29 Mart 2009 Pazar

Gol Olur


Futbol yorumculuğu hadisesine kafayı takmış durumdayım. Bizim nesil Ömer Üründül'ü yaşadı onun yeri çok ayrı. Ancak mevcutlarının da ondan pek bir farkı yok. Çünkü olayı yanlış idrak etmiş durumdalar. Futbolu bilen herkesin yorumculuk yapabileceği gibi yanlış bir kanı var. Her iyi futbolcunun teknik direktör olamayacağı gibi.

Birkaç maç Fatih Terim de yorumculuk yapmıştı. Maçı anlatan kişiden daha çok konuşuyor, susmak bilmiyor. Ülkede Fatih Terim korkusu olduğu için de ses de çıkaramıyor spiker.

Dün akşam da Rıdvan Dilmen vardı yorumcu olarak. (Gerçi sık yapıyor bu işi) Rıdvan'ın oyun oynanırken yaptığı yorumlardan birkaçı:

-Taç
-Ofsayt
-Kenara kaç
-Aferin oğlum
-Kaptırma

Lütfen biri bana izah etsin bunların nesi maçı yorumlamak. Yukarıda birkaç örnek yazdım ancak maçı hep benzer şekillerde yorumladı. Çok nadir maça dair, oyunun gidişatı ile ilgili şeyler söyledi. Sahadaki oyuncular seni duymuyor, sen kenara kaç diyorsun, aman diyorsun. Sonra ben maç yorumladım oluyor. Hadi ya..

"Rıdvan, doğruyu söyle, Rıdvan doğruyu söyle" Böyle yorumculuk olur mu?

Çalsın Davullar, Sazlar




Yaklaşık 1 haftadır bilgisayarım resmen ağlattı beni. Format candır felsefesi ile hareket edip, huzura ermiş durumdayım.

Ne zamandır ekleyeceğim unutuyorum. Bizim ufaklığa müzik dersinde ödev vermişler. Herkes bir enstrüman yapacak diye. Hal böyle olunca yapılacak enstrüman ve modeli bellidir:)

27 Mart 2009 Cuma

Las 13 Rosas



İspanyolca 13 gül anlamına geliyor.


İspanya iç savaşının sonlarını anlatan bir film. İçinde devrimci duruş, kahramanlık gibi temalar bulunmayan, kadınların devrimciliğini ve yaşadıkları anlatan başarılı bir yapıt.

İspanya iç savaşına dair hatırı sayılır kitap-dergi okumama rağmen ilk defa duyduğum bir olay.
13 kadının, kadın gibi devrimciliği. Kendi hayatından çok çocuğunun üzülmemesine önem veren anne gibi, Babasından seni seviyorum sözcüğünü bir kez bile duymamış olmasına rağmen babasını iyi hissettirmeye çalışan kız gibi, son kez sevdiğini görebilme derdinde olan sevgili gibi.
Sevgisini, üzüntüsünü, korkusunu saklamayan kadınlar ...

İspanya iç savaşına dair en iyi filmlerden biridir benim nezdimde. İnternete araştırdığım kadarıyla İspanya'da yıllarca tiyatro oyunuda varmış. Yönetmen Emilio Martinez Lazaro gerçekten çok iyi bir iş çıkarmış.

Filmi izledikten sonra akla Darağacında Üç Fidan ve Hoşçakal Yarın geliyor. Bir kez daha isyan ediyorsunuz 24 yaşında ki Deniz'i 45 yaşında ki Emperyalizm demekten bihaber Berhan Şimşek'in oynamasına. Ve anlıyorsunuz ki bizim hala o dönemi anlatan Başarılı yapıt olarak nitelendirebileceğimiz bir filmimiz yok ...

23 Mart 2009 Pazartesi

Sivas Deplasmanı






Takımın liderliği alacağına inanan taraftar stad önüne yağılmış, otobüsler yetmiyor.
Hangi otobüse binebiliriz telaşında iken minibüse biniyoruz. Şanslıyız çünkü bu minibüste üşüme ihtimalimiz yok(tu). Otoban üzerinde alkol satılmasının yasaklanmasından itibaren tekel bulmak çile olmaya başlamıştır. Bizim minibüste ancak Gebze'nin içine girerek, sanayi bölgesini tavaf ederek açık bir tekel bulabiliyor. Alkol bulamama sendromu sona erdikten sonra yolculuk adeta Kocaelinden itibaren başlıyor. Saatlerce muhabbetin ardından Bolu sınırları içerisinde uyuklamalar başladı. Yer sorunsalından dolayı yerde oturarak devam ediyorum yolculuğa. Bolu'da mazot için mola verdiğimizde İstanbul'a bu sene fi kere yağacak denilen ama bir türlü uğramayan, 1 metreye varan kar bizi karşılıyor. Yolculuğun bundan sonraki bölümünde uyuyacak yer buluyorum.

