28 Kasım 2010 Pazar

Unutan İyileşir


Maç bittikten sonra az çok kafamda tasarlamıştım ne yazacağıma dair. Guti'den bahsedecektim, Schuster'in birkaç haftadır süren üzgün, sessiz halinin geride kaldığından söz edecektim, vs., vs. Maç sonu, Cenk'in demecini dinledikten sonra hepsi ikinci planda kaldı.

Yediği hatalı gol kendisine sorulduğunda hem öz eleştirisini yaptı, hem de kurduğu düzgün cümleler ile mest etti beni. Puan almamızı etkileseydi, çok üzülürdüm dedi. Mevcut Türk futbolcusu profilinin dışına çıkarak, söylemiş oldukları takdire şayan.

" Nietzsche'nin sevdiğim bir lafı var, unutan iyileşir der. Bu laf da benim hayat felsefemi yansıtıyor. Ben, yediğim golü unuttum, futbolcu balık hafızalı olmalı. Daha yeniyim bu işte."

Maç sonlarında, birbirinin kopyası cümlelerin telafuz edildiği, "şey, yani" demeden cümle kurulamayan bir ortamda "ben, farklıyım" demeyi başardı Cenk.

Galibiyet haliyle keyiflendirdi; Cenk'in sözleri bunu pekiştirdi. Beşiktaş'ın kalesinde Nietzsche okuyan bir adamın varlığı çok hoş.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Kifayetsizlik


Maç benim için henüz devre olmamışken, 2-1 önde iken bitti. Sakatlanan Quaresma'nın yerine Erhan Güven'in girmesi ile. Ne olan biteni Erhan'ın üstüne yıkıyorum , ne de Quaresma'nın olmayışına sığınıyorum. Sadece Beşiktaş'ta oyundan çıkan Quaresma yerine Erhan'ın girmesine tahammül edemiyorum. Elde edilecek maksimum verim bile belliyken Beşiktaş'ta bu denli kalitesiz oyuncuların çokluğu canımı sıkıyor. Sahada zaten bolca mevcutken onlardan, bir yenisinin girmesi kahrediyor beni.

4-1 bitebilecek olan bir maç bu akşam 2-2 bitiyorsa, ne rotasyon, ne sistem anlamam ben.

Hoca, seni yiyecekler haberin olsun.

14 Kasım 2010 Pazar

Siyah-Beyaz Atkılar


Kaç zamandır kafamda vardı. Nihayet yayında artık. Atkı koleksiyoncularını bekleriz.

http://www.siyahbeyazatkilar.blogspot.com/

Bir Parça Huzur


Ya bir parça huzur ile soluk alacaktık ya da huzursuzluk ortamının dibine batacaktık. Tam anlamıyla böyle bir maçtı. Oynanacak oyundan ziyade skor önemliydi. Ve Beşiktaş nihayet galip geldi.

Maç başlar başlamaz görüldü ki, oyuncular bir an önce gol bulmak istiyor. Üzerlerindeki mevcut sıkıntıyı, olumsuzluğu bu golle yok etmek istiyor. Oyunun ilk yarım saatindeki iştahlı görüntünün bana hissettirdikleri bunlar. Sonrasında yorulan orta saha, hakimiyetini kaybedince biraz baskı yemeye müsait bir Beşiktaş ortaya çıktı. Yine mi aynı dert derken hem penaltı, hem de devre arası yetişti imdadımıza.

Hiçbir Beşiktaşlı için 1-0 rahat bir skor değildir. Bizim rahat etmemiz için ikiyi, hatta üçü atmamız lazım. Takım da bunun gayet farkında. Bu yüzden aceleci davrandılar ve cömertçe harcadılar ele geçen fırsatları. Oyuncuların büyük bir bölümünde golü atayım, rahatlayım bilinci olduğu için 2 bir türlü gelmedi arzuladığımız dakikalarda. Holosko'nun Quaresma'ya vermek yerine kaleye vurması, Quaresma'nın herkesi ipe dizip, sıfıra indikten sonra içerdeki arkadaşlarına vermeyip, kaleciye nişanlaması, Hilbert'in sağdan girdikten sonra kaleyi düşünmesi vs. . Uzatma dakikaları ile beraber yine stres tavan yapmışken, Quaresma yetişti imdadımıza. Hilbert' attığı harika pasla 2. golü bulduk. Birçok Beşiktaşlı, goool diye sevinmek yerine oh bee demiştir sanırım.

