12 Nisan 2016 Salı

Eve Dönemeyenlerin Hikayesi



Bu da bizim hikayemiz, eve dönemeyenlerin hikayesi. 

Not: Büyük emeği için Recep'e sonsuz teşekkürler.

1947 - 2016


23/11/1947
Beşiktaş - AIK Stockholm (2-3)
Süleyman Seba
*
11/04/2016
Beşiktaş - Bursaspor (3-2)
Mario Gomez



 

9 Nisan 2016 Cumartesi

Geleceğin Sol Açığı



"Oğlumu özgür bırakacağız seçim konusunda. 
İster Beşiktaş'ı seçer, ister Kara Kartal'ı seçer, 
ister Siyah-Beyaz'ı, ister çArşı'yı."

5 Nisan 2016 Salı

Süleyman Seba 90 Yaşında



Süleyman, bir yandan Kabataş Erkek Lisesi futbol takımında bir yandan da Beşiktaş genç takımında top koşturuyordu. Eve pestili çıkmış, ölesiye yorgun geliyor, yatağa sürünerek gidiyordu. Ders­ler aksamaya başlamıştı. Hocalarının hoşgörüsü ve arkadaşlarının çalıştırdığı derslerle açığım kapatmaya çalışıyor, babasına mah­cup olmamak için elinden geleni yapıyordu. Aynı zamanda okul arkadaşı olan Mesut Arda, Süleyman’ın hiç ikmale kalmadığını anlıyordu. "Beş al geç” talebesiydi.

Genç takımda sadece futbolu İle değil, efendiliği ve uyum­lu kişiliği ile takdir topluyordu. Lisedeki takım arkadaşlarından Nazım Özbay ile genç takımda da beraberdi. “Lawton” lakaplı santrafor Suphi Ural ile Kabataş’ın gol makinesi oluvermişlerdi. Üç arkadaş bir araya geldiğinde, beraber A takımda oynayacakla­rı günün hayalini kuruyordu.

Ancak bir sabah, Lawton Suphi geldiğinde ikisini bir kenara çekti. Fenerbahçe ye gidiyorum’ dedi. Süleyman ve Nazım sev­gili arkadaşları için sevinmişti. Fenerbahçe de güzide bir kulüp­tü. Nazım, " genç takımına mı” diye sorduğunda, aldıkları yanıt daha da mutlu etmişti. A takımına santrafor olarak gidiyordu. Birbirlerinden ayrılacakları için üzgün ama bir hayali gerçek kıl­manın heyecanı ile beraberce kutlama yaptılar.

Aslında tarihi bir dönemdi. 1936’da “öğrencilerin spor kulüplerine üye olması yasaklanmış, o nedenle de futbol kulüpleri öz kaynak düzeninde sıkıntıya girmişti. Beşiktaş ise, yasağa rağ­men genç takımını korumayı tercih ermişti. Bu yasağın 1943’ten itibaren kaldırılması ile birlikte futbol kulüpleri, özellikle lise futbol takımlarını mercek altına almış ve eksiklerini bu mecra­dan tamamlamak İstemişti. Kabataş’ın santraforu da listenin ilk sırasındaydı.

Ama Süleyman’ın aklının ucundan başka takımda oynamak geçmiyordu. O “Beşiktaş’ın çocuğuydu. Öyle de kalmak istiyor­du. Beşiktaş genç takımına seçilmesinin üzerinden henüz bir yıl geçmeden takımın kaptanlığını üstlendi. Takım arkadaşı Nazım Özbay, ona “hadi bakalım Süleyman, uzun bir yolculuğa başlıyorsun. Beşiktaş’ın genç takım kaptanlığı sadece bir başlangıçtır. Dansı A takımının başına dediğinde genç Süleyman, mahcubi­yetle başım öne eğmiş ve sadece “bu şeref bana yeter” demişti.