Kırıkkale-Kayseri sapağında kümedüşme potasında olan KolpadanGüçlüler pusu kurarak minibüsümüzü taşlıyor. Minibüsten indiğimizde ileriden bizi izliyorlardı. Yolun ters olmasından dolayı koşmaya başladı arkadaşlar, tabi ki Güçlüler de minibüslerine binerek 5. vites yol aldılar ya da geri vites diyelim biz buna. Olayın tam olarak Hastane yanında olması, telefonla durumu bildiren arkadaşlara zor anlar yaşatmadı değil. Bu talihsiz olaydan dolayı 2 saatlik bir bekleme yaşadık. Şöför emniyete ifade vermeye gitti, biz de 2. kaptan ile Kırıkkkale sanayi bölgesinde Camcı aramaya. Muşamba ile halledilebilirdi o kadar kısa süre içerisinde, öyle de oldu. Kırıkkale'den çıkarken gördüğüm bir anahtarcı tabelası beni benden almıştı adeta '' Bekir, Bekir, Yine Bekir ''. Evet dükkanın ismi buydu. Güzel bir tesiste kahvaltı yerine hastane kantininde gözleme ile yetinmek zorunda kaldık. Kaptan ifade verdikten sonra yola devam ...

Sivas şehir merkezi girişinde polisin bizi bekletme olasılığı yüksek olduğundan Yıldızeli'nin içine girdik. Orada bizi yine polisler karşıladı. 20 km ileride çok güzel tesisler var diyerek nazikçe kış kışladılar. 4 Eylül tesisleri dışarıdan pek iç açıcı gözükmüyordu, içeri ise baya bir boştu. Çorba fiyatlarında anlaşma yapıldı. Mideye güzel birşeyler girecek hevesi ile yemekleri alıp masaya oturup ilk kaşıktan itibaren hayaller alt üst oluyordu. Hastane kantinini aratmayan soğuklukta yemekler ile karşı karşıyaydık.

Minibüsün taşlanmasına rağmen hızlı yol aldığımızdan en önde giden araç bizimkisi olmuştu. Polis diğer deplasman otobüslerinide bu tesislerde toplamaya başladı. Tüm araçlar gelmesine ve maça az bir zaman kalmasına rağmen bir türlü otobüslerin kalkışına izin verilmiyordu. Bütün taraftarlar tek tek yalandan arandıktan sonra otobüslere binebildik.

Maça 15 dakika kala stad önündeydik ve şimdi turnike sırası ile uğraşmak zorundaydık. Tek turnikeden onca kişinin geçmesi imkansızdı. Yüklenmeler sonucunda bilet göstermeden herkes içeri girdi. Staddaydık ...

İlk yarıyı tellerin yanından izleyebildim. Her atağımızı görebiliyordum ama kaleye giden topları görebilmek için telin diğer tarafına bakmam gerekiyordu. Tello'nun frikiğinde süper bir zamanlama ile hem topa vuruşunu hem de topun kaleye doğru gidişini görebildim.

2. yarı sivasın golünün ardından, 2 arkadaşın omuz aralarından izledim bizim gol gelene kadar.
Akabinde golle birlikte yeniden umutlandım. Delgado oyuna girdikten sonra bir posizyonda sağ kanatta boş alanda topu sürmesi için Sür umut tarlalarını sözleri çıktı ağzımdan. Anlamlıydı aslında benim için. Hasret Gültekin'in şiiriydi, Sivastı şehir. Ufukta güneş belirmeliydi, birilerinin üzerinde kara dumanlar gezinmeliydi. Olmadı ...

Maç sonu Alen abi üçlü çektirirken yaklaşık 100 tane cep telefonu gördüm o anı çeken. O telefonları çekmek istedim ama vakit yetersizdi.

Dönüşte uyudum, iyi uyudum hemde ...

22 Mart 2009 Pazar

Liderlik Rötar Yaptı


Kadroları görünce şaşırdım. Yine kritik bir maç öncesi Mustafa Denizli değişikliğe gitmiş. Bir önceki hafta oynadığımız Gençler maçındaki Toraman-Sivok/Ernst-Cisse kuZrgusu bozulmuş. Gayet de keyif almıştık. Denizli ne düşündü de bu yola gitti, tahmin etmek zor. Zapotocny'yi seviyoruz, sevdiğimiz oyuncuları da eleştirmeyi pek beceremiyoruz. Ancak Zapo beni fena halde endişelendiriyor her maç. Defansın arkasına atılan topların birçoğunda Zapo'nun imzası oluyor. O yüzden Sivok o bölgede Toraman ile daha verimli.

Sivasspor'u mağlup etmenin yolu orta sahada hakimiyeti elde tutup, bol pas yapmaktan geçiyor. Maçın ilk 20 dakikasında Sivas'ın baskısı vardı. Fakat bu baskı kalemizi abluka altına almaktan çok, hata yaptırmaya ve kendi yarı sahamıza hapsetmekle ilgiliydi. Bu dakikalardan sonra ilerlemeye başladık. Ve zaman zaman gerçekten iyi top çevirdik, o sürede gol bulamamak aslında ikinci yarının nasıl ilerleyeceğini gösterdi.

Her iki takımın gündüz oynanan Trabzonspor maçının sonucundan etkilendiği görülüyordu. Eğer Ts puan kaybetmese idi daha dişe diş bir mücadele olurdu sanırım. Gençler maçını oyuna sonradan giren Yusuf ve Holosko'nun artıları ile kazanmıştık. Bu maçta ise sonradan yapılan hamleler pek etkili olmadı. Holosko yine sonradan tercih edilen adam olsa idi daha iyi olurdu var akıllarda. Öyle yapsa, böyle etse...se,sa'lar ile olmuyor ne yazık ki. Beraberlik kötü skor olmamasına rağmen lider olma avantajını elimizden kaçırdık. Geride kalan maçlarda Sivas'ın puan kaybedeceğine inanmama rağmen, kendi işimizi kendimi yapmaktan ziyade şimdi başkalarına bel bağlayacağız.

