23 Mart 2011 Çarşamba

Yeni Stad Projesi


Internette denk geldim, gayet güzel çalışma olmuş. Zaten dünyanın en güzel stadı olan Şeref Bey, bu haliyle de çok afilli olur.
Yeni projemiz bu olsun bence.
Stad kayıyoooooor!

21 Mart 2011 Pazartesi

Dünya Kulübünde Voleybola Yer Yok


3 lafından 4’ünün Dünya Kulübü olan Yıldırım Demirören’in başkanlığındaki Beşiktaş’ın erkek voleybol takımı bir alt lige düştü. Keşke durumu sportif başarısızlık olarak değerlendirebilseydik sadece. Keşke takımımızın bu sene istenilen seviyeye bir türlü gelememesinden, şanssız maçlar kaybettiğimizden söz etseydik.

Pek mümkün değil ne yazık ki! Yıldırım Demirören yönetimindeki Beşiktaş, mevcut yönetim anlayışı ile amatör şubelerle pek haşır neşir değil. Böyle olmadığı gibi şubeleri külfet olarak da görmekte, bakmayın yani siz bugün resmi siteden yapılan açıklamaya. Geçtiğimiz sene tüm başarısına rağmen hentbol için bile aynı şeyler gündemdeydi. Neyse ki hentbolun şansı imkansızlığa rağmen başarısı. Bugün böyle, peki yarın?

Oyuncular maaşlarını düzenli alamazken, rakipler takviye üzerine takviye yaparken, biz uyurken, özkaynaktan gelen kendi sporcumuza sahip çıkmazken, şubeye bütçe ayrılmazken nesi şaşırtıcı bu durumun? Amatör Şubeler’den sorumlu yönetici ali kıran baş kesen edası ile dolanırken ortalıkta, tüm faturanın teknik ekibe kesildiği ortamda şaşırtıcı olan nedir?

Özetle; işinizi yapmıyorsunuz ama yapıyor gibi davranmaktan da vazgeçmiyorsunuz. Resmi sitede dün maç sonrası yayınlanan haber komik ötesiydi. Hiçbir şey olmamış gibi maç sonucu ve detayları verilmiş, sona doğru da tek cümle ile küme düştüğümüz belirtilmiş. Ah canlarım çok mu utandınız, çok mu zorunuza gitti?

Gelelim çuvaldıza… Biz ne yaptık? Bu takım son sürat aşağı yol alırken biz ne yaptık? Galatasaray’ın desibel rekoruyla ilgili geyikler yaparken, rekor asıl bizde yaaa derken, acaba hiç düşündük mü gırtlaklarımızı bir kere de voleybolcular için yırtıp, yırtmadığımızı?

12 Mart 2011 Cumartesi

Şeref Bey Bizimdir


Bir süre önce Ertuğrul Günay yine “eureka !” diye haykirdi : “O vadinin içine stadyum sokulur mu? Adı üzerinde dolgu alanı.. Dolmabahçe orası... Dolgu... Eminönü Yeni Cami kazık üzerine oturtulmuştur, Dolmabahçe de öyledir. Siz bu tarafa on binlerce insanın tepineceği bir alan yaparsanız, zaman içinde Dolmabahçe denize doğru akmaya mahkumdur

Ee ülkenin başbakanı Kars’taki İnsanlık Anıtı’nı ucube diye nitelendirirse, O’nun Kültür Bakanı da taraftarları tepinen insanlar olarak betimler. İmam-cemaat ilişkisine dair somut bir örnek daha.

Yetmedi, Ertuğrul Günay bir tas su dökünüp devam etti:

"Belki bir şeylere inat, belki bir kasıt buraya stad yapılmış vakti zamanında. Ancak burası dolgu bir bölge. Swissotel yapıldığında Dolmabahçe Sarayı etkilendi. Ardından Gökkafes ortaya çıkarıldı. Bunlar uzun vadede saraya zarar veren yapılar. Swissotel ve Gökkafes’i belki buradan artık kaldıramayız ancak stadı büyütmeyin diyebiliriz. Burası zaten riskli bir bölge. Stadı büyütürseniz toprağın hafızasını bozarsınız. Kesin olan bir şey var ki sarayın, saat kulesinin olduğu bölgenin hava alması lazım. İTÜ’den de Dolmabahçe Sarayı’nın çöktüğüne dair bir rapor isteyeceğim. Anıtlar Yüksek Kurulu da bu konuyu daha ayrıntılı inceleyecek. Ben sonuç olarak tarihe karşı sorumluyum. Birilerinin rant üretmesine izin veremem. Kendime ‘Dolmabahçe Sarayı’nı denize iten bakan’ dedirtmem."