Büyükleri ona güveniyor, o da bu güveni boşa çıkarmıyordu. Şimdi, takım kaptanı olması nedeniyle bambaşka sorumluluklar da yüklemişti. Geceleri, uykusuz derslerine çalışıyordu. “Beşiktaş genç takım kaptanı sınıfta kaldı dedirtmemeliydi. Arkadaşlarına örnek olmak için çaba gösteriyor, giyimine ve konuşmasına ona göre hassasiyet gösteriyordu. Arkadaşlarıyla geliştirdiği dostluk ortamı, takımın başarısına da yansımıştı. Bir defasında, tüm takı­mı evinde ağırlamış ve annesi Nazlı Hanım, hepsine Çerkeş tavu­ğu ikram etmişti. O yıl, Beşiktaş genç takımı İstanbul şampiyonu oldu. Süleyman, şampiyonluk kupasını kaldırdığında, başarıya aç ve inançlı o gencin tutkusunu Beşiktaş yöneticileri de fark etmişti. Hayırla yad edilen yıllardı. Beşiktaş, Ortaköy arasında sadece iki kahvehane vardı. Bir tanesinde yöneticiler oturur soh­bet ederdi. Oyuncular, o kahvehaneye girmek bir yana önünden geçerken bile kılığına kıyafetine dikkat etmek zorundaydı.

Süleyman Seba, üç yıl Beşiktaş genç takımında oynadı. Genç takımda onu en çok öne çıkaran olay, Fenerbahçe genç takımı ile yapılan maçlarda rakibin âdeta “belâlısı’ na dönüşmesiydi. Sü­leyman, bu maçlarda Fenerbahçe’ye tam 7 gol attı. Ezeli rakibe attığı bu goller nedeniyle yıldızı parlamış, konuşulur olmuştu.

Kabataş’ı bitirdiğinde bir kez daha yol ayrımındaydı. Babası bir kez daha suskunlukla tercihini yapmasını bekledi. Süleyman kendi deyişiyle “el pençe divan durduğum babamın dediklerini sadece futbol için yapmadım” diyecekti. Tercihini bir kez daha Beşiktaş’tan yana kullandı. Ancak, babasının da dileğini ger­çekleştirmek için şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi’nin Fransız Filolojisi bölümüne kaydını yaptırdı. Henüz ortaokul yılların­dayken hayallerini, Deniz harp Okulunda okumak ve o bem­beyaz üniformasıyla çakı gibi bir denizci subayı olmak süslerdi. Ama futbol yaşamını kökten değiştirmiş, hiç bir sevgi ve hayal Beşiktaş’ın ötesine geçememişti.


 1945 yılında A takım ile antrenmanlara çıkmaya başladı, ilk antrenmana başladığında ayak ölçüsü alındı. O yıllarda takımın futbolcuya en önemli katkısı, verilen krampondu. Bu kramponu da oyuncunun ayak ölçülerine uygun biçimde, bir Rum ayakkabıcı tarafından imal edilirdi. Süleyman Ölçüyü verdikten sonra Hakkı Kaptanın onu yanma çağırdığım gördü. Hakkı Kaptan, bu “kendi kumaşından” genci çok sevmiş, Özel olarak antrenmanlarda onunla ilgilenmeye başlamıştı. Kıvrak, çalımcı ve inatçı karakteriyle ideal bir topçu bulduğunun bilincindeydi. Süleyman gözünü formaya dikmişti. A takımı oyuncularından Ethem Karpat, bu hırslı ve gözü pek genci beğeniyle takip edi­yordu. Özellikle, attığı çalımlarla Karpac’ın takdirini kazanmıştı. Takımda, Hakkı Kaptan gibi karizmatik bir liderden çok şey öğ­rendi. Hepsi Hakkı Kaptan a saygıda kusur etmezdi. O ve takı­mın ağabeyleri antrenman sonrası duşa girdiğinde -ki, sadece iki taneydi- diğerleri saygıda kusur etmemek için dışarıda beklerdi.