Gelelim işin Sivas tarafına. Fizik güçleri yüksek fakat aşırı sert oynuyorlar. Bu sertlik futbolunca içinde var gibisinden bir açıklamayı da kabul etmiyorum. Zira hayır böylesi yok. Hakem de sağolsun bu sertliğe göz yumdu. Fakat tek taraflı olarak. Bobo makasa alınıyor, faul vermiyor. Parmaklar havada uçuşuyor, Dağaşan denilen adamın yaptıklarına hırs deniliyor.Ee böyle olunca sahadaki oyuncunun verimi düşer haliyle.

Sivasspor şampiyonluk yolunda lider olarak ilerliyor, taraftarı takımı desteklemek yerine Beşiktaş'a küfür etmeyi tercih ediyor. Beşiktaş taraftarı buna yanıt verince asi ve terbiyesiz oluyor. Kimse kusura bakmasın, herkes hakettiği yanıtı almıştır bizden bugüne kadar, alacaktır da.

Taraftarına, hocasına, başkanına verilecek en güzel yanıt oradan 3 puanla dönmek olacaktı, ne yazık ki yapamadık, sene sonunda yüzümüzü güldür Beşiktaşım...

19 Mart 2009 Perşembe

Hayaller











Fotoğraflar 18 Mart 2007'ye ait. Beşiktaş-Kayseri Erciyesspor maçı öncesi semt. 25. hafta maçını oynayacağız. Ligdeki konumumuza bakınca 2.sıradayız. Lider Fenerbahçe'nin ardından 6 puan fark ile. Yani kısaca ortada ne fol ne de yumurta var. Ama şu görüntüleri kime gösterirseniz gösterin, şampiyon takımı karşılıyorlar heralde derler. Beşiktaş'ı şampiyon olmadan böyle karşıladık biz, böyle karşılamalar için şampiyon olmasını beklemedik.

Seneyi zirvede bitiremezsek eğer; ama çocuklar formayı sonuna kadar ıslatırlarsa yine böyle karşılarız.

Hele bir de şampiyon olursak...

(Derin iç karmaşalar, med-cezir halinde ruh hali)


18 Mart 2009 Çarşamba

Geçmiyor Günler


Gelsin de bitsin artık şu stres dolu vakitlerimiz. Elde ki kadrolara bakınca en kötü ihtimal beraberlik alabileceğimiz maçın "ya yenilirsek" telaşından kurtulalım. Günün ilk Beşiktaş haberlerini okurken sakatlanan oyuncu haberi ile karşı karşıya kalma korkusunu yaşamayalım. Hoca nasıl bir taktik oynatacak ki acaba merakını silelim beynimizden.

Maç başlasın. Gerekirse 90 dakika kontrollü futbol oynayalım ve gol görmeyelim. İnaniyorum ki ilk uzatma dakikalarında o golü atacağız, 3 puanı alacağız.

2 sezon önceki Sivasspor maçına askapuska ile beraber gitmiştik. Son dakikaya girdiğimizde, takımlarının rengini bağırmaktan başka birşey bilmeyen Sivasspor tribünleri Beşiktaş olamazsın şampiyon diye bağırırken İbrahim Akın golü atmış, sivasspor tribünlerini kendi takımlarının rengi olan kırmızı ile tanıştırmıştı.

Sivas'a gitme durumumuz var askapuska ile birlikte. ( ulan blog da reklamini yapiyoruz ha ) Aynı sevinci yaşayarak dönme umuduyla, aynı soğuk ve yağmurla karşı karşıya kalsak bile.



foto: antalya deplasmanı

17 Mart 2009 Salı

Amal



İsmi ve dvd kapağı ile dikkatimi çeken ve iş olan bir vakitte pause-play eşliğinde izlediğim Slumdog Millionaire'den bile daha keyifli bulduğum film. Konu en baştan itibaren klişelerle dolu olsada, filmin kurgu örgüsünü tez zamanda çözüp sahneleri ard arda sıralayacak kadar tahmin etseniz bile, izleyeni sıkmayan tam tersi hoşnut bir gülümseme yaşatan Amal isimli karakterimizin hikayesi.

Hayat öğretisini ve ideallerini babasından alan Amal ; üç tekerlekli taksi ( autorickshaw-puspus ) şöförüdür. Şehirde metro çalışmalarının hızla devam etmesi ile geleceğe dair işsizlik korkusu yaşamaktadır. Hergün evden işe- işden eve götürdüğü ve aşık olduğu bir kadın müşterisi vardır. Bir gün aşık olduğu kadının cüzdanı tam taksiye binerken küçük bir kız tarafından çalınır, Amal küçük kızı kovalamaya başlar. Kıza bir araba çarpması ile Amal'ı tanıma yolculuğuna başlarız.

Bir Berduş dolaşır Hindistan sokaklarında, sırtında çantası, elinde kitapları.
Her gittiği yerde huysuzluk çıkartır ve kovulur. Bunak ve kaba birisidir. Bizim Amal'ın puspusa denk gelir hastane kapısında. Yolculuk boyunca didişir biricik şöförümüzle. Ama Amal iyiliğiyle ve anlayışlı yaklaşımıyla alt eder ihtiyar yolcusunu.

Amal'ın geleceğini şekillendiren üç karakter ; sevdiği kadın, hırsız kız, berduş ihtiyar.
Film bu karakterlerin çevresindeki karakterlerle ilerler. Karakterler değişir, Amal değişmez.

