Her sene dönem dönem Beşiktaş ile Efes Pilsen'in birleşeceği yönünde haberler çıkar. Gündemi bir süre meşgul eder. Sonra yalanlama gelir, vs., vs. Bu, kısır döngü halinde ilerler. Taraftarın bir kısmı duruma olumlu bakarken, bir kısmı (ciddi bir kısmı) şiddetle karşı çıkar. Erkek basketbol play off serisi devam ederken, yine böyle bir dedikodu cereyan etti. Tesadüf o ki şimdi final serisinde Efes Pilsen ile şampiyonluk mücadelesi vereceğiz. Şimdi tam da sırası neden Efes Pilsen'i istemediğimize dair dile getirmenin.
Arkadaşımız Cihan Güngör'den rica ettik, konuyla ilgili bir yazı yazması için. O da sağolsun bizleri kırmayarak, hem konu hakkında eskiye dair bilgiler verdi. Hem de kendi arşivinden görseller paylaştı. Buradan da teşekkürlerimizi sunmayı bir borç biliriz.
"Ülkemizde
basketbol yıllar yılı
iki zıt kutubun birbirini çekmesiyle ilerledi: Müessese takımları & Kulüp takımları.
Müessese
takımları, ligi ve
federasyonu "yatırım yapıyoruz, karşılığını da bekliyoruz" mantığıyla
yönettiler. Maç saatinden yayıncı kuruluşun yorumcusuna, federasyon
seçimlerinden gözlemci atamalarına kadar ipler onların elindeydi. Çünkü daha
çocukken öğretilen iğrenç yasa burda da geçerliydi; parayı verip düdüğü
çalıyorlardı. Müessese yöneticileri, paraya aç spor kulüplerinin elindeki iyi oyuncuları
alıp "başarı" kazanıyorlardı, yani yatırımlarının karşılığını
alıyorlardı. Şirketler arasında oynanan şampiyonluk maçlarının bedava +
ücretsiz ulaşım olanaklarına rağmen, 150 – 200 kişiye oynandığı yılların
birikimi değil midir halen basketbol maçlarında "goolll" diye
bağırılması?
Şirketler
varoluş nedenleri gereği para kazanma hırsı taşıyacaklardır; işte tam da bu
hırsları nedeniyle spora bulaşmamalıdırlar. Yıllarca kupalara ambargo koyan Eczacıbaşı'nın
92-93 sezonunda ligden çekilme hikayesi hafızalarımızda yerini koruyor. Önce
yılların şampiyon kadrosunu çeşitli bahanelerle dağıtarak takımın son sıralarda
olmasını sağladılar; sonra da "aldığımız ilke kararı" diyerek şubeyi
kapattılar. Çünkü artık farklı müesseseler de reklamın en karlı yolunun, insanların
sempatisini kazanmanın en kolay yolunun spordan geçtiğini anlamışlardı.
Eczacıbaşı rakip istemediği için basketboldan çekilip, voleybola ambargo koydu.
Çünkü her müessesede olduğu gibi Eczacıbaşı'nda da "spor" makyajı
altında para kazanma hırsı yatıyordu. Hiçbir zaman "sporun ve sporcunun
dostu" olmadılar.
Türkiye'de
gelmiş geçmiş en iyi basketbol takımını Tofaş kurmuştu. Lig ve kupa
şampiyonluğunun yanı sıra Koraç Kupası'nda finale çıkmışlardı. Ancak çoğu
müessese takımının kullandığı "Avrupa zaferlerinin ülke sporuna
katkısı" balonunu da kendileri söndürmüş oldular: Şampiyonluktan sonra
ligden çekilme kararı aldılar. Tofaş ilk değildi; Nasaş, Paşabahçe ve
diğerleri... Bahaneler farklıydı ama sonuç aynıydı. Artık daha fazla kar
edemeyeceklerini anladıkları noktada "içlerindeki spor sevgisi" bir
anda yok oluyordu.
Geçmiş
yıllarda da var olan, ancak yasanın kapsamının genişletilmesiyle birlikte
müesseseler daha karlı bir yöntemi, sponsorluğu tercih etmeye başladılar. Artık
idareci bulup, takım kurup, "Türk sporunu destekliyoruz" yalanıyla
zahmetli işlere kalkışmak yerine, parayı bastırıp kulüplerin adlarını
kiralamaya başladılar. "Bütün dünyada sponsorlar var, Barcelona da
bile", "İyi oyuncular getirmek için başka çaremiz yok"
bahaneleri, olası taraftar tepkilerini engellemeye yönelik çokça kullanılır
oldu. Maalesef taraftar da popülerlik rüzgarına kapılarak, dünyada en çok değer
verdiği takımının adının pazara çıkartılıp kiralanmasına göz yumdu. Forma
renklerinin değişmesinin konuşulduğu ortamlarda "armanın peşindeyiz"
bahanesiyle taraftarı yönlendirmeye çalışanlara sorulan "2 milyon fazla
verilip armanın değişmeyeceğinin garantisini kim verebilir?" sorusu
yanıtsız kaldı. En son "3 hece 8 harf sadece Beşiktaş" diye ne zaman
bağırıldı hatırlayan var mı?
