30 Kasım 2008 Pazar

Kara Kartal



isimler geçiyor gözümün önünden,üzerlerinde mübarek beşiktaş forması, artistik hareketleri- asistleri ya da golleri alt metin.
umut üretim merkezi olmuşlar taraftarın kalbinde,
gazetelerde ise parasını beğenmediği ya da alamadığı için oynamak istemiyor haberleri.
isimleri yazılı formalar, taraftarın üzerinde,
kendileri yok şimdi bıraktıkları başarı yok geçmişte.

isimler gelecek aklıma, beşiktaştan geçip gitmiş olan.
bir kere beşiktaşın içinden yürüyerek geçmiş olmayan.

gidecek bir zaman sonra elbet zan, serdar özkan,delgado ...
aklıma gelecek yıllar sonra delgado, golleri ve klas hareketleri ile hatırlayacağım.
bugünü hatırlamayacağım.
zan diyecek biri gökhan zan. omuzunun sürekli çıktığı ve vasat bir oyuncu olduğu gelecek.
serdar özkan diyecekler. ibrahim akın, burak yılmaz gelecek aklıma o ismi duyunca.
bugünü hatırlamayacağım.

giunti desem kimin aklına fb ile maçımızdaki serhat akın'ın attığı golde ki hatası gelir.
pascal desem kimin aklına ilk olarak, 2. gelişindeki ilk maçında 2 sarıdan vurdumduymazca gördüğü kırmızı kart gelir.
ya da kuntz dediğimde kim bu takımdan kaçtığını hatırlatarak söze başlar.
yasin sülün gelecek vadeden genç oyuncu değil miydi ?

en son kim bu takımın formasını paf takımdan ibaret giyip jubilesini yapana kadar çıkarmadı ?
ben hatırlamıyorum , varsa bilen yazsın lütfen.



sahi ya şimdi ki topçular bilirler mi acaba bir zamanların beşiktaşını.
mesela boş mukavaleye imza atmayı hangi çevirmen anlatabilir yabancı futbolculara
yerli futbolcuların kaçı biliyordur kör tuğrul'u, voleci şeref'i.
neden Kara Kartal olarak bilindiğimizi
namağlup şampiyon olmayı,
şerefli ikinciliği ...
biz beşiktaşı kitaplara sığdıramazken onlar kaç cümle ile anlatabilir;
güzel camia ile ilk cümleyi başlatırlar ,
taraftarı harika ile 2. yi,
3 .cümleyi söyleyebilecek kadar hangisi tanıyor beşiktaşı ?



Aşkımız renklere desek anlarlar mı acaba,
aşkımız bu renklere gönül vermiş olanların yarattığı geleneğe,
bu renklere gönül vermiş Beşiktaşlı futbolculara,
Beşiktaştaki futbolculara değil.

giden derbiler olsun, varsın şampiyonluk olsun.
maç kaybedilsin, avrupaya gidilmesin...
ama Kara Kartallar görelim sahada, çok özledik çünkü.
Biz Kara Kartalları Çok sevdik be Abi.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Sineklerin Tanrısı - Lord of the Flies


Kitabı çok önceleri okumuştum, sonra bir kez daha. Ve şimdilerde bir kez daha. Çok sevdiğim kitaplardan biridir Sineklerin Tanrısı. İki defa da filmi çevrilmiş. 1990 yılında çevirileni izledim, 1963 yapımı olanı ise henüz izlemedim. İlk film kitabın epey vasatı. Kitabın büyüsünün yanına yaklaşamaz. Kitap Nobel ödüllü ayrıca.

Okulda kütüphanedeki görevli ile tartışmıştım; sıradan, adaya düşen çocuklar hikayesi olarak değerlendirmişti kitabı. Kitap böyle bir eser olmadığı gibi gerçekçi ifadelerle donatılmış ve simgesel anlatım yolu ile de zenginleştirilmiştir.

Willam Golding'in kitabı, Ballantyne'in eseri Mercan Adası ile karşılaştırılmış çoğu kez. Kitapla ilgili araştırma yaparken çok defa çıkar bu isimler karşınıza. Ballantyne'in kitabında, batan gemiden kurtulan 3 İngiliz gencinin yaşama tutundukları adada "Britanya Uygarlığı" nın minik bir kopyasını meydana getirdikleri anlatılır. Britanya'ya övgüler, mükemmelikler vs vs..