Final sorusunda üç Silahşörlerden 3. sünün ismini sorar sunucu. Telefon hakkını kullanır yarışmacı. Sevdiği kız vardır telefonun diğer ucunda. Amal telefondaki sese koşar yarışmayı bırakarak. ( teşbihde hata olmaz )

Amal'ı izleyiniz , seveceksiniz.


15 Mart 2009 Pazar

26 = 28

26. haftada Beşiktaş lider olacaksa 28 numaralı oyuncusu sayesinde olacaktır.
Şampiyon olacaksak yine Fabian'ın etkisi büyük olacaktır bunda.
Beşiktaş'ın o bölgesinde şimdiye kadar gördüğüm en iyi futbolcusudur.
Evet Giunti'den bile iyidir. Giunti-Tayfur ikili olarak aklımıza gelirdi. Fabian ise tek başına bir futbol emekçisi. İlk dakikadan, son dakikaya.

Diğer Beşiktaş blogları ve Ege maçı yorumlamış. Sadece Fabian yazmak için giriş yaptım.

FABİAN ERNST ; yakışıyorsun futbola, Beşiktaş'a, Şeref Bey Stadına ...

Üzerimden Eksilmesin Bayrağımın Gölgesi

Kendi evimizde oynadığımız Trabzonspor maçından sonra çok üzülmüştüm, o maçı düşününce hala üzülüyorum. Çok fazla isteyen bir Beşiktaş vardı ve ne yazık ki yanlış bir kadro ile oyuna başlamıştı. O haftadan sonra defalarca gel de yanma Trabzon'a, Konya'ya diye söylendik durduk. Beşiktaş taraftarının son senelerde yaşadığı travmaları düşününce bir yenisini yaşamak hakikaten ağır gelecekti çünkü.

Ancak o maçtan beri daha çok isteyen bir Beşiktaş var. Trabzonspor mücadelesinden sonra giden puanlara üzülmüştük; fakat o mücadeleye bayılmıştık. Ve bir sonraki maçta da aynı performans sürdürülürse "neden olmasın?!" deme hakkımız olacaktı. Neden olmasındı ha Beşiktaşım? İsteyen Beşiktaş'ı görmek yüzümü güldürüyor. O günden beri geride bıraktığımız maçların tümünü olağanüstü oynamadık evet; ama çok istedik. Her birini çok istedik. Beşiktaş yitirdiği bir duygusuna yeniden kavuştu.

Beşiktaş'ın bir süredir yitirdikleri o kadar çok ki, bunları geri kazanımı çok mühim. Takımın oynayacağı şairene oyundan ziyade, attıkları golden sonra yumak olan oyuncular daha büyük keyif veriyor.

Teknik-taktik hak getire, kalp eskiyor gitgide....Gol gelmedikçe yenilen tırnaklar, titreyen dizler, yolunan saçlar, hızlı soluk alışlar, yüklen toteme yüklenler...Feda olsun sana Beşiktaş.

Ernst diye biri varmış deli orta saha diyorlar:)

Sivas'tan dönülecek 3 puan ile dünyanın en güzel deplasman dönüşü olur.

**Maçtan önce Ernst, Ekrem, Holosko gol atar diyen kahine de selamlar, sevgiler:)



14 Mart 2009 Cumartesi

Etz Limon - Limon Ağacı



Limon Ağacı... Öncelikle Berlin Film Festivali'nde gösterilmiş. Yeni izleme fırsatı buldum. Zaten bir süredir epey geriden geliyorum. Filmler eskiyor, öyle haberim oluyor. Ya da özellikle erteliyorum. Limon Ağacı bir akşamüstümü doldurdu, ne de iyi etti.

Film İsrail, Almanya, Fransa ortak yapımı. Filistin-İsrail sınırında oturan Salma'nın tek geçim kaynağı babasından kalma limon bahçesidir. Sınırın İsrail tarafına yeni savunma bakanı taşınır ve kısa sürede güvenlik gerekçesiyle limon ağaçlarının kesilme emri çıkar. Salma da karara karşı direniş sürecine başlar.

Televizyonlardan takip ettiğimiz savaşın sorumlularının, kendisine ait olmayanı nasıl da "şartlar gereği" safsatası ile lehine çevirmeye çalıştığını izliyoruz. Yaşadıkları yerden zorla sürülmek istenen insanlar yerine bu sefer limon ağaçları var. İronik ve hüzünlü bir hikaye...

- 40 sene gece gündüz demeden, Salma ve ben toprağı işledik, ağaçları yetiştirdik. Bu iş sadece sulama ve gübreleme işi değildir. Ağaçlar da tıpkı insanlar gibidir. İnsanlara benzerler. Ruhları vardır, duyguları vardır. Kendileriyle konuşulsun isterler, şefkatle ilgi görmek isterler. Ben traktör kullanmam, ne yapacaksam kendi ellerimle yaparım. Bu toprak bölgenin en verimli toprağıdır. Hayır, hayır sadece bölgenin değil, dünyanın en verimli toprağıdır.