Tarihe karşı kendini bu denli sorumlu hisseden Sayın Günay, Allianoi için ne yaptıniz ? Kumla kapatıp, suya gömersek korumuş oluruz demekten başka ne yaptınız ?

Zaten konu hakkında bilgi sahibi değil, bir de ahkam kesiyor Kültür Bakanı, belki inat, belki kasıt diyerek. Swissotel ve Gökkafes’i artık buradan kaldıramayız diyen zihniyet, stada dil uzatabiliyor. Gücünüz mü yetmiyor Swissotel’e, Gökkafes’e ? Onlar bir tehlike yaratmıyor mu Dolmabahçe için? Her gün binlerce göç alan bir şehrin her gün artan trafiğine tanık olan Saray, önünden geçen her türlü vasıtanın trafiğinden hiç etkilenmiyor; ama uzağındaki statta haftada bir maç izleyen Beşiktaş taraftarının tezahurat raksından etkileniyor! Ulemanın buyruğu böyle. Beşiktaş taraftarı tepiniyor ve o vakit geçmişte onca depremin sallantısına dahi bir şekilde kafa tutmuş olan güzide saray tir tir titreyip denize kayıyor ! Bak sen şu ulu kArtal’ın işine !

Aslinda dertlerinin ne oldugu oylesine acik bir sekilde belli ki... Bizi buradan çıkarmak istiyorlar. Bunu yapmak için de türlü bahaneler sunacaklar ortaya. Bizler de sesimizi çıkarmazsak tarihin en sacma sebebi ile sekillendirilmesine şahit olacağız.

Lütfen aşağıdaki boşlukları doldurunuz:

Şeref Bey bizimdir, _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ !

Tosun Paşa'dan Sonra Da Mavi Boncuk


*Cihan Ceylan

9 Mart 2011 Çarşamba

Dışarda Kar Yağıyor, Benim İçime Yağmur

Trabzonspor maçı sonrası dağıldım. Sene başından beri kötüyüz, ilk mağlubiyetimiz de değil, sarsan neydi sorusuna vereceğim tam bir yanıtım da yok aslında. Bir takım, defalarca aynı şekilde maç kaybediyorsa, aynı golleri yiyorsa, sorumsuzluk örnekleri aynı ise; taktikle, sistemle, hocayla, bireysel olarak futbolcu performansı ile değerlendiremiyorum durumu. Halbuki belki de bu durum sadece bunlarla değerlendirilebilir. Ben yapamıyorum, yapamadıkça kendime sinir oluyorum. Çünkü bambaşka bir yol izliyorum. Ve o yol benim hayatımı tam merkezinden etkiliyor. Günlerimi, gecelerimi, tüm her şeyimi altüst ediyor.

Beşiktaş özgeçmişime bakıyorum. Hep dramatik ve travmatik hikayelerle dolu. Sevinçlerimde, üzüntülerimde birbirine benzemiş hep. Beşiktaş’ın yaşattığı en büyük mutluluk anında bile bir hüzün var. En büyük hüzün anında sadece bizlerin anlayabileceği bir mutluluk. Hissedebilme, iliklerine kadar o duyguyla kavrulma. Kaybettiğimiz kimi maçları anımsıyorum. Hala aynı sızıyı hissedebilmekle beraber, o sızıyı sevdiğimi fark ediyorum. Mazoşist bir tavır mı? Yoksa sevdiğim sadece sızı değil mi? O mağlubiyetler sonrasında durumun farkında olan, bunun sorumluluğunu alan üzgün adamların olduğu Beşiktaş’ı özlüyorum çünkü.