Golding'de ise bu durum ile alay fazlasıyla mevcut. Yine İngiliz gençleri adada. Bu sefer atom savaşı yüzünden güvenli bir yere götürülmeye çalışılıyorlar. Fakat uçakları saldırıya uğruyor. Yaşları 6-12 arasında değişen gençler bir adada yaşam savaşı vermeye başlıyorlar. Zaman geçtikçe yaşananlar adanın güzelliği ile örtüşmüyor.

Zorbalık, düşünce özgürlüğü, faşizm, iktidar mücadelesi...Sineklerin Tanrısı'nın her sayfasında bolca var. Okumayı tercih edenler kesinlikle Mina Urgan çevirisini tercih etmelidir.

Eziyet Edenin !

C.tesi günkü Fb maçının biletlerinin ne zaman çıkacağı hala tam olarak belli değil. Her sene alışık olduğumuz üzere önce Güvenlik Kurulu toplantısı yapılır,ertesi günde biletler çıkar. Güvenlik Kurulu toplantısı bugün yapılması bekleniyordu, yarın olacakmış. Biletlerde bu durumda Cuma günü çıkacak gibi. Sadece 3-4 yerde satışa sunulacak olan biletleri almak için Beşiktaş taraftarı yine eziyet çekecek.

Ne gibi kararlar alınacak bu toplantıda ?
Beşiktaş taraftarının topluca yolculuğu olmayacak , Maça en geç 5-6 gibi girilmesi gerekecek. Meşale ve benzeri stada sokulması yasak olacak. Biletsiz seyirci alınmayacak.
Her sene alınan kararlardan farklı madde ortaya atılmayacak. Biz yine taksilerle maça gideceğiz. Vapurla Kadıköy'e geçen taraftarlar geri gönderilecek.

Fotoğrafı koyma sebebim, acaba vali deniz taksi ulaşımınıda taraftara kapatmayı düşünüyor mudur ? Uçakla taraftar geleceğini duyum aldığını söyleyen validen böyle bir karar çıkması durumunda kimse şaşırmaz.

Bu deplasmanlarda öğrendiğimiz en önemli kelime Münferit ! Diğer takım taraftarları bir şekilde topluca bizim maçlara gelebilirken, bizden münferit yolculuk yapmamız isteniyor. Aksini kimse iddia edemez galiba.

Her türlü eziyete ve çileye rağmen yine de GELİYORUZ !

25 Kasım 2008 Salı

Cautiva


İlk karesi futbolla başlayan bir film. 1978 Dünya Kupası Finalinde Arjantin kendi evinde finalde Hollandayı 3-1 yenerek kupayı kaldırır. Cuntacı Generallerden biride kupayı vermek için sahadadır. Cunta yönetimindeki Arjantin'de saha dışında yaşanan gelişmeler ise gizli kapaklı yürütülmektedir. Resmi olmayan rakamlar olsada 30.000'e yakın insan kaybolmuş, yüzlercede bebek ve çocuk...

Polis bir baba ve ev hanımı bir anneye sahip olan Cristiana , gerçek ailesinin bunlar olmadığını ilk öğrendiğinde asla kabullenmez. Anne ve babası aslında Cunta döneminde muhalif olduklarından tutuklanmış ve hapishanelerde tutulmuş kişilerdir. Film biyolojik aile- bakıcı aile tartışmasına doğru gidecek diye düşünürken, Cristiana - gerçek ailesinin verdiği isimle Sofia- cunta döneminden beri haber alınamayan ailesini araştırdıkça o döneme ait geniş bilgiler toplamaya başlar.

Gerçek bir hikayeden kurgulanmış filmde Türkiye geçmişi ile benzerlikler yok değil, ekşisözlük'te ki filmin yorumunda bahsedilmiş olduğu gibi, sadece futboldaki başarısızlığımız ayırt edici özellik olarak ortaya çıkabilir.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Üzerimden Eksilmesin ...



Rakiplerin kader birliği etmişçesine golsüz beraberlikleri iştah açıcı ön yemek gibiydi.
Bayrak organizasyonu ise ayrı bir merak konusuydu.
Her ne kadar yetersiz gözüksede, görsel açıdan gayet iyiydi bayraklar.
Takım sahada , taraftar tribünde üzerine düşeni azami ölçütlerde yaptı. Mükemmel değildi ama
kazanmayı öğrenmek adına güzel bir sonuçtu. Denizli ile değişen futbol mentalitesi keyif verici düzeye gelmek üzere.

-Form grafiği denen istatistiklere bakılırsa Delgado'yu Wanted ibaresi altında fotoğraflamak gerekir.

-Konuşan Tribün ( posizyon golmüş allah belanı versin, posizyon penaltıymış allah belanı versin .. ) , sanki evinde maç izleyen birinin tepkisini, 30 bin kişinin haykırması.


