26 Aralık 2011 Pazartesi

Beşiktaşım Benim... #10 (30 Ekim 2008 - Şairler Parkı)



30 Ekim 2008
Antalyaspor ile Şeref Bey'de karşılaşacağımız kupa maçının öncesi Şairler Parkı'nda yazılama.
Beşiktaş Belediyesi sildikçe, biz tekrar tekrar yazarız aşkımızı duvarlara.

22 Aralık 2011 Perşembe

Beşiktaş'ın Çakma Evlatları

3 Temmuz'dan bu yana süreç ilerlerken, Beşiktaş cephesi için önce tahliye haberleri geldi, ardından da ek klasörlerle Tayfur Havutçu'nun söyledikleri gündem oldu.

Öncelikle bu ek klasörlerden ayrı ne düşündüğümüzü söyleyelim. Söyleyelim ki yargısız infaz yapıyormuş gibi görünmeyelim. Asbaşkanımız ve hocamız içeri alındığında nasıl böyle bir şey olur şaşkınlığını attıktan sonra, acaba böyle bir şey yaptılar mı gerçekten sorusuyla baş başa kaldık. Çünkü izlediğimiz maç her zaman ki korku dolu İbb maçlarından biriydi. Rakibimiz, 1-0 mağlubiyeti 1-2 olarak kendi lehine çevirmiş, maçın sonlarına doğru biz anca beraberlik golünü bulmuş, uzatmalar sonrasında penaltılar ile kupaya uzanmıştık. Eğer bu maçta şike yaptıysak, bizimkiler en beceriksiz şike operasyonunda yer aldıkları için tarihe geçmeliydiler.

Sonrasında iddiaları yayınladı basın, ardından da gerçek iddianameyi gördük. Bu noktadan sonra benim için, şike yaptılar-yapmadılar ikileminden çıktı olay. Ben, hayatım boyunca söz konusu Beşiktaş ise çok özenli oldum. Kısaca Beşiktaş özetim budur benim. Aynı şekilde Beşiktaş başkanının, yöneticisinin, hocasının, oyuncusunun ve hatta taraftarının değer ya da değersizliğini bununla ölçtüm. Özel hayatlarında ne yaptıkları, kimlerle görüştükleri ilgilendirmez beni. En fazla yanlarında gördüğüm kişi ya da kişiler için olumlu, olumsuz yorum yaparım. Ama yargılayamam bununla. Fakat, söz konusu Beşiktaş ise, Beşiktaş menfaatleri ilk sırada ise orada her türlü eleştiri hakkına sahibim. Ve Adalı ile Havutçu, söz konusu Beşiktaş iken özensiz davranmışlardır. O özensizlikleri Beşiktaş'ın isminin bu davada yer almasına sebep vermiştir. Durum, oyuna geldiler, hata ettiler gibi üstü örtülecek, sineye çekilecek boyutlarda değildir.

Serdal Adalı, yaşını, başını almış, yaptığı iş ile de türlü tecrübelere sahip bir iş adamı. Tayfur Havutçu, genç yaşlardan itibaren bulunduğu Türk futbol arenasını yakından tanıyan biri. Bu isimlerin oyuna geldiğini söylemek, kafayı kuma gömmek ile eş değer.

Konuştukları, samimiyet kurdukları insanlara dikkat etmedikleri için, Beşiktaş ismini bu denli hafife aldıkları için kısacası yukarıda da söylediğim gibi özensiz oldukları için Beşiktaş ile profesyonel anlamda bir ilişkileri olsun istemiyorum. Hayatlarının geri kalanına Beşiktaş taraftarı olarak devam etsinler. İşte ben böyle düşünürken, Tayfur Havutçu, alelacele bir şekilde göreve daha yetkili bir sıfatla getirilmişken, ek klasörler yayınlandı.

Havutçu ve Turanlı'nın arasında geçen dialogların tamamını utanarak ve sinirlenerek okudum. Benim için en can alıcı noktalar:

Yusuf Turanlı, Holosko hakkındaki görüşlerini söylüyor. Yetkisiz bir menajer, Beşiktaş'ın hocasına "bunu kampa almadan postala gitsin" diyebiliyor. Yusuf Turanlı kim ki, Beşiktaş'ın sözleşmeli bir oyuncusunun geleceği hakkında bu kadar rahat yorum yapabiliyor? Çok samimi futbol izleyicisi yorumu mu? Yoksa kendi oyuncularından birinin, boşalacağını arzu ettiği yere doldurma hevesi mi? Peki Beşiktaş'ın hocasının bu tavizi?
İkili arasındaki en rezil dialog sanırım bu. Ersan ve Guti'nin birbirleri ile ilişkileri olduğunu ima ediyorlar. İddia ettikleri şeyi görmüş değiller, kurdukları cümleler mış, miş. Her şeyden önce böyle bir şey varsa bile, bu durum Guti ve Ersan'ı ilgilendirir. Görmedikleri, bilmedikleri şey üzerinden yorum yapmak ise ahlaksızlığa girer. Konuşmalar ilerledikçe Turanlı'nın sık sık Ersan'ı kötüleyip, kendi oyuncusu Kemal'i övdüğü görülüyor. Bu da bahsi geçen olayın gerçekten yaşanmış olmasından ziyade, Turanlı'nın "çamur at, izi kalsın mantığı" ile hareket ettiğini gösteriyor.