95 senesi Rosenborg maçı. İlk maçta alınan 3-0’lık mağlubiyet sonrasından rövanş gününe kadar sürekli turu geçmeyi diledim. Geceleri yatağa girdiğimde “ n’olur, n’olur turu geçelim” diye sayıkladığımı anımsıyorum. Anneme, “dua ederken Beşiktaş’ı unutma” demiştim, hiç unutmuyorum. Yıllardır nice maça kilitlenmişimdir, nice maçı sabırsızlıkla beklemişimdir. Ancak bu maç hep bir adım önde olacak. Maçın başında Kuntz golü bulunca tribün delirmişti. Peşine bir gol daha bulduk, Fransız hakem topun çizgiyi geçmediğini söyleyerek golü vermedi. Hemen akabinde golü yedik. 2 gol daha attık, yavşak hakem bir de penaltımızı vermeyince 3-1 kazanmıştık ama elenmiştik. Formasını terletmeyen, mücadele etmeyen tek bir adam bile yoktu. Aumann’ı dahi bağışlamıştım, yediği o abuk gole rağmen. Ve hala hakemin tipi dün gibi gözümün önünde.

Valerenga maçında 17 yaşındaydım. İlk yarı bitiminde nasıl bir coşku yaşıyorsam, maç bittiğinde aynı coşku ayarında hüzün yaşıyordum. Çok ağlamıştım. Ne zaman ki bir babanın Şifo’ya feryadını gördüm, Şifo’nun mahcup bakışını gördüm. Çok şükür Beşiktaşlıyım dedim. Hangi Beşiktaşlı o görüntüyü sadece bir kere izlemiştir? Var mıdır gözleri dolmayan? Şifo’nun ne deseniz haklısınız derken paramparça olduğunu gözden kaçıran var mı? Şifo da eve gidince ağlamıştır değil mi diye düşünmeyeniniz var mı?



2000 senesindeki Galatasaray maçında üniversitedeydim. Zar zor bir mekanda yer bulmuştuk. Şifo ile öne geçmiştik. Fevzi, kurtarışları ile hayatının maçını çıkarıyordu. Nereden bilebilirdik gerçekten hayatının maçı olacağını. Fevzi, topları çıkardıkça, “Kartalım” sesleri yükseliyordu. 80. dakikada Halilagiç’in geri pasını ıskaladığında dudaklarımın arasından tek bir kelime bile çıkmadı. Oturduğum yerde çakılı kaldığım maçlardan biriydi. Fevzi’nin bir çocuk gibi ağlamaklı suratı içimi daha da çok dağlamıştı.

100. yıldaki Gençlerbirliği ile oynanan kupa maçı. İlhan Mansız’ın tek başına takımı sırtladığı, bembeyaz formasının her yerinin çamur olduğu, maç sonunda gözyaşları ile sahayı terk ettiği maç. Beşiktaş, mağlup duruma düştükçe skoru eşitliyordu. O gün yüzünün aldığı hal Beşiktaş’ın tanımıydı. Beşiktaş dergisi, o maçtan sonra çıktığı ilk sayıda İlhan’ın ağlarken çekilmiş fotosunun üzerine “Sen Ağlama” yazmıştı.



Bu maçlara daha niceleri eklenir. Sayıyı arttırmak da zorlanmayız. Tüm bunların ortak yanı mağlubiyetlerden sonra Beşiktaş’a sıkıca sarılmaya devam etmekti, daha çok kucaklamak. Sevdalısı olduğun takımın içersinde böyle oyuncular olduğundan gurur duymak. Canını yaksa da gönlünü almanın zor olmadığını bilmek.

Şimdi ne değişti peki? Sadece bu sezon değil, birkaç sezondur Beşiktaş’ın kimyası ile oynanıyor. Bu değişim üzerinde eğreti duruyor. Eğreti durduğu için eksik, topal sürekli. Mevcut başkan ve yönetimi ile, bu başkan sayesinde kulübe yakın duranlar ile Beşiktaş kimliğini kaybediyor. Beşiktaş, avuçlarımızın arasından kayıyor ve tutmaya yönelik tek hamlemiz yok. Tek dillendirdiğimiz her kaybedilen maç sonrası yazık oldu demek. Bizim için sezonun özetini sorsalar, bu iki kelimeyi söyleriz. Genele yaysak durumu daha vahim. Çünkü Beşiktaş’a yazık oluyor.

Benim kuşağımdaki Beşiktaşlıların hep bir hikayesi var. Nasıl Beşiktaşlı olduklarına dair. Baba, amca, dayı, abi motifleri ile süslü. Ya da ailede hiçbir Beşiktaşlı olmamasına rağmen, Süleyman Seba ismi sayesinde Beşiktaşlı olanlar var. Metin, Rıza, Gökhan, Ali, Feyyaz yüzünden Beşiktaşlı olanlar var. Onların, o dönem başarıları yüzünden değil sadece. Beşiktaşlı değerini layığıyla simgeledikleri için. Sınıfımda herkes Fenerbahçeli ya da Galatasaraylıydı, hiç Beşiktaşlı yoktu, bu yüzden Beşiktaşlı oldum diyen var.