Üzerimden eksilmesin Bayrağımın gölgesi !



marmara

23 Kasım 2008 Pazar

İstiklal'de 15 Dakika




Akşam işten çıktığımda, yağmur ve fırtınadan nasibini almış bir istiklal caddesi vardı.
Ama yine de direnmeye çalışan, canlıyım her daim dercesine. Herkesin elinde bir şemsiye, şemsiye satıcılarının önünde kuyruklar...
Sağlam,kırılmaz diyor şemsiyeci malını tanıtırken, gülümsüyor yerde kırılmış onlarca şemsiye. Cadde boyu yerde ki kırık şemsiyeler ve ellerde fırtınaya dayanmaya çalışan şemsiyeleri izleyerek geçtim. İnsan sesleri ve yağmur sesi birbirine harmanlanmış. Caddenin sol tarafında ki bir mağaza da Hatırla Sevgili müzikleri, sağ tarafta Issız Adam müzikleri çalıyor.Yağmura rağmen hala birbirlerine sulu şaka yapmaya çalışan gençler, meraklı bakışlar arasında kayboluyor gözlerden. İleride bir kavga çıkmış, polis orada bitiyor hemen. Bir çocuk kaybolmuş, abisini arıyor. Salih abi salih abi diyerek yaşlı gözlerle isyan ediyor . Kalabalığın çoğu umursamıyor. Yağmur yağıyor, çocuk ıslanmaya aldırmıyor, abisini arıyor. Çocuğun çaresizliği, hatırla sevgili ve ıssız adam müzikleri, yağmur ve fırtına, polisler ve kavgacılar, seyyar satıcılar ... Çocuk abisini buldu sonunda, daha doğrusu abisi onu buldu. Sarıldılar bir filmin son sahnesi gibi. Her daim film gibi yaşayan İstiklal caddesinin akşam saatlerinden sadece 15 dakika ...

21 Kasım 2008 Cuma

Ortaya Alevli


-Sezonun ilk soğuk algınlığına yakalandım. Hapşurma isteği ile doluyum. Önümüzdeki haftaya kadar geçmesi gerekiyor. C vitamini takviyesi işe yaramazsa, büyük yalanmış bu vitamin C diyeceğim.

-Kafamda hep bloga bir şeyler yazmak var, sonra daha başka şeyler yüzünden hep erteliyorum.

-Metin'i izledim bugün Habertürk'de. O dönem ki Beşiktaş ile şu an ki arasında ne yazık ki çok fark var. Sadece başarı anlamında değil, her anlamda. Beşiktaş'tan bahsederken gözlerinin içi parlayan adamlar...

-Yeğenim ıslık çalmaya çalışıyor. Evin içinde sürekli aynı ses fiu, fiuuu..Başarısız girişimler, meyvesini alacağız ama muhakkak:) Arada bir tiz şekilde tutturuyor, sanki bir şeyler kazanmış, başarmış gibi mutlu olup, gülüyor, işte oldu diye. Bir süre önce de parmak şıklatmaya takmıştı.

-Mustafa Denizli, Bobo'yu 11'de çıkarsın Es-Es maçında. Haftalardır formsuz olan Holosko ile başlamasın lütfen. Bobo bu maç yapacak bir güzellik.

-Hastayım, yazamıyorum.

-Foto yine Nuri Bilge'den.

19 Kasım 2008 Çarşamba

Omuz Omuza


Dün şehirin havası pek bilmediğimiz tattaydı. Ekşi, acı...Su içsen de geçmeyeceğini bildiğin şekilde. Bir tarafta sevdasının peşinden giden Özgür, bir tarafta direnmeye çalışan Anıl. Her ikisinin de güzel öyküleri vardı eminim. Ve her ikisi de annelerinin biricik oğluydu.

Ülkede taraftarlar potansiyel suçlu muamalesi görürken, bireysel silahlanmaya ses çıkaran yok. Ses çıkarılmadığı için kaybettik Özgür'ü. O yüzden Karşıyaka Çarşı'sı bugün çok mutsuz. O yüzden deplasman kovalayan herkes benzer tehdit altında. Suçlu, kötü insan diye lanse edilen taraftarlar gösterdi yine insanlığını. Her ne kadar farklı da olsa rengimiz, acılarda en büyük destekçi biziz denildi. Layıkıyla bir "Omuz Omuza" izlettirildi.