Samsunspor stoperi Kemal Tokak'ın pazarlama çalışmaları. Bu dialogtan daha tonlarca var.


Yusuf Turanlı, kendi oyuncusu Kemal Tokak'ı Beşiktaş'a satabilmek için Beşiktaş'ın aynı mevkideki mevcut oyuncusu Ersan Adem Gülüm'ü karalıyor. Sürekli gezdiğini ima ederek, sözüm ona Beşiktaş'ın çıkarlarını koruyor. Peşine Kemal'in Ersan'dan daha iyi olduğunu iddia ederek, derdinin Beşiktaş değil de oyuncusunu pazarlamak olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Rakam bile telafuz ediyor. Havutçu'nun oyuncusunu savunmaması Holosko örneği ile eş.

Havutçu, Turanlı'nın oyuncuları için söylediklerine niye ses etmez diye düşünürken, yanıt geliyor işte. Havutçu'nun kendi oyuncularına saygısı zaten yok.

Turanlı'nın Kemal'i pazarlama çalışmaları hızla devam ediyor.

Kemal'in yanına bir de Sakıp ekleniyor. Havutçu "şey yapacağım" diyerek söz veriyor. Bir teknik direktör, yetkisiz bir menajerle nasıl bu denli ilişki içerisinde olur anlamak mümkün değil.

Kemal'i yoğun pazarlama çalışmalarına devam. Yok Antep istiyor yok çocuk Beşiktaş diyor. Tayfur Havutçu da hep "şey yapayım" modunda. İstemiyorsa istemiyorum, istiyorsa tamam kesin ilgileniyorum diyemiyor.


Kemal'den arta kalan zamanlarda Sakıp öne sürülüyor. Adalı'yı yönlendirmesi için rica bulunuyor Turanlı. Bizimki de öyle dinleyip, tamam halinde sürekli.

Turanlı, Kemal diye diye dövünürken Ersan'ın son durumu konuşuluyor. Havutçu, Ersan'ın transferinin gerçekleşmeme ihtimalinden söz ediyor. Bugüne kadar yaptıkları konuşmalarda bundan üzüntü duyan bir hali de yok. Turanlı da tekrar Kemal'in Ersan'dan iyi olduğu iddiasını yineliyor.
Kemal için sms vakti:)

Yine Ersan transferi ile görüşmeler. Burada asıl dikkati çekmek istediğim şey, Beşiktaş'ın hocasının yetkisiz bir menajere an be an konuyla ilgili her şeyi paylaşması, ayrıntısına kadar. Turanlı, Adanaspor başkanı ile de iletişimde olduğunu söylüyor, konuyla alakası olmasa da. Bu transferin gecikme sebeplerinden biri Turanlı da olabilir.

Khedira'dan iyi olduğu iddia edilen Aykut Aygün çıkıyor bir de.

Aykut Aygün'den konu tekrar Sakıp'a geliyor. Bunlar da ne var denilebilir. Lakin bir hoca ile menajerin bu denli transfer ilişkisi içinde olması normal ve sağlıklı değil.

Yusuf Turanlı, Hasan Ali Kaldırım'ı kötülerken, kendi oyuncusu üzerinden benzetme yapmakta bir sakınca görmüyor Havutçu.
Aman hocam kaçırma Samsunspor maçını.

Beşiktaş Jimnastik Kulübü, ne zaman turizm acentası oldu?

Hocam, vize?

Turgay Demir ile Nihat arasında yaşanan kavganın dedikodusunu yapıyorlar. Turanlı, bu zaman kadar yaptıkları görüşmelerin rahatlığı ile Erhan Güven'i eleştiriyor. Tayfur Havutçu, kendi oyuncusuna gerizekalı diyerek, destek oluyor Turanlı'ya. Nihat'a yalakalıkla suçlanan Erhan, bir de hocasından salak övgüsünü alıyor!

Şu dialog, artık terbiyesizliğin zirve yaptığı yer. Sen böyle konuşursan, senin karşına "sen, şike yapıyorsun" diye çıkarlar. Beşiktaş'ın hocasının "şaka" yoluyla bile olsa böyle bir dialoga girme lüksü yok. Turanlı'nın bütün tavrı, hali her şeye müsait bir adam yapısında zaten.

Kemal için Adalı, kendisi girişimde bulununca Turanlı panikliyor. Çünkü olur da Adalı hallederse işi, Turanlı'nın cebine para girmeyecek.

Dialoglar, bununla sınırlı değil. Benim için mühim başlıklar bunlar. Tayfur Havutçu'nun ne kadar özensiz, ne kadar vasıfsız, ne kadar küçük işlerin adamı olduğunun kanıtı. Kendi oyuncusuna hakaret eden, arkasından konuşan, oyuncuları hakkında başkalarının konuşmasına göz yuman, kişisel ilişki ve çıkarları ön planda olan bir adam. Çok merak ediyorum, Ersan ve İsmail'in yüzüne nasıl bakacak? Bu 2 genç oyuncumuz, biz bu şartlar altında Tayfur Havutçu ile çalışmak istemiyoruz derlerse ne olacak?