Peki şimdilerde 10 yaşındaki bir çocuğu ne Beşiktaşlı yapabilir? Ancak aile büyükleri sayesinde. Ve o da geçmişin hikayeleri ile, zira günümüzden örnek vermek imkansıza yakın. Hangi çocuk YD var diye Beşiktaşlı olur? Ferrari’nin, Sivok’un gördüğü kartlar sonrası bunu hırsa, kaybetmeme arzusuna bağlayıp, Beşiktaşlı olmayı tercih edecek çocuk var mıdır? Takım kaptanı, ikinci kaptanını senede bir defa yumruklayınca bundan etkilenip, Beşiktaşlı olacak çocuk var mı peki? Bu adamlara canları sağ olsun diyebilmek mümkün değil artık benim için. Çünkü hentbol takımının tüm imkansızlıklara rağmen özverili mücadeleleri sırasında yaşadıkları kayıplarda, onlara canınız sağ olsun diyorum. Onlara bunu diyebilmişken, bu adamlara aynı şeyi söylemek hentbolculara haksızlık.


Yukarıda sayılanların hiçbiri bir çocuğu Beşiktaşlı yapmaya itmezken; Guti, Quaresma gibi isimleri takıma kazandırırken, Beşiktaşlı nüfusunu artırmak gibi bir girişiminiz de varsa, işler yolunda gitmediği anda ilk fırsatta homurdanacak kitlelerin önünü açarsınız. Bu kitlelerin birçok duygusu da her daim Beşiktaşlılıklarının önüne geçer. Ve Trabzonspor mücadelesi öncesi numaralı tribünden birkaç haysiyetsizin sergilediği tavra imza atarlar. Şu an için asla bütünü simgelemiyorlar. Ancak seslerinin bu denli pervasızca çıkması bile rahatsızlık vericidir. Tek uyum noktaları da şu anki başkan ve yönetim iledir. Böyle başkana, böyle taraftar!

4 Mart 2011 Cuma

Aç Kanatlarını Süzül Göklere


İlk maçın skoru göz önüne alındığında formalite maçıydı Antep Belediye mücadelesi. Ne zaman ki Antep'e götürülecek kadro açıklandı, o zaman bambaşka bir hal aldı. Özkaynak Kartalları'nın adını görmek bile yetmişti. Çok defa yazdık, çizdik. Bu takım gücünü özkaynaktan alır, tarihte tonlarca örneği vardır. Beşiktaş, en çok kendi çocukları ile Beşiktaş olmuştur.

Dün akşam da kendi çocuklarımızı izlemenin keyfi ile oturduk televizyon başına. Sağolsun TRT iş bilmezlik örneğini gösterdi bizlere. Kendine ait tonla kanalı olan TRT, 2 maçı aynı kanaldan vermeye çalışıyordu. Ekranın sağ alt köşesinde Kasımpaşa-İBB maçının görüntüsü belirdi. Zaten bizlerin sağ alt köşedeki görüntüye alerjisi var. Ne zaman ekranın o tükürdüğüm köşesinde minik görüntü belirse 2003 senesindeki Chelsea-Beşiktaş maçı gelir aklıma, haliyle Prag-Lazio maçı da. Görüntü belirmiş, Prag da frikik kullanmak üzeredir. Peruzzi ıskalar, Beşiktaşlı ekran karşısında travmatik öykülerine bir yensini ekler. Kısa sürede bu gel-gitlerle maçı izledim, derken İBB'nin golü ile beraber yayın oraya kaydı. Ve birkaç senedir adını bile duyduğumuzda heyecanlandığımız Muhammed'in Beşiktaş forması ile ilk dakikalarına şahit olamadık. TRT, bunu elimizden çaldı.

45 dakika izleme şansı bulabildik çocuklarımızı. Güzel bir tat bıraktılar zihinlerimize. Biliyorum ki bugün Beşiktaşlılar güne yepyeni kadrolar kurarak uyandılar. Muhammed, Necip, Furkan, Doğukan, Atınç diye sayıklayarak.

Tadını çıkar Beşiktaşlı.