Takıma şöyle bir bakınca aksayan yerler yine aynı. Tabata ve Holosko bu takımın en verimsiz isimleri olmayı başkalarına devredemeyecek gibi gözüküyorlar. Tabata'yı Holosko'dan ayıran özellik koşuyor olması, kendince mücadele ediyor olması. Tabi bu yeterli değil. Çünkü demek ki doğru yere, doğru zamanda koşmuyor ve mücadelesi verim almaya yönelik değil. Holosko'nun hali ise bir garip. Umursamayan bir hava içerisinde. Bu da bir futbolcu için en büyük sıkıntı olsa gerek. Bunun çözümüne dair net bir yanıtım yok. Devre arasında umarım gönderilirler. Hem kendilerine yeni bir sayfa açıp, mutlu olurlar, hem de Beşiktaş'a zarar veren isimler olmaktan kurtulurlar.

Toraman'ı stoperde izledikçe Sivok diye sayıklıyorum.

Quaresma, bu takımı sahiplendi, bunu her haliyle hissettiriyor. Şu an en büyük falsosu siniri. Bir maçta, hiç ummadığımız bir anda kırmızı kartı görebilir. Çok fazla tekme yediği aşikar. Fakat hükmü kendinin vermeye çalışmasını doğru bulmuyorum. Milleti çalımlarıyla ipe dizsin yeter. Diğer türlüsüne girmesin hiç.

Rakip takım oyuncularına: Yapmayın oğlum, Guti'ye vurmayın bu kadar. Adamın her maç dizi, bacağı kanıyor. İnsafsız herifler.

9 Kasım 2010 Salı

Mevsimsiz Kar ''1-1''


Uzun bir aradan sonra Şeref Bey stadında maç izleyecek olmanın heyecanı vardı güne başlarken. Hala bıraktığım gibi miydi herşey yoksa değişen var mıydı herşeyde biraz ?

Blogun ilk yazısında da hala mevcuttur, benim için maça gitmenin en nostaljik kısmı Üsküdar'dan motorla Beşiktaş'a hareket etmektir. Öyle de yaptık bugün zaten. Ve blogun tanıtımında olduğu gibi biraz kazandibi biraz şairler'de vakit geçirdikten sonra çokça Şeref Bey'de olabilmek için dünyanın en güzel yolundan Dolmabahçeden koyulduk stada. Etraf zifiri kalabalık, quaresma formalı çocuklar ve kızlar heryerde.

Hasret giderildi maç öncesi arkadaşlarla-abilerle. O arada dinleyemedik kadroları. Bekler değişmiş, Necip kesilmiş, M.auralio'dan ekstra, Holosko'dan ışık beklenmiş. Koca 90 dakikanın analizini yapmaya yeltenmeyeceğim. Ertuğrul ya da Denizli'nin Beşiktaş'ıydı sanki sahada. Kaybedilen puanlara değil ama hala hiçbirşeyin değişmediğine tanık olmak üzdü beni.

Askere gitmeden önce geldiğim Gs maçıda 1-1 bitmişti bu maç gibi. Tribün o günde rezaletti bugünde. Maç sonu yine moraller bozuk, boyunlar bükük.

Ben gidince düzelir umarım Beşiktaş. Bizim bahtsızlığımız olarak hafızalara kazınsın sezonun en kötü maçına denk gelmem. Sezon sonuna doğru olur da şampiyonluğa oynarsak biraz daha uzatırımız hasretliğimizi.

5 Kasım 2010 Cuma

Gülüm Benim

Ne güzel zamanda geldin be çocuk...