Carvalhal, Guti'yi kadro dışı bırakınca yer yerinden oynamıştı. Üstelik Carvalhal bunu öyle açık şekilde yapmıştı ki. Geçerli sebepleri vardı ve o sebepler karşılığında Guti'yi kadro dışı bırakıyordu. Peki Havutçu? Hakaret ediyor, oynamadığını ileri sürüyor ama oynatmamaya da korkuyor. Galatasaray maçında oyundan alındığı için sinirlenen Guti, Havutçu'nun elini sıkmadan direk soyunma odasına gitmişti. Havutçu, bir sonraki maçta Guti'yi oyundan almaya çekinmişti. Oyuncusunun isminden çekinen, bu isim altında ezilen adam, telefon görüşmelerinde oyuncusunun dedikodusunu yapıyor.

Takımının genç iki ismi hakkında yakışıksız sözler sarfediyor. Bu hocadan özkaynak çocukları hayali kuracağız bir de. Kendisinin bile inanmadığı çocuklar.

Bize menajerlerle 7/24 mesai yapan hoca değil, oyuncularını evladı gibi gören, onları her şeyleri ile sahiplenen insanlar lazım. Yanlışlarında onları doğruya sürükleyecek bir isim. Telefon görüşmelerinde dedikodusunu yapacak değil.

Velhasıl, Tayfur Havutçu şu kayıtlar sonrası kendisine bu mevkinin 10 kat büyük geldiğini kanıtlamıştır. Ne yazık ki bunun cezasını kesecek ne bir yönetim, ne de muhalefet var.

Ve hala dillerde Beşiktaş'ın çocuğu... Beşiktaş'ın rol kesen, gerçek olmayan evlatları.

19 Aralık 2011 Pazartesi

19 Aralık 1982 / Bir Efsanenin Doğuşu

Ertesi günün (20/12/1982) gazetesi Milliyet'te ilk Metin satırları ve fotoğrafı
İlker Ateş'ten maça dair kısa notlar

Gökmen Özdenak'ın maç yazısında Metin'e dair satırları


21 Aralık 1982 tarihli Milliyet'te İlker Ateş'in Metin hakkındaki yazısı

19 Aralık 1982, Beşiktaş Jimnastik Kulübü için en önemli tarihlerden biri. Sonrasında "Sarı Fırtına" diye anılacak olan Metin Tekin'in, Beşiktaş formasıyla sahaya ilk çıktığı gün. Bir Samsunspor maçıyla sahaya ayak basan Metin Tekin, senelerce Beşiktaş formasını layıkıyla taşımakla kalmadı. Birçok çocuğun kahramanı oldu.

1982 senesinde 1 yaşındaydım henüz. Ve haliyle Metin Tekin gerçeği ile tanışmamıştım. Sonrasında ise çocukluğumun baş kahramanı olacaktı. Efsane tanımını yaparken kullandığı sözlerdeki gibi bir ilişkimiz olacaktı: "Biz, nasıl Baba Hakkı'yı merak edip, araştırıp, neredeyse ellerimizle dokunduysak, yıllar sonra bir çocuğun bizi aklına düşürüp, araştırmasıdır."

Bu eylem için yıllar geçmesi gerekmedi. Onu sahada Beşiktaş forması ile ilk gördüğüm vakit aklıma düşmüştü Metin Tekin. Sonrasında da hiç yeri değişmedi. O yaşlarda zihinlerimize ve yüreğimize yerleşen Beşiktaşlılık'taki payı kuşkusuz çok büyüktü. Sadece sahada elde etttikleri başarı değil, insani yönleri de bizi hayran bırakıyordu. Metin ve arkadaşlarını çok seviyorduk. O yüzdendir ki, bizim kuşak kolay kolay kimselere veremedi "efsane" sıfatını onlardan sonra.

Çocukluk anılarımda, gençlik anılarımda ve hali hazırda hala Metin var. Zeki abinin kardeşi, "Feyyaz, napıyordur şimdi?" diye sorarken, benim sorum hep "Metin, napıyordur şimdi?" oldu.Ve ilerleyen zaman içerisinde Beşiktaş'la ilgili yaşanacak güzel anların içinde yine Metin olsun istiyorum. Bu kulübün bir yerlerinde varlığını hissetmek, "nasıl olsa Metin var" duygusunu tekrar yaşamak istiyorum.

Aynı çocukken hissettiğim gibi. Metin, hep olsun. Ona bir şey olmasın.

17 Aralık 2011 Cumartesi

Utanıyoruz



Utanıyoruz böyle bir medya ve onun etkileşimindeki taraftarları görmekten. 15 yaşındaki yarın sorsanız isimlerini bilmeyecekleri çocukların sadece 1 maçlık performansı ile haber yapma telaşlarından.

Şike konusunda medyanın altından girip üstünden çıkan camianın medyanın yaptığı böyle bir haberi 15 yaşındaki çocukların duygu ve düşüncelerini hiçe sayarak orgazm meselesi haline getirmelerinden.

Utanmaya devam ediyoruz o çocuklara sahip çıkması gereken Beşiktaşlılar beklerken rakibinin fi tarihinde oynadığı bir maçta farklı mağlubiyet almasını öne savunan Beşiktaşlılardan.

Beşiktaş'ın resmi sitesi bile bu sonucu haber yapmayarak aklınca bu sonucu ''hezimet''olarak değerlendirirken, Fenerbahçe resmi sitesi uzun zaman sonra ilk defa u15'in bir maç sonucunu haber yaparak kendince durumu ''tarihi bir başarı'' olarak değerlendirmiş.
Siz de utanın bu ülkede amatör branşların sadece avrupa kupası kazanıldığı zaman haber olmasından. 10-15 yaş arası çocukların sadece derbi maçlardaki sonuçlarını medyadan öğrenmekten.