12 Mart 2009 Perşembe

Kızsız Adam



İnternet alemininde son günlerin en çok izlenen videosu. Ayıptır söylemesi filmin yönetmeni Can Sarcan arkadaşımdır. Geçenlerde bakkalda rastlaştığımızda son filmini muhakkak izlememi söyledi. Bu arkadaşımız sadece ipod'unda 60 tane kısa filmi bulunan, haftada ortalama 5 kısa film çeken bir sinema sevdalısı ya da manyağı. Her karşılaşmamızda filmlerini söylediğinden izlerim muhakkak dedim. Sonra da izlemedim tabi ki. Bugün önce milliyet.com.tr de haber olduğunu gördüm. Daha önce de bir kısa filminde Ceyada Düvenci'nin kısa bir görüntüsü olduğu için gazete ve internet siteleri ile haşır neşir olmuşluğu vardır. Akşam Ntv'de Okan Bayulgen'in karşısında Can'ı görünce baya bir şaşırdım. Bulunduğum yer itibariyle konuşmaları duyamadım aslında. Heyecanlı heyecanlı sinema anlatışı, projelerini dile getirişi aklıma geldi .


Filmlerinin çoğu mizah üzerine kurulu olsada, kamera teknikleri ve video efektleri gayet iyidir. Kızsız Adam'ı izlemek isteyenler buraya.

9 Mart 2009 Pazartesi

Ankara Deplasmanı


Karlı Ankara yolllarından geçerek gittiğimiz bir deplasman. Bu sezon gittiğim 4. deplasmanda Beşiktaş'ın 3. galibiyeti. İlk 10 dakikada farka gideceğiz diye heyecanlanmamız ve ardından bizi şaşirtmayan bir Beşiktaş. Dönüş yolunda otobuste tek bir tezahurat bile yapilmaması tarihe not olarak düşüldü. İstanbul'a kadar uyumadan geldiğim tek deplasman... 

Daha güzel deplasmanlara ve deplasman yazılarına temennisiyle ...

7 Mart 2009 Cumartesi

Matematik


Oyna, golü at, sonra rakibe bolca izin ver alanda..Üstümüze yapışacak bu oyun kimliği. Trabzonspor maçından beri takım çok istekli maçı kazanmak adına. Oyuncuların tavırlarından bunu anlamak mümkün. Oyunun başında taça çıkan topa bile ani müdaheleleri, gollerde yaşadıkları sevinç. Bu da bizler adına hem olumlu hem de hoş noktalar.

Bugün maçın ne yazık ki sadece ilk yarısını izleyebildim. Olağanüstü bir tribün; ona eşlik eden , 20 dakikada her şeyi yapan ve keyif veren Beşiktaş. Birçoğumuz da acaba fark mı geliyor dedik? Haliyle bünye pek alışık değil bizim. Beşiktaşımız da sağolsun şaşırtmadı. Yediğimiz garip bir gol sonrasında başladık yine hem strese hem de rakibe bol pozisyon vermeye.

İşte bunlar da olumsuz noktalar. Rakip karşısında 2 farkla bile üstünken oyunun hakimiyetini birden yitirebiliyoruz. Bunun sonuçları da ağır olabiliyor. Neyse ki bu akşam sonuç anlamında olumsuz bir şey olmadı. Ama olmayacağı anlamına da gelmez. Kısa vadede bu sorunu ortadan kaldırmalıyız.

Maçın ikinci yarısı daha çok strese sokmuş. İzleyemediğim için yorum yapamıyorum. Cep telefonuma gelen mesajlar ile yetinmek durumundaydım. Her gelen mesajda yedik mi acaba korkusu? Sonrasında gooooool Bobo diye bir mesaj. Kalabalığın içinde kimselerin anlamadığı bir gülümseme. Bitsin artık diye bekleyiş ve Hacettepe'nin ikinci golü. Sonrasında hakemin eklediği +5 dakikalık uzatma. Ömrümden giden -5 yıl...Kafamda bir matematik işlemi; ekle,çıkar...Beşiktaş genç yaşta öldüreceksin beni, feda olsun...

Kaptanın kaptan gibi oynamaması çok ağırıma gidiyordu her daim. Şimdi biraz da olsa kıpırdanması...Fotoğraf Marmara'ya ithafen...

Deplasman ya da Justin




Ya Ankara'ya gideceğim ya da İstanbul'da şirkette Justin'den izleyeceğim maçı. Deplasmanın alternatifi böyle mi olur yahu ? Bekle beni Ankara ya da bekle beni Justin .

3 Mart 2009 Salı

Parmak Kaldırın


Ligin ilk yarısında kendi evimizdeki maçta, devre arası ve maç sonunda artistlik yapanları göremedik bu gece nedense kendi evlerinde? Ahmet Gökçek'in parmağı da gözükmedi ortalıkta. Gözlerini aça aça, sallıyordu parmağını. Bende şimdi sallıyorum parmağımı aha golü gördün mü Ahmet? Delgado'nun golünü...Onu görmediysen Holosko'nun? Ha Ahmet gördün mü?

Hadi golleri görmedin, atılan jantı gördün mü? Bedava biletler o kadar çoktu ki onları mı bölüştürüyordun ha Ahmet?

Görenler parmak kaldırsın!

Kim Gider, Kim Kalır?


“Şenollar, Birollar gider; Sanlılar, Yusuflar gelir.”


Beşiktaş tarihindeki ders veren hikayelerden birinin baş tümcesidir Baba Hakkı’nın bu sözleri. Dönemin başarılı ve popüler iki oyuncusu Şenol ve Birol’un, sezon sonu Fenerbahçe’ye transferi sonrasında Baba Hakkı, Beşiktaş özkaynağına dikkati çekmiştir. Giden her kim olursa olsun aslolanın Beşiktaş olduğunu hissettirmiş ve Beşiktaş’ın evlatlarının değerinden söz etmiştir.