Dayan Koca Adam dedi arkadaşları, sesleri duyuldu, Dayan Koca Adam dedik. İlik haberi geldi, oh be dedik. Sıra sende Anıl diye bekledik. Anıl kardeşimiz dayanamadı. Cenazede annesi "Şimdi ben onun anıları mı ile yaşayacağım, bugünler için mi adını Anıl koydum" dedi. Bir şey diyemedik.

Kardeşlerimizin ruhu şad olsun. Aramızdan ayrılırken bile çok şey öğretip, yaşattılar bize.

Siyah

Bir deplasman hikayesi, aileden habersiz gidilen, takım sevdasının sadece futbolla ibaret olmadığını gösteren. Deplasman otobüsleri yanaştımı mola verilecek yerlere, gergin bakışlar karşılar genelde aşağıda. Bir sıcak çorba içmeye gelsende ya da sadece wc molası için bile olsa potansiyel holigansındır. Özgür'ce deplasman yapamazsın bu ülkede, sevmeye engel değildir mesafeler lakin katettiğin yollarda sevdasının peşinde olan biri değil çapulcusundur,hırsızsındır,işsiz güçsüzsündür. O yüzden tvlerde öncelikle olay sonrası harabeye uğramış benzinliği gösterirler, harabe olmuş aile ve taraftar yerine.
Rahat uyu Özgür...
Bu taraftar senin ölümsüz sevdanı anlıyor en azından.


Bir hayat hikayesi. Dayan Koca Adam sloganıyla hayatımıza giren kocaman bir dayanışma.
Uygun ilik bulundu cümlesinin ardından havadan kocaman solunan bir hava .
Umutları yeşertip, kocaman bir hava soluduktan sonra, alınan haberle nefessiz kalma ...
Olsun Denedin en azından, senin aracılığınla küs olanlar birarada olmayı denedi.
Yenilen yok ...
Rahat Uyu Anıl ...

18 Kasım 2008 Salı

Issız Adam


Gidilesi, izlenilesi bir film. Abartısız olarak mekanların hepsini tek tek bilmem filme bakış açımı biraz değiştiriyor belki de.
Daha sıcak geliyor. Filmi Atlas pasajında izlemedim ama orada izleyenlerin duyguları eminim daha farklı oluyordur.
Filmden çıkıyorsun, az önce Ada'nın olduğu yerdesin,
kapıya geliyorsun gözlerin Alper'i arıyor.
Enteresandır film Beyoğlu'nda geçmesine rağmen, beyoğlunun en önemli sinemalarından biri bu filmi orada ki sinemasında yayınlamıyor.
Bildiniz AFM. Afm davetiyem olduğu için en yakın yer olarak Teşvikiye'de izledik filmi.

Oyunculukların çoğunu beğendim. İngiliz Şenol ve Anne bile başrol oyuncusu kadar performans sergilemişler.
Başrolda ki bayan karakterimiz Ada, gördüğüm en doğal karakterlerden biri.
Erkek başrol oyuncumuz Alper ; hergün taksim'de selam verdiğim arkadaşlarımın ortak bir bedende ruh bulmuş hali.
Belki biraz da benden..

Çağan Irmak'ın montajda denediği yeni şeyler de genel itibariyle güzeldi.
Sahne altına önceki sahnenin sesleri döşenmesi Zeki Demirkubuz'un filmlerinde ara ara rastladığımız bir güzellik.
Issız Adam'da da bolca kullanılmış. Filmin kurgusuna oldukça yakışmış. Ama yer yer abartılmamış değil.
Diğer bir montaj tekniği ise cam cut. Uzun planların aralardan kareler yada dialoglar atılarak ard arda gelmesi.
Genel olarak komedi unsuru barındıran uzun planlarda yapılır. Ki Ada'nın dükkanında bunu Alper'in bir planında yapmış.
Ama finale yakın Ada'nın ayrılık sonrasındaki dialoglarına cam cut yapılarak filmin önemli sahnelerinden biri kanımca kuşa çevrilmiş.
Tabi ki filmin süresinin uzun olması böyle tasarruflarda bulunmayı gerektirebilir, ama bu sahnede olmamalıydı derim.
Amors planların geneli sync değildi. Yani ; omuz planlarda arkadan omuzunu gördüğümüz karakterin ağzı oynamamasına rağmen(bunuda yüzün hareketinden anlarız) dialoğu olması.
Seyirci anlamaz diye genelde geçiştirilir.

Finalde toplam süresi 10 saniyeyi geçmeyecek bip plan var ki, Eminim kare kare çalışmışlar o plan üzerinde.
Kısa bir plan olmasına rağmen ters orantılı olarak o kadar etkileyici. Fimden sonra aklımda en uzun süre kalan o plandı.