15 yaşınızda spor yaparak önünüze bir hedef koyup, başarısızlık aldığınızda bütün ülkenin dalga unsuru olacağınıza oturun evde telegol izleyin çocuğum. Ya da kimse şaşırmasın bu çocukların gelecekte ne yapmak istiyorsun denildiğinde '' tabi ki avrupa'da oynamak istiyorum'' demelerine.
8 sene boyunca okullarda neden andımız okutulduğunu anlamamıştım bir türlü. Demek ki hayatı boyunca insanlıktan nasibini alamayacak olanlara küçük bir şeyler öğretme derdi varmış. '' ... küçüklerimi korumak ...''.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Unuttuk Seni Mühendis Oktay

14 Aralık 1991 akşamı Galatasaray – Beşiktaş maçının ardından, boynunda Siyah-Beyaz atkı var diye kalabalık bir Galatasaray grubunun saldırısına uğramıştı Mühendis Oktay Akdemir. Hastaneye kaldırılmasına rağmen, kafasına aldığı ağır darbeler sonucu yaşamını yitirmişti. Öldüğünde 30 yaşındaydı.

Oktay abi bugün hayatta olsaydı, 50 yaşında olacaktı. Belki de oğluyla, kızıyla gelecekti bu akşam ki maça. Belki de oğlu “Hadi baba, sen de Kapalı’ya gel bu akşam” diyecekti. “Yok evlat, biz eskiler deniz tarafında oluruz yine” diye yanıtlayacaktı Oktay abi. Hiçbir zaman yaşanmayacak dialogların hayalini kurmak kaldı bize. Bir de çıkarmadığımız dersler.

Oktay abinin katilleri, o dönem komik cezalar aldılar. Bir insan hayatını sonlandırmanın sıradan bir şey olduğunu gösterircesine. Aynı kişiler ellerini, kollarını sağlayarak devam etti hayatlarına. Hem de büyük kalabalıklardan hak etmedikleri saygıyı görerek, kendilerine lider denilerek. Gerçi bu ülkenin kimyasında var suçu örtbas etmek, suçluyu el üstünde taşımak.

Bütün bunların yanında bir de kendi özeleştirimizi yapalım. Geride bıraktığımız Pazar günü Oktay abinin anması vardı. Sadece 10-12 kişinin katıldığı. Kimseye akıl, icazet verecek değiliz. Lakin iç ses de susmuyor. Biz, bu kadar vefasız değildik. Bu kadar unutkan da değildik. Sadece Galatasaray maçları öncesi Oktay abiyi hatırlayacak kadar popülist de değildik. Ne oldu da allak bullak ettik her şeyi? Ne oldu da “atkın, emanetimdir” dediğimizi unutur olduk? Ne ara bu kadar değiştik?

Herkes, kendi vicdanına gönül rahatlığı ile verebiliyorsa hesabını zaten susmak düşer bize de.

Ruhun şad olsun Oktay abi. Bağışla bizi.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Yalancı Mücadele


Yine bir İBB maçı. Yine puan kaybı. Maça dair olan, biten, olumlu-olumsuz yanlar, oynanan futbol ile ilgili tespitler şu an umrumda değil.

Bir taraftar olarak sahada elde edilen skordan ziyade, saha içerisinde olan, bitenle daha çok ilgileniyorum. Sonuç, en son ilgilendiğim kısım oluyor. Necip'in bugün gol olmayan pasından ne kadar keyif aldıysam, Sivok'un can siparane şekilde - üstelik rakibine faul yapmadan- uzanıp, uzaklaştırdığı top da aynı keyfi veriyor. Yine Sivok'un yanlışlıkla Egemen'in yüzüne gelen tekmesi sonrası, suratında oluşan "kahretsin" ifadesini seviyorum. Pektemek'in Gençler deplasmanında gol attıktan sonra sevinmeyerek, eski takımına olan saygısını göstermesini saygıyla karşılıyorum. Aynı Gençler'in 0-2'den durumu 4-2'ye getirdiklerinde sevinçlerini olgunluk düzeyinde yaşamalarını takdir ediyorum. Ligin yeni ekibi olan Orduspor'un, bizle oynadıkları müsabakada ilk dakikadan itibaren kimliklerinin dışına çıkmamalarını alkışlıyorum. Üstelik mağlup duruma düşüp, ardından beraberliği yakaladıkları halde taviz vermediler bu durumdan. Bunların hepsi birer kimlik, kendini ifade şekli bir nevi.

Bir de işin İBB kısmı var. Dillendirdiğimiz zaman, "adamlar, sürekli sizden puan aldığı için böyle diyorsunuz" diye eleştiriliyoruz. Bunu da bir yere kadar kabul edebilirim. Lakin bir çırpıda yukarıdaki örnekleri vermişken ve daha buna benzer yüzlerce örnek verebilecekken, böyle bir eleştiri büyük haksızlık. Aynı oranda samimiyetsizlik. Vaktiyle Kocaelispor süper ligde iken, belalımız olduğu dönemler olmuştu. İçeride, dışarıda çok yakmıştı canımızı. Ama hiç hatırlamam İBB ile aynı kefeye koyup, söylendiğimizi. Hakkını vermişizdir. "Ulan yine canımıza okudular, vay arkadaş" diye söylenmişizdir. Aynı şekilde Gençlerbirliği ve Bursaspor'un ters geldiği seneler olmuştur. Yine hatırlamam bu derece sızlandığımızı.