Bu sözlerin başrol oyuncularından Sanlı Sarıalioğlu’nu hafta sonu Kanal 24’de canlı yayında izledim. Israrla Mustafa Denizli ile sezon sonunu beklemeden sözleşmesinin uzatılması gerektiğini söylüyordu. Sanlı Sarıalioğlu kendince gerekçeler sayıyordu; ancak hiçbiri mantıklı gelmediği gibi kısa süre içerisinde konuşmadan koptum. Vaktiyle, ayrılan yıldız oyuncunun yerine tereddüt edilmeden düşünülen genç oyuncu olmuşken, şimdilerde neden gençlerin yüzüne bile bakmayan bir hocanın kalması gerektiğini savunuyordu? Nasıl bir açılımı olabilir bunun? Beşiktaş’ın kazancı ne olacaktır? Şampiyonluk mu? Beşiktaş’ın ligi şampiyon bitirmesi bizleri başarılı mı kılacaktır? Yoksa gün kurtarmak mıdır?


Uzun zamandır tatsız anlar yaşıyoruz. Yönetim, tribün, tüm branşlar..Bütünüyle Beşiktaş zor günler değil, zor yıllar geçiriyor. Taraftarın şampiyonluğu özlemesi ayrıdır, Beşiktaş’ı ferah günlere taşıyacak şeyin ne olduğu ayrıdır. Ve bu ferahlığın yolu ne yazık ki şampiyonluktan geçmiyor. Beşiktaş’ın kendi gibi olmaya ihtiyacı vardır. Ve o “kendiliğin” içerisinde özkaynak da maddelerden biridir.


Bu yüzdendir ki Beşiktaşlılar her daim kendi evlatlarına daha bir düşkün olmuştur. Bu yüzden bizlere MAF dönemi sihirli gelir. Şeref Bey’in çimlerinde ne zaman altyapıdan bir adam görsek hayallere kapılmamız işten bile değildir. Sahada görmeyi arzuladığımız 11’in büyük kısmı altyapıdan gelenlerden olsun isteriz, kaptanlık pazubandını “Öz Beşiktaşlı” taksın isteriz. Beşiktaş’ın özkaynağına dair hayallerimiz bitmez.



Son birkaç senedir de yine yetenekli adamlar geliyor aşağıdan. Geliyor gelmesine de bunlardan aldığımız verim ne durumda? Oyuncuların kendilerini geliştirememeleri, eksikleri, çalışmayı sevmeyen halleri, kısa zamanda kendileri yeterli görmeleri…Bunların hepsi oyuncu ile ilgili kişisel sıkıntılar. Bir de işin diğer tarafı var. Oyuncunun beraber çalıştığı, ona yol gösterici olması gereken, eksikleri üzerine konuşup, çalışabileceği ve tüm şartlar altında sonsuz güven duyabileceği hocası, teknik sorumlu. Bu işin diğer tarafı dediğim yerde direk mağlup durumdayız biz. Şu an ki teknik direktörümüzün genç oyuncular ile uzaktan yakından alakası yok. Hiçbir zaman olmamış zaten. Serdar Özkan ve Serdar Kurtuluş’un zaman zaman forma bulmaları da kandırmamalı hiçbirimizi. Bu her iki oyuncunun da hangisi Beşiktaş’ta vazgeçilmez şu an? Ya da hangisinin oynadığı bir maç için akıllardan çıkmıyor diyebiliriz? Teknik adam kısmı önemli bir detay genç oyuncular için. Serdar Kurtuluş’un sadece Tigana döneminde güzel bir çizgi yakalamış olması ilginç. Şimdilerde bir o kadar kötü. Serdar Özkan’a çok kızıyoruz, var olan yeteneklerine ihanet ettiğini söylüyoruz. Serdar’ın kötü oyunu beni nasıl deli ediyorsa, sigara içen fotoğrafını görmek beni nasıl çileden çıkarıyorsa; bu olan bitene kimsenin müdahale etmemesi, düzelmesi adına bir çaba harcanmaması da beni aynı oranda kızdırıyor. Bu yüzdendir ki Serdar’ın futbolunu değil, sigaralı fotoğrafını konuşuyoruz. Çünkü Serdar’ın önünde örnek alacağı bir model, rol yok. Aldığı model ya da modeller her kim ise de işte sonuç şu an ki durum.