Müzik seçimleri gayet iyi. Arşivimi araklamış sandım bir ara. Eve döner dönmez aynı parçaları tek tek dinledim.


Mekan notlarına ise değinmeden geçemeyeceğim.
Gömlek değiştirmek için Roll mağazasına giriyor, biz başka bir pasaj görüyoruz. Tekrar Roll'dan çıkıyor.
45'lik normalde bir metal bardır. Ama mekan orası değil.
Sahafçıdan çıktıkları pasaj Turistik pasaj, tek bir tane bile sahaf dükkanı yoktur.
Fransız sokağının etrafında o kadar dolaşmalarına rağmen içine bir girmediler.
Aynı şekilde Tünel ve istiklal'de o kadar plan varken güzel bir tramvay planı göremedik.
Tünel'e gitmek için Cihangir'den İstiklal'e çıkmaya gerek yoktur, Firuzağa ve Çukurcuma'dan geçilebilir.
Arabayla anneyi karşılamak için Harem otogarına gidişlerindeki istikamet doğru ama Anne'nin Mersin'e dönüşünde yolcu ettikten sonra kullandıkları istikamet yine aynı.
Harem'den dönüyorlar ama yine Harem'e gidiyorlar.Büyük ihtimalle tek günde tek istikamette çekmişler sahneyi.

Bu saydıklarımı kesinlikle filmi kötülemek için söylemiyorum. Baştada belirttiğim gibi gidilesi bir film.
Keşke filmi Atlas pasajında izleseydim de. Çıkışta, Alper gibi bir yukarı bir aşağı yürüseydim.

Tarçınlı, havuçlu kek tarifi verebilecek biri var mı ?
Nil burak dinleyip kek yemek istiyorum da ...




marmara

16 Kasım 2008 Pazar

Ben X


Daha önceleri 2 defa izlemek için yeltenmiş ama sonunu getirememiştim. Ferdinand, blogunda yer verince izleyeyim artık dedim.

Belçika yapımı filmin yönetmenliğini Nic Balthazar yapmış. Filmin baş karakteri Ben, archlord isimli online oyunda oldukça güçlü bir karakterdir. Gerçek yaşamda ise bu güçlü karakterin tam zıttı bir profil sergiler. Asperger sendromuna sahip bir otistiktir Ben. Yaşamı onun için zorlaştıran bu unsurun yanı sıra, bir de etrafında merhamet duygsundan yoksun karakterlerin bulunması onun işini daha da zorlaştırır.

O'nu mutlu eden nadir şeylerden biri oyundaki Scarlite'dir. Ve O'nunla gerçek hayatta karşılaşma fikri bile heyecan vericidir.

Sürekli dalga geçilen olan Ben, filmin sonunda kendince bir intikam alıyor. Oyundan çıkmak için çevrimdışı olmak yeterli iken, gerçek hayatta ölünce tekrar dirilme şansının olmadığını sadece kendine değil, herkese tekrar hissettiriyor.

*Birkaç mesaj üst üste Ferdinand dedik, okunası şeyler yazıyor, seviyoruz, selamlar.

Maddesel


Bloga bir şeyler yazmak için girdim, çat bebenin fotosu çıkınca karşıma ürktüm önce. Yanlış yere girdim sandım:) O yazacağım bir şeyi erteliyorum şimdilik. Yanıt veresim var sana Marmara:)

-Geçen hafta Fenerbahçe-Galatasaray derbisi oynandı. Bu maça deplasman seyircisinin gitmesinde bir sakınca yok ama bizlerin Bursa'ya ya da Bursalılar'ın İstanbul'a gelmesinde sakınca var! Çok bilen yetkililerin nasıl çeliştiği ortada ama mantıklı bir açıklamaları yok tabi. Bizler de en fazla kendimizi yok Uefa finali Kadıköy'e verildi, yok Ş. Ligi finali Olimpiyat'ta oldu diye kandırırız. Sen önce İstanbul'daki taraftarın Bursa'ya gitmesine izin ver!

-Sinemaya gitmiyorum kaç zamandır, sürekli evde izliyorum. Evet diyecek başka bir şeyim yok.

-Nuri Bilge Ceylan filmleri fotoğraf kareleri. Sanki fotoğraf çekmeyi daha çok seviyor. Ama olsun çok güzel demişti "Yalnız ve güzel ülkeme" diye.