İBB, hakikaten içeride, dışarıda oynarken zorlandığımız bir ekip. Hep mücadele dendi, emek dendi, istikrar dendi. Bugünden sonra bir daha bu ifadelerle İBB tanımı yapan olursa, değil tartışmak, dinlememek benim için en yararlısı olacaktır. Bir takım, henüz ilk yarıda kale vuruşlarını gecikmeli kullanıyorsa, sıradan fauller sonrası ayağa kalkmıyorsa, oyunu soğutmak için her türlü şeyi deniyorsa, bunun adı mücadele ve mücadele sonrası puan kazanmak değildir. Ahlaksız iş anlayışıdır. "Adamlar, Beşiktaş karşısında 1 puana razı şekilde oynuyor, buna göre oynuyor" demek de işin kolayına kaçmak. İBB oyuncuları, sahada mücadele edip, bunun sonucunda kazanmaktansa, oyunu soğutup ve çirkinleştirip, bunun avantajlarını elde etmeyi tercih ediyor.

Abullah Avcı, İBB'nin başında bulunduğu süre içerisinde kendi kimliğini doğal olarak takımına aşıladı. Mevcut tavırları yüzünden Şeref Bey'de hep tepki gördüler. Durumu "sindirememek" olarak değerlendirdiler. Lakin Şeref Bey'de hakkıyla bizi yenen takımları alkışlayarak uğurladığımızı görmezden geldiler. Aynı Avcı, kupa finali sonrası havaalanında taraftarlarla çıkan kavga sonrasında "burada kaybetmedik" diyebilecek kadar ahlaksız bir söylemde bulunmakta çekinmemişti. Onun bu söyleminin sahada yer alan şeklini de İBB'nin mevcut oyun anlayışı olarak değerlendiriyorum ben. O yüzden bugün kaybedilen 2 puandan ziyade, böyle bir takıma karşı 2 puan kaybetmek canımı sıkıyor. Rakibine saygı duymayan, ikili dialogların tamamında elleri, kolları çalışan, çimin kokusuna bayılan bir ekibe 2 puan vermek, onların karşımıza "rakip" sıfatıyla çıkmaları, istikrar, mücadele diye övgü almaları ve hak etmeyene karşı puan kaybetmek bu işin adaletsizliği.

Şeref Bey'de alkışlarla uğurlayacağımız, hakkını vereceğimiz rakiplerin daha çok olması dileğiyle.

Not: Fotoğraftaki Ernst'in yüz ifadesi, benim tam da bu konuyla ilgili öeehh tepkime uygun.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Dejavu III

5 Aralık 2010 Beşiktaş - Bursaspor

5 Aralık 2011 Beşiktaş - Orduspor

5 Aralık 2011 Pazartesi

Socrates

Atkı koleksiyonunu takip edenler bilecektir. Bundan 1 hafta önce Brezilya kulüplerinden birkaçının atkısını eklemiştim. Aralarında Corinthians atkısı da vardı. Ve selamımızı çakmıştık Socrates'e. Ondan gelen haber ise üzdü bu sefer. "Keşke yaşım daha büyük olsaydı da doya doya izleyebilseydim" dediğimiz adamların arasında yer aldı hep. Bize bolca hikaye bırakarak, ayrıldı aramızdan.

"Corinthians Demokrasisi’yle yarattığımız momentum harikaydı. futbol gerçekten popüler olduğundan ve sürekli göz önünde olduğumuzdan dolayı ülkede polemik yaratacak ve özgürlüklerle ilgili, işçi ve işveren olmakla ilgili her mecliste tartışılacak bir eylem yaratmayı başardık; ki nüfusun büyük çoğunluğu için demokrasiden bahsetmenin tahayyül edilemeyeceği zamanlardı."

Socrates

29 Kasım 2011 Salı

Emeklilik Sendromu

Deron Williams diye bir adam geldi. Basketboldan anlamayanlar, keyif almayanlar bile izledi onu. Adam, sporcu. İşini iyi yapıyor, mütevazi. Kısa zamanda herkesi kendisine hayran bıraktı desek yanlış olmaz. 3 ay gibi bir zaman zarfı içerisinde bolca güzel sahne de ekledi zihinlerimize. O, bizi, biz de onu sevdik.

Her güzel şeyin sonu vardır klişesine sadık kalındı. Lokavt bitti haberi geldi. Ve Deron Williams, ZZ Leiden maçı öncesi takım arkadaşlarına, taraftarlara veda etti. Buraya kadar her şey iyi, güzel, hoş. Bundan sonrası ise tam Beşiktaş yönetimine yakışır cinsten. Deron Williams'ın 3 aydır terlettiği 8 numaralı forma emekliye ayrıldı. Çok merak ediyorum: Bu kimin aklına geldi ve kimler "evet ya, süper fikir keh keh" diye onay verdi. Napıyorsunuz siz? Konu, Deron Williams'dan bağımsız bir durum. Sanırsın adam senelerini verdi Beşiktaş'a. 3 ay, sadece 3 ay. Kimse, kısa süre içerisinde yaptıklarını hor görmüyor, küçümsemiyor. Ama 3 ay yahu! Kendini, bu formayı nasıl bir değersizleştirme şekli bu?