Bir defasında, takımın genç oyuncuları hevesle Kristal Gazinosu na gitmeye karar verdi. O yıllarda Kristal Gazinosu bugün Tarlabaşı Bulvarının bulunduğu yerde, anıta nazır daire yayı şeklinde bir yapıydı. Döneminin en önde gelen Türk Sanat Musikisi sanatçıları, bu gazinoda sahne alırdı. Safîye Ayla, Ha­miyet Yüceses ve Müzeyyen Senar bu gazinonun sanatçıları ara­sındaydı. Süleyman da arkadaşlarıyla gazinoda felekten bir gün çalmaya karar vermişti.

Gazinodan içeri girdiklerinde garsonlar Beşiktaş’ın genç ye­teneklerini hemen tanıdı. Hevesle “Hakkı Kaptan ve diğerleri de burada. Masayı büyültelim siz de öne geçin” diyerek hareket­lendi. Süleyman ve arkadaşları birbirlerine bakarak kalakalmış». İçlerinden biri bizim Hakkı Kaptan mı? Başka kim var?” diye sordu. Beşiktaş’ın bütün “ağabeyleri” ön masadaydı. Çekinerek kendi aralarında “girsek mi” tartışmasından sonra garsona “bize arkalarda bir masa verin” dediler. Eğlencenin de adabı vardı. Ka­çamak bakışlarla ağabeylerden yana bakarak, keyifle Hamiyet Yüceses’i dinlediler. Gecenin sonuna doğru hesabı istediklerinde, garson “ödendi” dedi. Hakkı Kaptan arkada oturan kardeşlerin­den haberdar olmuş, hesabı kapatmıştı

 ***** 

Hakkı Kaptan, henüz Kabataş yıllarından itibaren Beşiktaş’a ça­ğırdığı, antrenmanlarda gözünü hiç ayırmadığı, saygısı ve teva­zuu ile kendine benzettiği Süleyman’ın gelişiminde en önemli rolü oynayan isimlerden biriydi.

Artık, A takıma yükselmesi gerektiğini yine o kararlaştırdı. A takımda oynama sorumluluğunu verdiğinde, tutkulu ve enerjisi­ni sonuna kadar kullanması gerektiği konusundaki ilk uyarıyı o yaptı. Seba, yaşamı boyunca Hakkı Kaptana olan hürmeti ve liya­katini korudu. Öyle ki, hangi yaşta olursa olsun Hakla Kaptanın olduğu yerde yine o genç takımdaki Seba oluveriyordu. Sonraki yıllarda, Hakkı Kaptan la birlikte İdealist Grup’un oluşturulması ve ilkelerinin belirlenmesinde beraber hareket ettiler.

Hakkı Kaptanın başkanlığını yaptığı yönetimlerde yer aldı. Sonraki yıllarda, Beşiktaş Başkanlığı yaptığı dönemlerde ise Baba Hakkı’nın görüş ve düşüncelerini başarının ölçütü olarak gördü. Beşiktaş’a bir tesis ya da hizmet gerçekleştirdiğinde gururla ve aynı heyecanı duyacağını bildiği için ilk Hakkı Kaptan la paylaş­tı. İşte, böylesi bir günün sonunda Beşiktaş tarihinde bir geleneği temsil eden o fotoğraf çekildi.



Hakkı Kaptan'ın Süleyman Seba’yı alnından öptüğü o fotoğ­rafı, İlyas Namoğlu çekti. O gün Hakkı Kaptan, Başkan Seba’nın Akatlar ’da Beşiktaş için bir yatırım yaptığını öğrenmişti. “Sü­leyman bir şeyler yapıyormuşsun Levent’in oralarda dediğinde Seba, İştiyakla tesisi gezdirmek istedi. Hep birlikte, bugün Çilek­li tesislerinin olduğu araziye gittiler. Seba, heyecanla yapılacak olan tesisi anlatıyordu. Baba Hakkı, yapılacak tesisin maketini dikkatle inceledikten sonra, “Süleyman büyük işler yapıyorsun. Benim yapamadıklarımı gerçekleştiriyorsun, gel seni alnından öpeyim” deyiverdi.