-Her gün her gün bira, vodka ohh mis...Bi de üstüne taksi. Para var huzur var:)

-Aramadım seni hala aradığımı iddia ediyorsun, kontrol ettim arama geçmişini yok işte. Ayrıca borazanı unutma. Aha buraya da yazdım, her açışında görürsün.

-Havalar soğudu biraya uzağım, rakı candır, likör kankadır.

- Yarın kazanalım, Fenerbahçe maçına kadar kayıpsız gidelim, sonra da deplasmanda Fener'i yenelim. Ama yarın lanet gündüz maçında lütfen Bursa'yı yenelim.

- Fotoğraf Nuri Bilge'nin.

Ege

Untitled ...




- Beşiktaş taraftarı Bursa'ya gitmiyor. Bursa İstanbul'a gelmiyor.
Futbolda Şiddeti teşvik edici karar değildir de nedir ?
Daha kendi ülkende ki takımlar arasında maçların güvenliğini sağlayamıyorsan, olimpiyatlar ya da euro cup'a aday olma yırtınması nedir ? Onlarca ülkenin katılacağı organizasyonlara evsahibi olacaksın ve vatandaşlarının gelmemesini mi isteyeceksin ?


- Yerli yapım filmler yine revaçta. Kültür Bakanlığı, Türkmax ve Euroimage başta olmak üzere sponsorlar sağolsun bir bakıma.
Filmlere destek çıkılıyor ve yapım sayısıda artıyor. Yeterli mi ? Değil tabi ki.
Mustafa 100'lerce salonda gösterimde iken 3 salonda oynayan filmler geçiyor sinemalardan, haberimiz bile olmadan. Sonra Dvd'sine rastlıyorsun tezgahlarda 2007-2008 yılına ait filmler ama ilk defa duyuyorsun ismini.

- Üç Maymun'u izledikten sonra uzun uzadıya anlatabilseydim keşke burada. Çok iyi fotoğraflar var diye başlayıp , fotoğraflarla bitirseydim yazımı. Ahan da film öyle birşey. Uzun sekanslarda uzun flu planlar, ters ışık aynı kadrajda farklı fotolar, arada detay planlar başlı başına fotoğraf olan. Filmde oyunculuk,kurgu,senaryo adına tatmin olduğumu söyleyemem. Çoğu kişinin hemfikir olduğu gibi farklı bir Nuri Bilge Ceylan filmi. Yine de izleyin, bana bakmayın siz.


- İş çıkışı yorgunluk atmak için 2 bira içeyim arkadaşlarla diye başlayan ve ama biranın uykuyu kaçırmadığını unutan mantığın cezasını, otobüste uyuya kalıp son durağa kadar gittikten sonra taksiye verilen para ile anlamış oluyorsun ki akılsız başın cezasını cüzdan çeker.

- Uykulu gözler, ağızda ve kültablasında aynı anda yanan sana ait 2 sigara, beşiktaş-kadıköy, otobüs-vapur-dolmuş-taksi , aileden sonra en çok özlenilecek şey; kendi yatağın.
Yoğun iş temposu denilen şeyin vücuttaki etkileri 3 kelime ile anlatılmaz, yaşanır.

- Futbol - Sinema - Bira ve Ben . Beleştepe.blogspot'dan araklama gibi oldu valla. Kendiliğinden böyle bir yazı çıktı ortaya. Kusura kalma ferdinand :D


Ara sıra bloga Ege'de birşeyler yazsın yahu.



marmara

10 Kasım 2008 Pazartesi

Şeref Görkey


16 yaşında iken Beşiktaş'ın kapısından içeri girdi, bir daha da çıkmamış.
20 sene boyunca 10 numarayı layıkıyla giymiş.
Vole denilince ilk akla O gelmiş.

Ruhu şad olsun...

*Beşiktaş'la özdeşleşmiş isimlerin anmasına gitmeyen bir başkanımız var. Bu hayat dediğin elbet birgün biter "Sayın Başkan"

Ege

5 Kasım 2008 Çarşamba

129T


Fotoğraftada görüldüğü üzere Kozyatağı-Taksim arası çalışan bir belediye otobüsünün hat numarası 129T. Daha önce bir kaç blogda da yer verilmiş bu güzelim otobüse. Kendisini diğer tüm hatlardan ayiran ozellikleri; tek bilet ile karsiya gecen bir otobus olmasi, Kozyatagindan kalkan otobusler arasinda Libadiyeden gecen tek otobus olmasi. Libadiyeden gectigi icin kesintisiz 3 yil, onun oncesinde de 2 yil, yani toplamda 5 yildir kullandigim bir hat.Eskiden ismi 129 BT idi daha sonra B kaldirildi.