Aziz Akyavaş
Hurşit Baytok
Faruk Çagan
Ateş Çubukçu
Tom Davis
Battal Durusel
Osman Kerimol
Ahmet Kurt
Fehmi Sadıkoğlu
Zeki Tosun
Altimur Tülmen

Bu isimleri tanıyor mu acaba Beşiktaş yönetimi? Basketbol tarihimizdeki tek şampiyonluğumuzu elde eden kadro. (1975) Bu kadrodan biri ya da birileri değil de neden Deron Williams? Hayır, forma emekli edeceksen şu kadrodan yap da bir anlamı olsun. Bilelim sebebini ve kıymetini. Net sayfalarında 500 liraya sattığın formayı emekli ediyorsun. Kötü Türk filmi gibi yönetim. Güldürmüyor bile, ağızda leş, acı bir tat bırakıyor.

Eğer senin için kadir, kıymet bu kadar mühimse Baba Hakkı için ne yaptın? Şeref Görkey için, Rıza Çalımbay için. Eğer bir efsane yaratma derdindeysen, senin 108 yıllık tarihinde alası var. Ne yaptın onlar için?

Tek umudum şu: Emeklilik şuan gündemdeyken, siz de bırakın şu koltukları da emekli olun tez zamanda. Bizim de hiç değilse, yarınlara umutla bakmak için bir sebebimiz olsun.

Kimi Yiyorsunuz?

Yönetim, bir süredir yeni bir nane çıkardı. Maç sonunda, kimi oyuncuların formasını internet üzerinden satışa sunmak. Üstelik abartılı fiyatlarla. Bu "görgüsüzlük" hali yeterince rahatsız edici iken, kendi yönetimimizin bizleri utanmadan salak yerine koyması da başka bir hikaye.

Trabzonspor maçı sonrasında yine beş forma satışa çıkarıldı. İbrahim Toraman, Cenk Gönen, Roberto Hilbert, Ricardo Quaresma ve Egemen Korkmaz'a ait olduğu iddia edilen formalar için istenen ücret 500 TL idi. Dün, resmi sitemiz bu formaların tamamının satıldığı haberini yayınladı. Haberde de ibare aynıydı: " Oyuncularımızın, karşılaşmada giydikleri formalar..." http://www.bjk.com.tr/tr/haber/50493/formalar_satildi.html

Bu satılan formalar, oyuncularımızın Trabzonspor maçında giydikleri formalar ise, maç sonunda Egemen'in formasını alan Glowacki'den bu formayı geri mi aldınız? Egemen Korkmaz'a ait olduğunu iddia ettiğiniz ama olmayan formayı 500 TL olarak satmaya utanmıyor musunuz? Siz mi çok zekisiniz, biz mi çok salak?

Videonun 6:03 anına dikkat lütfen:
http://www.ligtv.com.tr/VideoHaber/?r=1&hid=102805

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bizimkiler / Maç Hastası





Videolardan, henüz yüz yüze gelmediğim; ancak Beşiktaşlılığını çok takdir ettiğim Hüseyin (only_eagle) sayesinde haberdar oldum.

Çocukluğumuzun meşhur dizisi "Bizimkiler"in "Maç Hastası" bölümünden parçalar. Beşiktaşlı dayı rolünde de, aramızdan erken ayrılan gerçek, güzel Beşiktaşlılar'dan Yaman Okay var.

Şeref Bey'de bir gündüz maçı. 26 Şubat 1989, rakip Malatyaspor. Feyyaz, Ali, Ferdinand ve Şenol'un golleri ile 4-0 galip geliyoruz.

Video hüzünlendiriyor. Eski taraftar, eski atkılar (el örgüsü), stat önünde satılan bantlar, yapıştırmalar, eski İnönü Stadyumu reklama bulaşmamış, eski pankartlar (Edirneliyim ama Beşiktaşlıyım, aklımı seveyim. Dünyada her şeyi sevebilirdim, sevmeye senden başlamasaydım), eski amigolar, eski üçlü, eski Kapalı, eski Yeni Açık, sahada zaten Kara Kartal. Özetle eski Beşiktaş. Deli gibi özlenen Beşiktaş.

Not: Hangi maç olduğu ile ilgili uyarı için Hüseyin'e teşekkürler.

11 Kasım 2011 Cuma

İyi ki Doğmuşsun Gülen Adam



"Ulan kurban olduğum Kara Kartal, adın bile yetiyor."

Çocukluğumuzun gülüşlerinde bol imzası olan Kemal Sunal, keşke hayatta olsaydı da yüzüne söyleyebilseydik "iyi ki doğdun" diye.