Namoğlu bu ölümsüz anı fotoğrafladı. Seba’nın ikinci dö­nemiydi. Önceki seçimi kaybeden Mehmet Üstünkaya, bir kez daha şansını denemek için aday olmaya hazırlanıyordu. Ancak,o fotoğraf, Seba’nın gelenek ve değerlerle buluştuğu o an, gaze­telerde yayınlandığında Üstünkaya taraftarları, “bize, o fotoğraf seçim kaybettirdi” diyecekti. Bugün o fotoğraf, Beşiktaş müzesi­nin en müstesna yerinde sergileniyor.

Kaynak: Beşiktaş'ın Dervişi Süleyman Seba / Rıdvan Akar

4 Nisan 2016 Pazartesi

113 > Vodafone


2007 yazına girmek üzereyken, küçük bir grup Beşiktaş taraftarı, o dönem için stadın adıyla ilgili sponsorluk haberleri üzerine tepkisini ortaya koymuştu. Kulübün önünde ve Beleştepe'de açılan pankartta "Sponsora Gerek Yok Şerefimiz Yeter" yazıyordu. Küçük bir grubun öncülük ettiği bu söylem, kısa sürede Beşiktaş taraftarının yüksek sesi olmayı başarmıştı. Senelerdir stadın isminin "Şeref Bey" olarak değişmesini bekleyen bizlerin başka bir isme, hele bir sponsor ismine hiç tahammülü yoktu.


Ne yazık ki köprünün altından çok sular aktı. Bizler, o suların yönünü değiştirmeyi pek beceremedik. Fikret Orman başkanlığındaki yönetim de YD'den maddi anlamda gerçekten bir enkaz devralmıştı. Günümüz şartları da buna eklenince Beşiktaş'ın stat yenilmesinde sponsor kaçınılmaz oldu. Beşiktaş yönetimi, Vodafone ile Türk spor tarihinin en büyük anlaşmalarından birine imza attı. Yapılan anlaşma gereği stadın isim hakkı da 15 seneyle sponsorun oldu.

Vodafone, anlaşmanın imzalandığı günle birlikte Beşiktaş taraftarı ile ilişkilerini sıkı tutmaya çalıştı. Stadımız ile aramızdaki özel bağın farkındalardı ve "duygusal" dokunuşlar ile kısa sürede bizlerle aralarında bir iletişim oluştu. Öyle ki taraftar değil Şeref Bey Stadı demeyi, İnönü demeyi bile bıraktı. Yapılan sohbetlerde özlenen ev olarak Vodafone Arena bahsedilmeye başlandı. Yönetim yapmış olduğu sözleşme gereği zaten bu isme ilk günden evet demişti; ancak taraftarın kısa sürede içselleştirmesini pek anlayamıyorum. 

Stadın bitmesine sayıı günler kaldıkça sponsor isminin Beşiktaş'ın önüne geçmesinden ve dilediğimi yaparım havasına bürünmesinden son derece rahatsızım. Vodafone geçtiğimiz günlerde Anılar Sahada diye bir internet sayfasını yayına soktu. Sayfanın girişinde "Beşiktaş'ın Unutulmaz Anıları Vodafone Arena'da Yeniden Sahneye Çıkıyor" yazıyor. Siteye girdiğinizde sizi karşılayan bölümlerden birisi 3 Mayıs 1972'de Pele'nin forma giydiği Santos ile Fenerbahçe'nin karşılaşması. Bu maçın Beşiktaş'ın unutulmaz anıları ile ilgisi, bağı nedir acaba? Evet, İnönü Stadı Türk futbol tarihinde simge bir stattır; lakin konumuz Beşiktaş'ın unutulmaz anıları ve ben bizi zerre ilgilendirmeyen bir maç ile anekdot görmek istemiyorum. Hele ki kulübüm hakkında her fırsatta küçümseyici ifadeler kullanmaktan çekinmeyen bir kulüp hakkında asla.