Hergün kullandigimdan mutevellit o kadar cok enstantane ile karsi karsiya kaliyorumki bu otobuste artik burada paylasmak farz oldu. Şimdilik elimizde ki tek foto wowturkey den alintidir- sagolsunlar-. En yakin zamanda kendi cektigim fotolarida koyacagim.

Dun aksam 7 civarlarinda işe gelirken şöförün yaninda 14-15 yaslarinda bir cocuk vardi. Trafik tikanikti ve sebebi kopru oncesinde otobusler icin ayrilmis olan seritte calismalarin olmasiydi. Trafigin olmasina yasli teyzeler ve adamlar soyleniyordu ki bu her zaman her otobuste olacak birseydir. Enteresan olan ise o cocukta trafigi elestirmeye basladi ve oyle ileri gitti ki konuyu dogalgaza, sisteme,hukumete ve halki elestirmeye kadar getirdi. Herkes susmus cocugu dinliyor, cocukta iyice heveslenip daha da konusuyordu. Cocuk sustugunda herkes helal olsun valla suncagiz cocuk bile herseyin farkinda gibilerden konustular.

Ayni otobusun 2. vakasi direk benle alakali. Otobüsün ters koltuklarından birine oturmustum. Duraklardan birinde baya bir kişi bindi ve otobus doldu. Yaşlı biri görürsem yer verecektim. Başımda biri dikiliyordu ve ben bakmiyordum ona, cunku tahminimce pek yasli degildi. Boyle dusunmeme sebebiyet veren ise kadinin modern şalını yuzumde hissediyordum ve nefesimi tıkayan bolca surdugu parfum . Karsimda oturan yasli teyze ile yaninda oturan adam surekli bir bana bir de basucumdaki sahisa bakiyorlardi. Icimden ulan yer vermek zorundamiyim ne bakiyorlar ki boyle dedim ve arkama bakıp yer verme geregi hic duymadim. Bir sonraki durakta inenler oldu ve ayaktakiler ilerleyecekti. Oh be dedim basimdan cekilip gidecek. Artik kafami cevirip bakabilirdim. Dekoltesinden kıllı bağrı gozuken, yuzu makyajli ve rengarenk giyimiyle 40 li yaslarda bir adam gordugumde oyle sasirdim ki karsimda oturan teyze tepkime dayanamayip guldu biraz.


daha neler var bu otobuste bekleyin hele ...


marmara

3 Kasım 2008 Pazartesi

Rovdyr


Filmi hangi ara, neleri düşünerek edindim hatırlamıyorum. Dün akşamımı bu filme ayırdığım için de kızdım kendime. Halbuki adını ne çok beğenmiştim. Korku ve gerilim filmlerini sevenler artık çok az iyi yapımla karşılaşıyor. Çünkü hep benzer senaryolar, benzer şekilde sunuluyor. Bir sonraki kareyi, filmin sonunu tahmin etmek zor değil. Bolca kan ve şiddet olursa o kadar korkunç olur zihniyeti popüler bu ara.

Norveç yapımı filmde 2 çift kamp yapmak için yolculuğa çıkıyor, mola verdikleri ıssız benzin istasyonunda görülen tipler ve yaşanan 1-2 şey size ipuçlarını vermekle kalmıyor, direk servis ediyor. Yolculuklarına devam eden çiftlerimiz, o tiplerin avı oluyor. Başlıyor ormanda kovalamaca, bolca kan, bağırsaklar, parçalanan topuk...

Bunun adına da biz korku filmi çektik diyorlar. Ben de çok şey dedim bitince.

Kimi korku film festivallerinde övgü almış Rovdyr, övgü veren arkadaşlarla tanışmak ister bu bünye.

Ege

10 !



Şifo ile Sergen yan yana oynar , oynayamaz tartışmalarıyla geçti bir zaman. Sonra Şifo gitti, alan Sergen'e kaldı dedik. Ama o da fazla durmadı gitti geldi, sakatlandı,göbeklendi. Akıllarda attıları goller kaldı ama getirdiği şampiyonluk dediğiniz zaman sadece 100. yılı hatırlarız.



Ardından Rico, Delgado yan yana oynar mı oynamaz mı tartışmaları. Rico 10 numara olamadı. Şimdi Delgadoyu izleme zamanı dedik hala bekiyoruz. Şampiyonluğu geçtim 1 - yazıyla bir -derbi maçı kurtarsa bu sene razıyım.

2'şerli 10 numara oyuncuları olupta yıllardır tam olarak 10 numarasını bulamayan takım Beşiktaş.