7 Kasım 2011 Pazartesi

İyi ki Doğmuşsun Kazım Koyuncu



"Yeni şarkı yaratmayı çok isterim tabi. Bir tane bile yapsam çok güzel bir şey yapacağımı biliyorum ama bu durumda yaratmak çok zor. Hastalığım dışardan bakıldığında bir sanatçının yaratması için biçilmiş kaftan gibi duruyor. Bunalımlar, savaşlar, bilebileceğimiz bütün kötü şeyler sanki sanatçıların yaratması için yaratılmıştır. İnsanlar dışardan hep böyle sanırlar. Bence bu müziği dinleyenlerin, resmi görenlerin, tiyatroyu izleyenlerin söyleyebileceği şeyler. Sanatı takip eden insanların sanrısı yani. Asla küçümsemek için söylemiyorum ancak başına gelmeyenin bilebileceği bir durum değil bu hastalık hali. Sanatçı her zaman hayatla bir sorun yaşar !! haa bu tabi bir sanat eseri olarak ortaya çıkabilir; ama hiçbir şey olarak da çıkabilir. Bu ne benden ne de benim durumumda olan bir sanatçıdan değer kaybettirmez. Yaşadığım süreci bir sanatçının, Kazım ın, hatta en önemlisi bir devrimcinin süreci gibi yaşadığımı düşünüyorum."

Koyverip, gitsen de bizi, unutmadık seni...

3 Kasım 2011 Perşembe

Beşiktaş Nedir?



Milyonlarca Beşiktaşlı için budur.

Not: Eklediğimiz videoya UEFA müdahale etmiş. Değiştirilmiştir. UEFA, sana bile kızmıyorum şu an:)

24 Ekim 2011 Pazartesi

Yalnız Değilsin Van

Hep beraber siyahı, beyaza çevirmek elimizde. Elini bırakma kardeşinin. Şehriniz ile ilgili irtibat noktaları için: http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com/

17 Ekim 2011 Pazartesi

Hep Siyah, Hep Siyah


Dün, Metin Keçeli kendi twitter hesabından altyapı sorumlumuz Ulvi Güveneroğlu'nun görevden alındığını, yerine Emrah Bayraktaroğlu'nun getirildiğini söyledi. Gerçi söyledi demek yanlış bir ifade şekli olur. Zira kendisi, bu görevden alınıştan haberi olmadığını ve durumu basından öğrenmiş olmasının şaşırtıcı olduğunu dile getirdi.

Peki hangisi daha şaşırtıcı ve utanç verici? Kulübün ikinci başkanının durumdan haberdar olmayıp, olan biteni basından öğrenmesi mi? Yoksa bu olan, biteni utanmadan twitter üzerinden dile getirmesi mi?

Peki siz, ne işe yarıyorsunuz sayın Keçeli? İkinci başkan sıfatı size neden verildi? Sus payı mı? Yoksa icraatler için mi? Tek adam ile yönetilen Beşiktaş'ta, kulübün ikinci başkanı yaşananları basından öğreniyor ve buna karşılık tek hamlesi twitterdan açıklama yapmak. Siz ve yönetim kurulunun geri kalanı ne işe yarıyor? Sizin fikirlerinizin bir kıymeti yoksa, size danışılmak akla bile gelmiyorsa, o koltukta oturmanın manası ne?

Tarih, tek adama hizmet edenleri, özeleştiri yapmayanları, dertleri Beşiktaş değil de koltuk olanları unutmayacaktır.

15 Ekim 2011 Cumartesi

Gökhan Değirmenci

Bu akşama dair söylenecek çok şey var. Ve en son konuşulacak şey kötü futbol. Başkanı, yönetilemeyeşimizi, futbolcumuzu, taraftar olarak kendimizi... Beşiktaş, bu gece kazanamadı diye üzülmüyorum. Kaybedilen puanlara değil, bambaşka şeylere üzüntüm. Kazanılması artık zor olan şeylere. Ve bunların hepsine dair benim de söyleyeceklerim vardı. Lakin, maçın bitimiyle Gökhan Değirmenci'nin Şeref Bey'in çimlerine yığılmasını aklımdan çıkaramıyorum.

Bundan 10 gün önce Burası Kapalı'dan Eser, bilgilendirmişti bizleri. Kayserispor-MİY mücadelesi sürerken, Gökhan'ın babası ne yazık ki aramızdan ayrılmış. Gökhan da, babası da Beşiktaşlıymış. Babamızın en büyük arzularından biri de oğlunu Beşiktaş forması ile izlemekmiş. Ömrü yetmedi bu arzusunu görmeye. Fakat oğlu bugün gösterdiği mücadele ile Şeref Bey'de kendi takımının kazanmasında büyük rol oynadı. Maçın bitimiyle de Şeref Bey'in çimlerini gözyaşları ile ıslattı. Bizlerin de içini parçaladı.

Umarım bu gece ki gözyaşları, hayat boyu mutluluklar olarak geri döner Gökhan'a. Tekrar başı sağolsun, babamızın da ruhu şad olsun.


13 Ekim 2011 Perşembe

Oğuz Çetin'e Sorular


Geçtiğimiz günlerde İbrahim Toraman, milli takıma alınmaması ile ilgili kimi eleştirilerde bulundu. Bazı oyuncuların kredisinin sonsuz olduğundan, yani seçilmek için performansa bakılmadığını dile getirdi. Durumu Toraman özelinden çıkarırsak, pek de haksız sayılmadığı gün gibi ortadadır. Milli takım, çokça uzun zamandır "birilerinin" takımı konumundadır. Kimi oyuncular, performanslarına bakılmaksızın her daim çağırılmakta. Aynı şekilde Anadolu takımlarından her hangi birinde oynayıp, düzenli istikrar sağlamasına rağmen hiç çağırılmayanlar var. Ya da bir hazırlık maçında yalandan çağırılıp, sonra hiç akla gelmeyenler.