*
Türkiye
basketbol tarihinde ne idüğü belirsiz, yapısal durumu halen muamma olan birleşme
ise Fenerbahçe Ülker adındaki takım oldu. Zaman zaman gündeme sokulup rafa
kaldırılan Beşiktaş & Efes birleşmesi de tekrar konuşulmaya başlandı.
Beşiktaş'ta
ne zaman seçim olsa Tuncay Özilhan'ın adı hep ortaya atılır; bir dahaki seçim
gündemine kadar da adı sanı duyulmaz. Başkanlığını, daha doğrusu patronluğunu
yaptığı Efes'in Beşiktaş'a yakın olmasını, amiyane tabirle torpil geçmesini
kesinlikle beklemiyoruz. Ancak kulübünün Beşiktaş'a olan düşmanlığının da
anlaşılabilir bir tarafı olmadığını düşünüyoruz.
Hafızasını biraz zorlayanlar, yıllardır
Efes – Beşiktaş maçlarında olan biteni gayet iyi hatırlar. Son dönemin maçları
daha net hatırlandığı için biz biraz daha geriye gidelim istedik:
98-99
sezonunda Ayhan Şahenk'ten bir kare. Beşiktaş, 'anlı şanlı' Efes önünde maçın
bitimine 2 dk. kala 8 sayı öndedir ve maçın seyri birden değişir. Önce dönemin
Efes idarecisi Pano Natof'un tribünden
gayretleriyle, Beşiktaş benchine teknik faul çalınır. Buna itiraz eden
Woolridge'e de teknik faul çalınarak (5. faulü) oyun dışında bırakılır. Duruma
isyan eden taraftar sahaya inince de maç dakikalarca durur, art arda teknik
faullerin sonucu Efes maçı kazanıp normal sezonu lider bitirmeyi garantiler.
Son bir not daha: Bu maç da tıpkı 2011-12 final serisinde olduğu gibi hafta
içinde oynatılmıştı.
Bu foto
ise Ahmet Fetgeri'den, 97 yılına
ait. Foto altı yazı aslında her şeyi özetlemiş. Futbolda Çakar, Beyaz vb.
Beşiktaşlı'ya ne ifade ediyorsa basketbolda da Öget, Söylemezoğlu, Ankaralı
isimleri onu ifade ediyor. Ahmet Kandemir, dayanamayıp isyan edince kendini saha
dışında buluyor ve Efes maçı çok da zorlanmadan kazanıyor.
Federasyon
alttan hakem yetişmesinin önünü tıkıyor, az sayıdaki birinci lig hakemi
"Türkiye'nin en iyileri" olarak lanse ediliyor ve Efes ülke sporuna
hizmet verirken önünde engel bırakılmıyor.
Son
olarak Efes'in Beşiktaş'ı 83-41 yendiği maça dair şunu hatırlatmak istiyoruz.
Hiçbir önemi olmayan maçta, farkın olabildiğince fazla olması için son
dakikalarda üst üste mola alıp maçı çığrından çıkaran Aydın Örs'ü, boş üçlüğü
kaçırıp maçın farkının biraz daha fazla olmasını 'engelleyen' Hidayet'e aptal
diye bağıran Efesli yöneticileri ve takımın bu hırsını ayakta
alkışlayarak kutlayan Tuncay Özilhan'ı unutmadık.
*
2011-12
sezonun finalinde rakibimiz Efes. Her Beşiktaş maçında yaptıkları gibi yine
federasyonla kafa kafaya verip maç programını kendilerine göre ayarladılar.
Tatil gününe denk gelen sadece 1 maç var; hafta içi maç saatleri 19:00; daha
ilk maçtan seyirci kotası koydular ve sadece 4000 Beşiktaşlının maça gitmesine
izin verecekler. Biletix'in sitesinden Efes tribününe bilet satılmayacak ve
böylelikle daha fazla Beşiktaşlı'nın maça girmesini engellemiş olacaklar.
Efes'in karakterini yıllardır iyi bildiğimiz için tüm bu olanlara şaşırmıyoruz. Bu
uygulamaların hiçbirisini ne Galatasaray'a, ne Fenerbahçe'ye, ne de başka bir
kulübe yapmamalarını, onların ahlakını ve içlerindeki spor sevgisini ispatladıkları için biraz da
sevinerek karşılıyoruz.
Artık Efes'in ve Tuncay Özilhan'ın adı
asla Beşiktaş'la anılmasın. Diğerlerinin gittiği Kasımpaşa'ya kadar yolları
var."
3 yorum:
3 hece 8 sekiz harf beşiktaş mı, milangaz mı?
Ben 6-7 yaşımdan beri maçlara gidiyorum. Geceden gidip sabahladığım, saatlerce gidip sırada perişan olduğum maçlar hatırlarım. Hepsine girdim, bir tanesi hariç; 2004-2005 Efes Pilsen - Beşiktaş, Abdi İpekçi!!!
Türkiye Basketbolunun en önemli serisinin en önemli final müsabakasını Beşiktaş seyircisine izletmemek için 450-500 kişilik bilet çıkartmışlardı ve o gün salonda 1000 kişi vardı. Finalde... 1000 Kişi!!!!!!!!!!!!!
Altına imzamı atarım
Yorum Gönder