Bir başka örnek Batuhan Karadeniz…Batuhan için yıllardan beri duyduğumuz cümle aynı: Geleceğin yıldızlarından biri. Haksız da sayılmaz bu cümle. Çünkü Batuhan oynamış olduğu bütün yaş gruplarında farkını göstermiş bir oyuncu. Bütün bunların yanında Batuhan da problemli oyuncu kervanına eklendi. Medya onun yaptıklarını, söylediklerini bizlere dallandırarak aktardı. Medyaya her zaman doğru haber yapmadığı gerekçesiyle tepki koyan bizler, bu sefer her şeyi doğru kabul edip, sorgulamadan biat ettik. Taraftar arasında Batuhan’a tepki duyanlar bile çıktı. Batuhan’ın hatalı olduğu yerler muhakkak var; ancak sadece O’nun suçlu olmadığı da çok açık. Yönetim, o zaman ki sorumlu Ertuğrul Sağlam…Hepsi suçlu. Ve Batuhan bu çok konuşulan yeteneğine rağmen Beşiktaş’ta forma şansı bulamaz gerekçesi ile Eskişehirspor’a kiralandı. Acaba Batuhan ile oturup, konuşmuş mudur Mustafa Denizli? Batuhan’ın gittikten sonra yaptığı açıklamalara bakılırsa kendisiyle kimsenin konuşmadığı çok açık. Yafta da hazır: Tecrübe kazanmasını istedik. Ve şu an Batuhan’ın Eskişehirspor’da başarılı bir grafik çizmesini kendine yontanlar bile var. İşte bu yüzden yolladık diye. Endişem odur ki, Batuhan sezon sonunda Beşiktaş’ın yine aklında olmayacak. Şu anki görüntü o yönde maalesef. Beşiktaş’ın kaptanlık pazubandını taşıyan Nobre biten sözleşmesini hala yenilemedi. Ve sürekli menajerim ha bugün ha yarın gelecek senaryoları ile günleri geçirmekte. Aldığı parayı beğenmediği, daha çok istediği yönünde türlü haberler var. Hangisi doğru, hangisi gerçek bilemiyoruz. Ama kimse de çıkıp “ Beşiktaş’tan büyük kimse yoktur, giden gider, bu formayı taşıyacak niceler vardır” diyemiyor. Diyemedikleri gibi 33 yaşındaki bir oyuncuya karşılık gencecik Aydın’larını vermeye razı oluyorlar.



Filip Holosko


Yabancı futbolcu transferinde isabetli olmak transfer becerisi gerektirir. Çoğunlukla Teknik Direktör ve Yönetim'in ortaklaşa kararları doğrultusunda gerçekleşir . Ya da biz medyadan duyduğumuz kadarıyla öyle sanıyoruz. Fabian Ernst'in gelir gelmez kadroda yerini garantilemesi, oyunu ile herkesin takdirini kazanması sonucunda diyebiliriz ki büyük bir transfer başarısıdır. Aynı bölgede oynamasından dolayı çoğu kişi Giunti'yi anıyor. Ama hafızalardan kazınmayan isimlerde mevcut. Ailton, Kleberson, Higuain, Diatta, Gordon ... Ailton ve Kleberson kariyerli geçmişe sahip olmalarına rağmen bir türlü aşı tutturamadılar. Bunu beraber oynadıkları takım arkadaşlarına bağlayanlarda oldu. Ancak bu iki oyuncu Beşiktaş'tan sonrada hiçbir takımda başarılı olamadı.

Filip Holosko yine Ailton gibi Beşiktaş'ın gol ilacı olması için transfer edildi. Özellikleri karşılaştırıldığında ise benzerlikler mevcut. İkiside geniş alanda oynamayı seven, topla birlikte ilerlemeyi seven oyuncular.

Holosko'nun transferi için Manisaya 5 milyon Euro ve Burak-Koray ikilisi verilmişti. Burak Yılmaz 2,5 milyon Ytl gibi bir rakama Beşiktaş'a alınmış, Koray için ise 600.000 Ytl verilmişti.
Holosko'nun takıma dahil olması için gönderilmesi gereken Diatta'ya ise 150.000 dolar verilmişti.
Kendi liginden yabancı oyuncu alıyorsun ama Avrupa'dan bir golcü alacak kadar para veriyorsun kısacası. Peki bu kadar parayı neden vermişti Beşiktaş.

Manisa'ya 2005-2006 sezonunun devre arasında gelen Holosko 17 maçta 4 gol atmış.
Ertesi sezon 32 maçta 9 gol, bize geldiği sezonun ilk yarısında 16 maçta 8 gol. Gol ortalaması olarak kariyerinin en yüksek oranına ulaştığında Beşiktaş'ın ilgi alanına girmişti.
Devre arasında verdiği demeçlerle ve sempatikliğiyle, yönetiminde transferi inada bindirmesi sonucunda yukarıda belirttiğim şartlar doğrusunda tranferi gerçekleşti. Lakabı bile hazırdı tribünlerde Golosko. Medya ve taraftar nezdinde çokça eleştirilen bir transfer oldu. Medya kısmı verilen paranın çok olmasını, taraftar kısmı ise genelde duygusal olarak Koray'ın verilmesini eleştiriyordu.

2007-2008 sezonunda Beşiktaş'la çıktığı 16 lig maçında 7 gol, 5 türkiye kupasında 2 gol atttı.
Bu sezon ise 15 lig maçında 5 gol, 2 Türkiye kupası maçında 1 gol, 4 Avrupa kupası maçında yine 1 golü var.



Wikipedia'dan almış olduğum yukarıda ki istatistikleri koyalım bir kenara. Yoruma başlayalım.

Muhammed Demirci var minik takımda. 14 yaşında olmasına rağmen bu çocuğu bekliyoruz. Büyüsünde gelsin şu takıma, yerli 10 numaramız olsun yıllarca diye. 14 yaşında ki çocuğu beklersin. Ama benimle aynı yaşta hatta aynı günde doğmuş olan Holosko'yu da bekliyoruz. Medya kısmını geçtim, tribünün bile holosko'ya bu kadar sabırlı yaklaşması diğer yabancı oyuncularımız ya da yaşıtı yerli oyunculara olan yaklaşımına baktığımızda pek normal değil. Cisse mesela tribünde kredisini yitirmiş, hatası kollanan bir oyuncu. Son oynadığı maçlara baktığımızda Ernst'in de katkısıyla bir değişiklik göze çarpıyor.Yaşıtı yerli oyuncu örneğimiz ise Serdar Özkan. Paf takımdan yetişmiş, Beşiktaş'ın öz çocuğu. Ama bırakın maç içinde kaptırdığı topları, kadroda ismini gören ah-vah demeye başlıyor.