Benim için varsa yoksa Beşiktaş'tır. Milli takımı önemseyip, ciddiye almaktan çok çok seneler önce vazgeçtim. Milli takım, beni heyecanlandırmıyor, kendimden bir parça bulamıyorum. Zihniyeti, işleyişi, içine aldığı oyuncuyu, hocayı soktuğu kalıbı sevmiyorum. Bununla birlikte, kendi takımımın oyuncusu hakettiği dönemde onun için çok önemli olan bu payeyi almadığında kızıyorum. Yoksa Beşiktaş'tan oyuncu alınmış, alınmamış zerre umrumda değil. Hatta, bizden oyuncu almasın aman sakatlanırlar diye endişelenirim. Ancak profesyonel bir futbolcu için kıymetli bir alan olduğunu da bilirim. Oyuncum adına üzülürüm, o üzüldüğü için.

Toraman'ın seçilmemesi bu dönem ile ilgili değil sadece. Çok uzun zamandır nedense tercih edilmiyor. Üst düzey stoper olduğu iddiasında değilim; ancak hiçbir zaman haketmediğini söylemek de büyük haksızlık olur. Kimlerin ısrarla seçildiğini düşünürsek.

Aynı şekilde Necip, geçen sene gösterdiği performans ile A takıma seçilmemiştir. Necip gibi genç oyuncular için çok daha mühimdir bu. Gelişimlerini ilerletmek adına mühimdir. Onun gibi oyuncuları diri tutmanın, çıta altına düşmemesini sağlayan unsurların başında gelir.

Durumu Beşiktaş ile sınırlı tutmayalım. Mesela Gaziantepspor'daki Olcan, geçen sene ligin en iyi adamlarından biriydi. Bu çocuk, bu performans ile seçilemediyse, daha nasıl bir performans sergilemeli? Olcan, kendi kendine dememiş midir, şimdi çağırılmadıysam bir daha hiç çağırılmam heralde diye. Senenin en çok süre alan adamlarından biri olan Kayserisporlu Hasan Ali, kendi takımında dahi oynayamayan mevkidaşının çağırıldığını görüp, kendisini göremeyince ne düşünmüştür acaba? Örnekler artabilir gitgide. Akla ilk gelenleri saydım sadece.

Tekrar konunun başına dönelim. Toraman'ın açıklamalarından sonra Oğuz Çetin de yanıt vermiş hemen. Tabiki de yanıt hakkı olacaktır. Ama sırf yanıt verirken kullandığı üslup, kurduğu cümleler bile onun seçimlerinin ne derece yanlı olduğunun kanıtı.

"Kişiler ve isimler hiç önemli değil. Bu konuda konuşmayı sevmiyorum ancak bu konuda şöyle bir örnek verebilirim. Türk futbolunda önemli yer almış bir kişiyim. 19 yıl Türkiye liginde oynadım, 26 yaşında ilk kez A milli formayı giydim ve 70 kez milli oldum. Milli takım kaptanlığı yaptım. 1999'da Sayın Mustafa Denizli'nin milli takımın başında olduğu dönemde milli takıma alınmadım ve hiçbir zaman da konuşmadım. Dolayısıyla duygulara hakim olmak lazım. Kimin hakkında konuştuğuna dikkat etmek lazım. Ama ben her zaman bu tip gençlere hoşgörülüyüm. Gençler, heyecanlılar, istekleri, arzuları var. Ama öncelikli olarak kendi performanslarına bakmaları gerekiyor ve bu tarz eleştiri yapan oyuncuların o mevkide oynayan oyunculara bakması gerekiyor. Uygun görülen, inandığımız oyuncuları bünyemize alıyoruz. Tabii ki Toraman gibi oyuncular da performansını yükseltirlerse, üstün başarı gösterirse, özellikle takımında oynamaya başlayıp orada gözümüze girerse o da milli takıma tekrar girebilir."

Bu söylenenler doğrultusunda kendisine sormak isterim:

1- Bu konuda konuşmayı sevmiyorum dedikten sonra kendisiyle ilgili "sözüm ona" bir örnek vermek, kendini yüceltmeye çalışmak yüksek egonun bir sonucu mudur?
2-1999'da milli takıma alınmadığını söylerken bizlerle dalga mı geçiyor, şaka mı yapıyor? Çünkü Oğuz Çetin, 1963 doğumlu. 1999 senesinde 36 yaşındaydı ve 1 sene sonra aktif futbol hayatını sonlandırdı. 99 senesinden örnek vermek ancak şakacı bir kişiliğin örneği olabilir.
3-Ülkemizdeki oyuncuların kimin hakkında konuşup, konuşmayacağına dair yazılı bir liste var mıdır? Var ise bilgilenmek isteriz.
4-Gençlere hoşgörü.. Toraman, 30 yaşında. Mesleki anlamda genç değil. Bu soru değil, bir hatırlatma.
5- Eleştiri yapan oyunculara, kendi mevkilerinde oynayan diğer oyuncuların performansları ile kendilerininkini kıyaslamayı tavsiye etmek güzel bir öneri. Şu kıyasın değerlendirmesi hepimizi mutlu edecektir: Gökhan Zan, Servet Çetin?
6-Takımında oynayıp, gözümüze girerse Toraman'ı alırıza istinaden de: 5. sorudaki isimleri cepte tutarak, Yekta Kurtuluş ve Mert Günok'un nerede gözünüze girdiğini açıklarsanız bahtiyar oluruz.