Açılışa 11 gün kala, sponsorun başka bir çalışması geldi. Büyük kavuşmaya x gün kaldı denilerek, o forma numarası ile özdeşleşmiş Beşiktaşlı oyuncu ile selam çakıldı. Kolay iş değil. Beşktaş'ın 113 yıllık tarihinde formamızı terleten 700'ün üzerinde oyuncu bulunmakta. Formamızı giyme şerefine erişmiş oyuncular arasında nice isim de sadece elde ettikleri başarılar değil, aynı zamanda formamızı giyerken ve sonrasında da sergiledikleri örnek sporcu tavırları ile bizler için efsane mertebesine ulaştılar. Öyle ki bizler 100. yılımızda yapılan anket sonucunda altın, gümüş ve bronz kadrolara layık görülen isimleri sıralmıştık. (
http://www.milliyet.com.tr/2003/06/22/son/sonspo03.html) Kulüp tarihinin en önemli geri sayımında da bu isimleri görmek isterdik. Les Ferdinand ya da Daniel Amokachi de önemsiz isimler değil asla. Ancak Metin Tekin ve Mehmet Özdilek bizim evlatlarımız, bizim gerçek efsanelerimizdir. Ve unutulacak tarafta yer almaları kabul edilebilir değil. Vodafone'un bu tavrı oldukça popülist ve markasını pazarlama derdine düşmüş bir şirket tavrı. Hatta Daniel Amokachi bile kendisi ile ilgili paylaşım sonrasında "Geri mi geliyorum? Kimse bana söylemedi." diyerek esprili bir yanıt verdi. Geri sayımı sanki o sahada tekrar oynayacakmış gibi bekleyen oyuncular varken, Amokachi'nin bu yanıtı da manidar oldu. Bir bu kadar ilginci de 9 numaralı formasıyla Ferdinand görseli altında "Demba Ba dururken, Ferdinand da kim" diyen yeni nesil Beşiktaş taraftarı. Kulüp, sponsor firmanın da desteğiyle genç nesil taraftarına tarihe dokunma şansı verecekken, bunu es geçip, kolay olanı seçmeyi tercih etti. 

Ne yazık ki bu kadar değil... Bir an önce evine kavuşmayı bekleyen bizler, stat ile ilgili her gelişmeyi yakından takip ettik. Çimentosu karıldığında da, ilk koltuk takıldığında da coşku dolu olduk. Sponsor stadın girişine kendi ismini anında kazırken, Beşiktaş'a dair en ufak bir çalışmanın olmaması yürek burkucu. Kulübün bunu kabullenmesi daha can yakıcı. Sürekli yakında arma da, kartal da gelecek dense de bunun hala gerçekleşmemiş olması ve bunun öncelikli değil de sonradan olacak olmasını anlayamıyorum. Stadın içerisinde de sadece koltukların üzerinde küçük Beşiktaş armaları var. Tribünlerin isimlerinin belirtildiği yerlerde bizi yine Vodafone yazısı karşılıyor. Ne Beşiktaş yazıyor, ne de armamız var. Bu haliyle sanki Vodafone bize sponsor olmadı da Beşiktaş semtinde yeni bir Vodafone şubesi açtı gibi.


Kulübümüz, Vodafone ile bir sözleşme imzaladı ve stat yenilemede karşılıklı anlaştılar. Taraftar da bir ömür yaptıkları için sponsora minnet duyacaktır. Ancak zaman ilerledikçe görüyoruz ki sponsor firma, 113 yıllık kulübün önüne geçmiş durumda.

Biz, "eve dönüyoruz" dedik, mahalleye yeni taşınanların evini ziyarete gidiyoruz demedik! 

Not: Yazımızdaki  "Büyük kavuşmaya x gün kaldı" içeriğinde belirlenen geçmiş futbolcuların kimlerin olacağını stadımızın sponsoru Vodafone'un değil, içeriği yöneten ajans ve kulübümüz tarafından belirlenip tescillendiğini öğrendik. Sayın başkanımız haklı; kArtalı vuran kendi tüyünden yapılmış oktur!