Forvette tek başına oynadığı maçlarda da Bobo ile oynadığı maçlarda da istenileni veremedi. Transferinin hemen ardından Manisa'da ki eski hocası Giray Bulak'ın da belirttiği gibi sadece Geniş alanda oynayabilen, dar alanda oynayamacak bir golcü izlenimi veriyordu. Ertuğrul Sağlam zamanında Sağ açıkta oynamaya başladı. Denizli'de şans verdiği zaman sağ açık olarak oynatmayı deniyor genelde. Ama tam olarak bir kanat oyuncusu olmadığı için asla çizgiye yakın oynamaya alışamadı. Birçok maç bilirim ki sağ kanat oynadığını unutttuğu anlar olmuş, fazlaca içeriye sokulmuştur. Ama yine de şu aşamada Serdar Özkan'ın hep yapmayı denediği ama bir türlü gerçekleştiremediği sağ kanattan içeriye doğru süzülme eylemini Holosko elinde bayrak sallaya sallaya yapar. Hatırladığım kadarıyla Real madrid Robinho'dan bir dönem sağ açık olarak yararlanmıştı. Ülkemizde ise bu duruma en güzel örnek Fenerbahçe'de Deivid'dir.Yani forvetten bozma sağ kanat oyuncusu. 2 sezondur 2 hoca Holosko'yu o bölgeye bir türlü monte edemedi. Burada devreye Teknik Direktör'ün futbolcu üzerinde ki etkilerine geliyor. Bu yazıyı aşan bir konudur, geçelim ...



Holosko Beşiktaş'ta ilk golünü Ankaraspor'a atmıştı. Ankara ile olan Kupa maçında büyük ihtimalle görev alacak. Holosko'ya olan sevgi ve inanç yadsınamaz. Çevremde Holosko'yu sert bir şekilde eleştiren bir Beşiktaş'lı görmedim. Holosko'da bunun farkında ki attığı goller sonrasında sevinci ile bunu fazlasıyla gösteriyor. Sahalara bir Ankara maçı ile dönecek belki de.

La topla ilerle, yardıra yardıra, rakiplerini yıka yıka yaz golünü. Seni bekliyoruz Holosko, gollerini attıktan sonra kollarını kanat gibi açmış süzülürken görmek istiyoruz seni. Ha gayret kartalım ...

Sevdiğim, Nice Senelere...


Kalbimin en orta yerinde, büyük bir yangın var alevler içinde!

Beşiktaşlı olmanın verdiği gurur, kalbimizin en derin yerinde durur.

Doğum günün kutlu olsun Beşiktaşım!

1 Mart 2009 Pazar

Beşiktaş Şiirleri



Vedat Özdemiroğlu (V.Ö) Beşiktaş Şiirleri üzerine bir kitap çıkaracağını 2 yıldır söylüyordu. Geçen sene Haziran ayında Uykusuz dergisinde ki köşesinde de kitap üzerine bir kaç kelam etti. Şu anda kitap bitmiş ama dağıtım işi nedense hala gerçekleşmemiş durumda.

Kitabı ortak tanıdık vasıtasıyla okumak niyetiyle ödünç aldım. Saygı Duruşu isimli şiirle başlayan kitap 1. şiir olarak Siyah Beyaz, 2. şiir olarak olarak ise Fuat Balkan ile devam ediyor. Şeref Görkey, Süleyman Seba,Metin-Ali-Feyyaz ile 45+1 e kadar devam ediyor. Ardından 2. yarı başlıyor. Rıza, Şifo'dan Çarşı, Madida, Ferdinand, Bobo, Delgado'ya... 90. dakika şiiri olarakta Muhammed Demirci'ye bir şiir var. 90+1'de ise kendine ithafen yazdığı bir şiiri bulunuyor. Kitabın ön kapağı gayet sade ve anlamlı. Arka kapağında ise abisiyle olan fotoğrafı bulunuyor.

İlk dakikadan son dakikaya kadar, şiir aracılığıyla Beşiktaş tarihini yorumlayarak anlatan bir eser olmuş. Kitabın son dakikalarından bir şiir, 10 numaralı formasıyla Delgado'ya yazılmış olan ...


Matias Delgado

Oyunu kuran matematik
Bozan aritmetik

Senin işin geometrik Delgado

Yap hesabını at pasını
Ardiles aşkına

Oyundan düşür şanssızlığı
Çalımla sakatlığı

Senin işin milimetrik Delgado

Yap koşunu at şutunu
Maradona aşkına

Fabian Ernst


Fotoğraf resmi siteden. Ernst ile röportaj yapılmış, bu kareye dair her hangi bir bilgi yok. Schalke'li dönemden olduğu belli. Çok beğendim. Ernst'ün, Schalke'de takımın maden ocağına indirilerek, orada çalışan işçilerle sohbet etmelerini sağlayan geleneği yaşamış olması ve şimdi Beşiktaş'ta forma giymesi çok güzel.

Guinti-Tayfur ikilisinden sonra o bölgeden bir türlü verim alamadık. Birçok oyuncu denendi, Beşiktaş'ın en yumuşak yeri oldu. Şimdi Fabian'ın gelişi ile tamamen olmasa da rahatlamış durumdayız. Yanına yerleşecek ikinci bir oyuncu ile çok daha fazla verim alınabilir.

Neyse ben fotoğrafa takıldım.Ne güzel be...