2 Kasım 2008 Pazar

...


Solda Delgado'nun fotosu vardı. Var-dı...

Kaptan sana çok kırgınız...

Marmara & Ege

Seyahat

Salı akşamı 18:30 İstanbul, Cuma sabahı 10:00 İzmir...Kısa süreye yine çok şey sıkıştırma. İstanbul'a bu sene biraz geç gittim. Hep bir şeyler çıktı, planlar her daim bozuldu vs. İstanbul'a indikten sonra Küçükçekmece'ye doğru yola koyuldum arkadaşımla. Eve girmeden önce midye yiyelim dedik. Ne gerek var, birazdan eve gireceğiz ve mis gibi yemekler bizi bekliyor. Yok ama pis boğazlılığın ilk maddesi bu. Midyeleri götürdük, tadımlık niyetine. Evet tadı kötü değildi; ancak kimse kusura bakmasın bizim buranın midyesi bilmem kaça katlar. Fiyatlar daha uygun üstelik. Sonrasında akşam yemekle, sohbetle, yarına dair planları gözden geçirmekle ve geceyi kötü bir filmle tamamlamak ile geçti.

Ertesi gün semtte kahvaltı ve daha büyük bir kadro ile Kadıköy'e geçiş. Kendi çapımızda bir Kadıköy baskını:) Diğer arkadaşları beklerken bir çay içelim dedik. Çay 2 liraymış, çayı yanda kendileri üretiyor sanırım. Denize yakın masalarda oturursak 2 lira, içeriye kayan masalarda oturursak 1.5 lira ödersiniz dedi. Ticari zekanızı seveyim dedim. Yine Kadıköy kıyı şeridini turlarken, yaşlı bir amca köpeği ile oynuyordu. Artık amca mı oynuyor, köpek mi anlamadım. Amcam atıyor şişeyi suya, hayvan girip getiriyor. Lan soğuktur su, hani Boğaz hep akıntı olur dediler:) Biz köpeği gördüğümüzde ıslaktı zaten, bunun üzerine 2 defa da denize girdiğini gördük. Zatürre olacak hayvan:)






Kadıköy'de akşam bitti işimiz. O işten bahsetmiyorum evet farkındayım, çok gizli:) Akatlar'daki maça gidelim dedik, aha o da ne, cumhuriyet bayramı nedeniyle deniz trafiği kapatılmış. Yahu İstanbul gibi bir şehirde deniz trafiğini kapatmak nasıl bir mantık, kabul edilebilir bir yanı yok bence. Ordan otobüsle Akatlar, berbat İstanbul trafiği. Her bir dakikada İzmir'de yaşıyor olmaya şükretmek.

Otobüsten indikten sonra açlık krizinde olan bir grup, lütfen salon önünde köfteci olsun diyen aynı grup, köfteciyi görünce sevinçten ağlayan da aynı grup. Açlık yüzünden ne yediğine ses çıkartmayan evet yine aynı grup. Yanına yanaşan köpeğe atılan köfte ve köpeğin köfteyi koklayıp itmesi sonucunda Aldırma Kartal diyen aynı grup.

Salonda az sayıda taraftar, işin ilginci S.E'de orada. Maçtan sonra Taksim. Daha düzgün bir yemek ve geceyi Fiorentina-Inter maçı eşliğinde alkolle sonlandırmak.

Ertesi gün ise dibine kadar semti yaşamak. Pando Amca'nın yerinde yapılan kahvaltı. Bal-kaymak, yumurta, çay... Kazandibi'nde muhabbet ederek, arkadaşları beklemek. Sonra Şairler Parkı...Semt Bizim Aşk Bizim..

Şeref Bey'e adım attıktan sonra hiçbir şey umrumda değil. Skor beni ilgilendirmiyor. Tabiki de Beşiktaş'ın galip gelmesini istiyorum ama orada olmak yetiyor bana. Tribünleri şöyle bir seyretmek, sahaya çıkan Beşiktaş formasını görünce içinin ürpermesi.

Maç sırasında biraz talihsizlik yaşadık. Çıkan gerginlikte olaylarla alakası olmayan arkadaşımızı aldı polisler. Kafalarına göre davranıyorlar, tribünden istediklerini alıyorlar. Yanında 8-10 yaşında kardeşi olanı bile kardeşi ile alan bir emniyet gücümüz var!

Geceyi Kazandibi'nde sonlandırırız derken, karakol önünde bitirdik. Ertesi sabah çok erken saatte yolculuk. Direk işe geçme ve nihayet dinlenme fırsatı.

Hoş geldim İzmir...

Ege