleri ortaya çıkaracağız diye stadı yıkamazsınız.

Bakanın ikinci iddiası ise, stadın tarihi dokuyu bozduğu iddiasıdır ki bu tamamen asılsızdır. Cumhuriyet döneminden seksenli yıllara kadar, yani ülkemizde neo-liberal saldırıların bu kadar yoğun yaşanmadığı dönemlerde yapılan mimari eserlere dikkat edilirse, şehrin dokusunun korunmaya çalıştığı açıkça görülmektedir. Örneğin İMÇ Çarşısı, Süleymaniye Camii'nin siluetini bozmayacak şekilde inşa edilmiştir ya da GATA Hastanesi, bugün Haydarpaşa Hukuk Fakültesi olarak kullanılan binaya zarar vermeden inşa edilmiştir. Şeref Bey Stadı’nın da aynı şekilde çevreye ve tarihi dokuya zarar vermeden inşa edilmesine dikkat edilmiştir. Şeref Bey Stadyumu’nun mimarı olan Paolo Vietti Violi İtalyan asıllıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, uluslaşma sürecine giren İtalya, Mussolini dönemi ile birlikte Roma kökenine daha fazla sahip çıkmış ve Roma'ya ait tüm eserlerin korunmasına azami gayret göstermiştir. Böyle bir eğitimden geçen mimar Violi, stat planını çizerken, stadın çevresindeki hiçbir tarihi yapıya zarar vermemeye azami gayret göstermiştir. Mesela stad Dolmabahçe Sarayı’ndan, saat kulesinden ya da camisinden daha yüksek değildir. Bugün bile Üsküdar'dan Kabataş'a deniz yoluyla geçerken, stadı fark edebilmeniz için Kabataş sahiline kadar gelmeniz gerekmektedir. Sizi o sahilde ilk olarak saray, cami, ve saat kulesi karşılar. Stadı fark ettiğinizde çoktan karaya ayak basmış olursunuz.

Yukarıdaki paragrafta, deniz üzerindeyken Dolmabahçe tarafına baktığınızda görebileceğiniz eserlerden bahsettim. İtiraf ediyorum, yanıldım. Sizi karşılayacak olan asıl eserler Gökkafes ve Swissotel isimli mimari ! harikalarıdır. Sarayın arkasından bir ucube gibi yükselirler. Üstelik Gökkafes hakkında senelerdir uygulanmayan bir yıkım kararı da mevcuttur. Şimdi bu örnekler dururken, gözünüzü stada dikerseniz, kusura bakmayın sayın bakan ama biz samimiyetinizden şüpheye düşeriz. Ben bir arkeolog ve bir Beşiktaş taraftarı olarak diyorum ki: Siz, Swiss Otel ve Gökkafes'i tarihi dokuya zarar veriyor gerekçesiyle yıktığınız gün, biz sizinle yeniden bu konuyu tartışacağız. Üstelik bu kez samimiyetinizden emin olduğumuz için bizi ikna etmeniz çok daha kolay. Fakat o güne kadar lütfen bizi çocukluk anılarımızla başbaşa bırakın."

28 Mart 2012 Çarşamba

Şeref Bey Stadı Bizimdir








Sayın Günay, şöyle bir baksın. Tarihi yapıya zarar veren, kayan kimmiş acaba? Dokuyu acaba hangi yapılar bozuyor? Ha yok hala ısrar ediyorsa, biz kayacağımız yeri iyi biliriz.

26 Mart 2012 Pazartesi

Şeref Bey'in Huzurunda Merhaba


Bizim için ışık var mı? Yoksa o umut çoktan bitti mi? Bu saatten sonra kim, bizi ne kadar temsil eder? Ne kadar tatmin eder? Hepsi muamma.

Lakin seneler sonra bu görüntünün de mutlu ettiği, hüzünlendirdiği aşikar. Beşiktaş'ın başında olup, sözüm ona Beşiktaş'ı temsil edenler unutmuştu Şeref Bey'i. Halbuki biz sezonu onun mezarı başında açardık. Bu kulübe gelenler, onu ziyaret ederdi önce, tanışırlardı. Birkaç senedir taraftardan başka kimse hatırlamaz, anmaz oldu Şeref Bey'i.

Bugün yeni başkanımız Fikret Orman, yönetimdeki arkadaşları ile Şeref Bey'i ziyaret etmiş. Biz, buna inanmak istiyoruz. Bu inanmaya her zamankinden çok ihtiyacımız var.

Huzur içinde uyuyor mudur Şeref Bey, bilmeyiz. Ama bugün mutlu olmuştur. Bundan da eminiz.

1 Mart 2012 Perşembe

Sen Çok Yaşa Beşiktaş


Beyaz hikayelerimiz çok bizim. Evlatlara, kardeşlere, yeğenlere keyifle anlatılacak hikayeler. Bu hikayelerin önceliği sportif başarı değil. İnsanı duygulandıran, sevinçten ağlatan, hüzünden güçlendiren hikayeler. Bu hikayeler Beşiktaşlı yaptı bizleri. Anlatılanlar, sonrasında da birebir yaşananlar büyüttü bu tutkuyu.

8 sene boyunca da bol bol siyah hikaye koyduk cebimize. Öyle ağırdı ki, taşımak çok zordu. Taşımayı bırakıp, gidenler oldu. Yük, daha da ağırlaştı. Ağırlaştıkça göğüs sıkıştı, nefes daraldı. Yükün ucundan tutan yandakine bakınca, ondaki direnç paylaşıldı. Anlaşıldı ki bir ömür sürse bu yürek ağrısı, yanındaki olduğu sürece taşınacak. Anlaşıldı ki ağrı, acı paylaşıldığı için ve vazgeçilmediği için beyaz hikayeler her zaman çok olacak.

Dertlerin, sevinçlerinle Kartalım nice senelere.